Yargıtay Kararı 8. Ceza Dairesi 2023/2219 E. 2023/8674 K. 08.11.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2023/2219
KARAR NO : 2023/8674
KARAR TARİHİ : 08.11.2023

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2022/1647 E., 2022/1572 K.
SUÇ : Sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermileri satın alınması taşınması bulundurulması
HÜKÜM : İstinaf başvurusunun esastan reddi
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Bozma

İlk Derece Mahkemesince verilen hükme yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun’un) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmiştir.

I. HUKUKÎ SÜREÇ
1. Hizan Cumhuriyet Başsavcılığının 05.11.2019 tarihli iddianamesi ile, sanığın 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan cezalandırılması talep olunmuştur.
2. Van Bölge Adliye Mahkemesi’nin 23.11.2021 tarihli bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada, Hizan Asliye Ceza Mahkemesinin 25.03.2022 tarihli kararı ile atılı suçtan, mahkumiyetine karar verilmiştir.
3. İlgili kararın sanık müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine, Van Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 27.09.2022 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ
Sanık müdafinin temyiz isteği, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olarak o yer ihtiyar heyeti veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulmaksızın yapılan aramanın hukuka aykırı olduğuna, maddi kanıtlarla desteklenmeyen ve özgür irade ürünü olmayan bu ikrara dayanılmasının mümkün olmadığına, suç vasfında hata yapıldığına 6136 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesinin birinci fıkrası ya da 13 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının değerlendirilmediğine ilişkindir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR
1. Dava konusu olay; Hizan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18.09.2019 tarihinde verilen ve Hizan Sulh Ceza Hakimliği tarafından 19.09.2019 tarihinde onaylanan arama kararına istinaden, Hizan İlçe Jandarma Komutanlığınca 19.09.2019 tarihinde sanığın ikametinde yapılan aramada 251937 seri numaralı 7,62 mm çaplı kalaşnikof piyade tüfeği ve piyade tüfeğine ait 1 adet boş şarjör, 5600 seri numaralı 7,65 mm çaplı baretta marka tabanca ve tabanca üstüne takılı şarjör ile şarjöre basılmış 11 adet 7,65 mm çaplı mermi ve mermi kutusu içerisinde 5 adet 7,65 mm çaplı mermi bulunduğu ve sanığın bu suretle 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçunu işlediği iddiasına ilişkindir.
2. Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği tarafından düzenlenen 03.10.2019 tarihli uzmanlık raporuna göre; Z51937 numaralı kalaşnikof marka tüfeğin 6136 sayılı Kanun kapsamında, vahim nitelikteki ateşli silahlardan olduğu, piyetro beretta marka yarı otomatik tabanca ve bu tabancaya ait 16 adet fişeğin 6136 sayılı Kanun kapsamındaki vahim nitelikte olmayan ateşli silah ve fişeklerden olduğu tespit edilmiştir.
3. Sanık, evinde bulunan kalaşnikof marka tüfeğin vefat eden kayınpederine ait olduğunu, bu silahın evinde olduğunu bilmediğini, diğer ele geçen silahların kendisine ait olduğunu ve ruhsatının olmadığını beyan etmiştir.

IV. GEREKÇE
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanık hakkında “kan gütme saikiyle kasten öldürmek” suçundan yakalama kararı bulunması dolayısıyla Hizan Cumhuriyeti Başsavcılığı tarafından 18.09.2019 tarihinde verilen ve Hizan Sulh Ceza Hakimliği tarafından 19.09.2019 tarihinde onaylanan arama kararına istinaden Hizan İlçe Jandarma Komutanlığınca 19.09.2019 tarihinde sanığın ikametinde yapılan aramada (1) adet kaleşnikof marka piyade tüfeği (7,62 mm çapında, seri no 251937, ruhsatsız), (1) adet tüfeğe ait şarjör, (1) adet tabanca (7.65 mm çapında, Baretta marka, seri no 5600, ruhsatsız), (1) adet tabancaya ait şarjör, (16) adet tabancaya ait fişek (7.66 mm çapında), (1) adet av tüfeği (12 kalibre, seri no 12/76TS870, vural marka, ruhsatsız), (1) adet av tüfeği (kalibre seri no bila, Huğlu marka ruhsatsız), (1) adet av tüfeği (12 kalibre seri no 2512, Huğlu marka ruhsatsız), (1) adet kama bıçağı (15 cm uzunluğunda), (1) adet av fişeği (16 kalibre), (26) adet av fişeği (12 kalibre) ele geçirilerek emanete alınmış ve Hizan Sulh Ceza Hakimliğinin 2019/144 Değişik İş sayılı kararı uyarınca el koyma kararının onaylanmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
Arama kararının ne şekilde infaz edileceği, aramanın yapıldığı 15.02.2007 tarihinde yürürlükte olan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı) 119. maddesinin 4. fıkrasında; “Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur” şeklinde belirtilmiştir.
Buna göre, konutta yapılan arama sırasında;
– Cumhuriyet Savcısının,
-(veya) İhtiyar heyetinden iki kişinin,
-(veya) iki komşunun,
Hazır bulundurulması gerekmektedir.
Buna karşın uyuşmazlığa konu olayda, aramaya 5 jandarma görevlisi ile sanığın katıldığı, bununla birlikte Yasanın arama sırasında bulunmasını istediği diğer kişilerin katılmadığı, bunun da şeklen hukuka aykırı olduğu ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217. maddesinin 2. fıkrasında; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki hüküm uyarınca, arama sonucu elde edilen delilin hukuka uygun biçimde elde edilen delil niteliğinde bulunmadığı ileri sürülebilir ise de; usulüne göre alınmış bir arama kararı bulunan somut olayda, bu karara ve kararın infazı sırasında yapılan işlemlere yönelik bir itiraz vaki olmadığı gibi, arama işlemine ve arama yapılırken bir takım haklarının ihlal edildiğine yönelik olarak sanıktan gelen herhangi bir yakınma da bulunmadığı arama sırasında sanığın da hazır bulunduğu,
Bu nedenle, sırf arama sırasında şekle ilişkin bir koşulun ihlal edilmesine dayanılarak aramanın hukuka aykırı sayılamayacağı ve ele geçen delillerin “hukuka aykırı biçimde elde edilmiş delil” olarak nitelenemeyeceğinin kabulü gerekmektedir.
Öğretide de; Prof. Bahri Öztürk, Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem ve Doç. Dr. Veli Özer Özbek tarafından hazırlanan Uygulamalı Ceza Muhakemesi isimli eserde bu konudan bahsedilirken, ikili bir ayrım yapılarak, bu tasnifte; hak ihlalinin niteliği üzerinde durulup, bir hukuk devletinde bazı hakların mutlak, diğer bazı hakların ise nisbi koruma altında bulundurulduğu belirtildikten sonra; buna bağlı olarak “mutlak delil yasakları” ve “nisbi delil yasakları” kavramlarının ortaya çıktığı ifade edilmiştir. Buna göre mutlak delil yasakları;
1-Sanığın kendisini suçlandırıcı beyanda bulunmaya zorlanması,
2-Bir kimsenin yakınlarını suçlandırıcı beyanda bulunmaya zorlanması,
3-Sanığa kendisi ile ilk temasa geçen yetkili tarafından bazı haklarının hatırlatılmaması, (susma hakkı, müdafii tayini isteme hakkı gibi)
4-Hayatın gizli alanına (özel hayata değil) yapılan müdahaleler,
Olarak sayılmış, bunların dışında kalan durumlarda ise hakim tarafından oranlılık (ölçülülük) ilkesi göz önünde tutularak “kamu yararı” bakımından bir değerlendirme yapılması gerekliliğinden bahsedilmiştir.
Bu bağlamda; illiyet bağı, etkileme gücü ve hak ihlali kriterlerine yer vermeden yapılan bir değerlendirmenin; “herhangi bir hakkın ihlal edilmediği her türlü basit şekli aykırılıkların da mutlak bozma sebebi sayılmasını” gerektireceği için, böyle bir yaklaşımın ceza yargılamasında hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açabilecek son derece ağır sonuçları da birlikte getireceği kuşkusuzdur.
Her şekle aykırılığın aynı zamanda bir hak ihlaline de yol açacağı şeklindeki bir kabul isabetli olmayacağından, olayımızda olduğu gibi “Cumhuriyet savcısı, iki ihtiyar heyeti üyesi veya iki komşu” bulunmadan yapılan bir aramada, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı) 119. maddesine şekli bir aykırılık söz konusu ise de, herhangi bir hakkın ihlal edildiği söylenemeyecektir.
Usulüne göre alınmış arama kararına istinaden, herhangi bir hak ihlaline neden olunmadan yapılan arama sonunda ele geçen delillerin, sadece arama sırasında bulunması gereken kişilerin orada bulundurulmaması suretiyle şekle aykırı hareket edildiğinden bahisle “hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil” sayılmaları ve mahkumiyet hükmüne dayanak teşkil edememeleri kabul edilemez.
Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 26.06.2007 gün ve 147-159 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır. Açıklanan tüm bu nedenlerle Tebliğname’de bozma isteyen görüşe iştirak edilmemiştir.
Olaylar olgular bölümünde belirtilen hususlar ile dava dosyası kapsamındaki tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, sanığın üzerine atılı 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçunu işlediğine yönelik Mahkemenin suçun sübutu ve kabulünde isabetsizlik görülmemiş olup yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve Kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç vasfının ve yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, sanık müdafinin yerinde görülmeyen diğer temyiz sebepleri de reddedilmiştir.

V. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle Van Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 27.09.2022 tarihli kararında sanık müdafii tarafından öne sürülen temyiz sebepleri ve 5271 sayılı Kanun’un 289 uncu maddesinin birinci fıkrası ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda hukuka aykırılık görülmediğinden 5271 sayılı Kanunun 302 nci maddesinin birinci fıkrası gereği, Tebliğnameye aykırı olarak, oy çokluğuyla TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKMÜN ONANMASINA,
Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca Hizan Asliye Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilamının bir örneğinin ise Van Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.11.2023 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY GEREKÇESİ

Sayın çoğunlukla aramızdaki uyuşmazlık sanığın evinde yapılan aramanın Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 119 maddesinin dördüncü fıkrasına uygun olup olmadığı uygun olmadığının tespiti halinde ise hükme esas alınıp alınmayacağı konusundadır. Bu konuyla ilgili olarak;
Anayasa Mahkemesinin 19.11.2014 tarih ve 2013/6183 başvuru numaralı kararında, “Yargılamanın esaslı ve belirleyici delilinin, aramada ele geçen eşya olduğu, dayanılan diğer delillerin ise, aramada elde edilen eşyaların değer ve niteliğini tespitine ilişkin “bilirkişi raporları” ile kollukça tanzim edilmiş “tespit tutanağı” olduğu, hükmün esas ve belirleyici unsurunun, gerçekleştirilen hukuka aykırı arama işlemi sonucunda elde edilen deliller olduğu, bilirkişi raporlarının, aramada ele geçen delillerin değerlendirilmesine yönelik bir araç olduğu, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisinin kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte somut olayda, koruma tedbiri niteliğindeki arama kararının icrasının hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilmesi ile elde edilen delillerin tek ve belirleyici delil olarak kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği ve aramanın icrasındaki “kanuna aykırılığın” yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu, bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine” karar verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2016/18-1146 Esas, 2020/68 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere; arama başta özel hayatın gizliliği olmak üzere temel hak ve özgürlüklere önemli bir müdahale niteliğindedir. Bunun dışında aranan yer ve icra ediliş şekline göre aramanın konut dokunulmazlığına, kişi özgürlüğüne, seyahat özgürlüğüne ve vücut bütünlüğüne müdahale oluşturması da mümkündür. Bu nedenle gerek arama kararı verilmesi, gerekse aramanın icrası sıkı usul kurallarına bağlanmıştır.

Arama kolluk tarafından icra edilmekle birlikte hâkim veya Cumhuriyet savcısının her zaman aramaya katılıp nezaret etmesi de mümkündür.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin bulundurulması zorunludur. Bu kişilere arama (işlem) tanığı denilmektedir.
Kanun koyucu “bulundurulur” demek suretiyle arama tanıklarının bulundurulmaları zorunluluğunu, “arama yapabilmek için” demek suretiyle de arama tanıklarının aramanın başından sonuna kadar hazır bulundurulmaları gerektiğini vurgulamış, aramada tanıkların aramanın sonunda veya sadece bir kısmında hazır bulundurulmaları yeterli sayılmamıştır. Ancak aramaya engel olunduğu için zor kullanılmış veya aranılacak yere haber verilmeden baskın şeklinde girilmiş ise arama tanıkları güvenliğin sağlanmasından hemen sonra getirilebilirse de ancak aramaya tanıklar getirilmeden başlanamaz. Bu durumda düzenlenen tutanağa arama tanıklarının başlangıçta getirilmeme sebepleri ve hangi aşamada getirildikleri yazılmalıdır.
Arama tanığı bulundurma zorunluluğu konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde yapılacak aramalar bakımından geçerlidir. Kanun koyucu bu yerlerin dokunulmazlığı ve özel hayatın gizliliği ilkesi bakımından taşıdığı önem nedeniyle arama koruma tedbirine maruz kalan kişilere teminat sağlamıştır.
Hâkim veya Cumhuriyet savcısının katılımıyla yapılan aramalarda hâkim ve savcının aramaya katılması yeterli bir güvence sayılmış, ayrıca dışarıdan arama tanığı hazır bulundurulmasına gerek görülmemiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 169 uncu maddesi uyarınca her soruşturma işlemi tutanağa bağlanır. Tutanak, adlî kolluk görevlisi, Cumhuriyet savcısı veya sulh ceza hâkimi ile hazır bulunan zabıt kâtibi tarafından imza edilir. Arama da bir soruşturma işlemi olduğuna göre, hâkim ve Cumhuriyet savcısı tarafından yapılan aramalarda hâkim ve savcıların yanlarında zabıt kâtibi de bulunacaktır.
Aramanın icra edilmesi sırasında doğabilecek muhtemel sorunlar ile elde edilebilecek delillerin güvenilirliğine ilişkin doğabilecek şüphelerin giderilmesi yönünden Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 116 ncı maddesinin dördüncü fıkrasındaki düzenleme özel bir önem arz etmektedir. Kanun koyucu tarafından kollukça yapılan aramalarda arama tanığı bulundurma zorunluğunun kabul edilme sebebi ileride doğabilecek iddiaların, aslında orada olmayan delillerin görevlilerce yerleştirildiği gibi uygulamada sıklıkla karşılaşılan suçlamaların önüne geçmek ve böylece aramanın her türlü şüpheden uzak bir şekilde yapılmasını ve arama sonucunda elde edilen delillerin güvenilirliğini sağlamaktır. Gerçekten de arama sonunda aramaya maruz kalan kişilerle aramayı yapan kolluğun aramanın hukuka uygunluğu, ele geçen delillerin varlığı ve ele geçiriliş biçimleri bakımından uyuşmazlığa düşmesi her zaman mümkündür. Hâkim ve savcıların hazır bulunmadığı aramalarda arama tanığı hazır bulundurulmaz ise bu uyuşmazlıklar nedeniyle arama işlemi ve ele geçen deliller üzerinde oluşan şüphenin giderilebilmesi için tanıklığına başvurulabilecek aynı zamanda arama faaliyetinde görev almış sorumlu kolluk görevlileri dışında kimse kalmayacak ve bu durum yargılama sırasında arama sonucunda elde edilen delillerin güvenilirliği üzerindeki tartışmaların sürüp gitmesine neden olabilecektir.
Arama tanıkları ancak kanunda belirtilen o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan kişiler olabilir. Her hâlükârda başka bir birimde çalışsa bile kolluk görevlileri arasından arama tanığı seçilemez.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Aramada hazır bulunabilecekler” başlıklı 120 nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca aranacak yerlerin sahibi veya eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir; kendisi bulunmazsa temsilcisi veya ayırt etme gücüne sahip hısımlarından biri veya kendisiyle birlikte oturmakta olan bir kişi veya komşusu hazır bulundurulur. Arama tanıkları ile aramada hazır bulunacak kişiler birbirini tamamlayan ancak birbirinden farklı konulardır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrası kolluk tarafından yapılan aramaya ilişkin olup, hazır bulunacak kişiler tanık niteliğini taşımaktadır. Hâlbuki Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 120 nci maddesinin birinci fıkrasında aramayı yapacak kişi bakımından bir ayrım yapılmamış olup, arama kimin tarafından yapılmış olursa olsun maddede belirtilen kişilerin aramada hazır bulundurulmaları gerekir. Ayrıca aramada bulunacak kişilerden mümessil, mümeyyiz akraba, birlikte sakin olunan kimse veya komşu, arama tanıklarından farklı bir işleve sahiptir. Bunlar sahip veya zilyedin bulunmaması hâlinde onun yerinde aramada hazır bulunarak sahip ve zilyedin menfaatini korumaktadır. Bu bakımdan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 120 nci maddesinin birinci fıkrası aramanın güvenirliğinin sağlanmasından ziyade savunma hakkı ile ilgili bir konudur (Veli Özer Özbek, M.Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara 2012, 4. Bası, s. 360; Veli Özer Özbek, Ceza Muhakemesinde Koruma Tedbiri Olarak Arama, Seçkin Yayınları, Ankara, 1999, 1. Bası, s. 18).
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı davranılarak kolluk tarafından konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama tanığı bulundurmadan yapılan aramalarda ele geçen delillerin hukuki niteliği ve hükme esas alınıp alınamayacağı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.06.2007 tarih ve 147-159 ile 13.03.2012 tarih ve 278-96 sayılı kararlarında tartışılmış, her iki kararda da; sırf arama sırasındaki şekle ilişkin bu koşulun ihlal edilmesine dayanılarak aramanın hukuka aykırı sayılamayacağı ve ele geçen delillerin de “hukuka aykırı biçimde elde edilmiş delil” olarak nitelenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
Hukuka aykırı olarak yapılan aramanın hem ceza muhakemesi hukuku, hem maddi ceza hukuku, hem de tazminat hukuku bakımından birtakım müeyyedeleri ortaya çıkabilecektir.
Aramanın hukuka aykırı olmasının ceza muhakemesi açısından sonucu arama sonucunda elde edilen delillerin hükme esas alınamamasıdır.
Ceza Muhakemesinde, şeklî gerçekle yetinilmeyip işin esası araştırılır. Ceza muhakemesinin amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddî gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak, bir hukuk devletinde, maddî gerçeğin “her ne pahasına olursa olsun” araştırılması kabul edilmemekte; delil yasakları ile bunların sonucu olarak ortaya çıkan yasak delillerle bu ilkeye bazı sınırlar getirilmektedir. Hukuk devleti esaslarına uygun bir şekilde yapılandırılmış bulunan bir ceza muhakemesinde delil elde edilmesi ve değerlendirilmesi işlemlerine getirilen sınırlamalara delil yasakları denilmektedir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217 nci maddesinde;
“1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki düzenlemeyle hâkimin ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabileceği hüküm altına alınmıştır.
Anılan Kanun’un 206 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde de ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı ifade edilerek hukuka uygun elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı açıklanmıştır. Kaldı ki, aynı Kanun’un 230 uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca, mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur.
Sanığın evinde silah bulundurduğu ihbarı üzerine Cumhuriyet savcısının vermiş olduğu yazılı arama kararı üzerine köy muhtarının kanser tedavisi görmesi, azaların ve köy halkının ise husumet yaratacağı korkusuyla işlem tanığı olmak istemediği gerekçesiyle sanığın evinde yapılan arama işleminde Türk Ceza Kanunu’nun 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına uygun olarak işlem tanığı bulundurulmadığı, bu suretle yapılan aramada sanığın evinde nitelikli ve niteliksiz silahların ele geçtiği, sanığın arama tutanağını imzalamaktan imtina ettiği gibi, ele geçen silahlardan sadece 6136 sayılı Yasanın 13 maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan sadece bir silahın ve av tüfeğinin kendisine ait olduğunu, diğerlerinin kendisine ait olmadığı ve nasıl bulunduğu yere bırakıldığını bilmediğini daha sonradan eşinin anlatımından kayınbabasından kalan silah olduğunu öğrendiğini beyan ettiği olayda;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının “Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur” açık, amir hükmüne aykırı olarak aramanın, o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulmaksızın yapılması nedeniyle icrası bakımından hukuka aykırı olduğu ve bu arama işlemi sırasında ele geçirilen delillerin de hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olduğu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217 nci maddesinde hâkimin ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabileceğinin hüküm altına alındığı, anılan Kanun’un 206 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde de ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağının ifade edilerek hukuka uygun elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağının açıklandığı hususları karşısında arama işleminin ve bu işlem sonucunda elde edilen ve Yerel Mahkemece mahkûmiyet hükmüne esas alınan delillerin de “hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil” olduklarının kabulü gerekir. Bu durumda bölge mahkemesince verilen mahkumiyet kararının bozulmasına karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun temyiz isteminin esastan reddine ilişkin kararına iştirak etmiyorum. 08.11.2023