Yargıtay Kararı 8. Ceza Dairesi 2022/5489 E. 2023/5246 K. 21.06.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2022/5489
KARAR NO : 2023/5246
KARAR TARİHİ : 21.06.2023

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2021/518 E., 2021/592 K.
SUÇLAR : İftira, hakaret
HÜKÜMLER : Beraat- mahkumiyet

1. …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında ‘iftira’ suçundan Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin, 29.11.2021 tarihli kararının katılanlar vekilleri tarafından temyizi üzerine yapılan ön inceleme neticesinde gereği düşünüldü:
Sanıklar hakkında, Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesinin,13.01.2021 tarihli kararı ile iftira suçundan, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 223 üncü maddesi ikinci fıkrası (a) bendi uyarınca verilen beraat kararı ve istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince verilen esastan ret kararı ve bu karara yönelik temyizin niteliği karşısında;
5271 sayılı Kanun’un 286 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer verilen; “İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adlî para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararları”nın temyiz incelemesine tabi olmadığına ilişkin düzenleme ile incelemeye konu suçun, aynı Kanun’un 286 ncı maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında da bulunmadığı dikkate alındığında, katılanlar vekillerinin temyiz istemlerinin, 5271 sayılı Kanun’un 298 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca reddine karar vermek gerekmiştir.
2. Sanıklar …, … ve … hakkında ‘hakaret’ suçundan Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin, 29.11.2021 tarihli kararının katılanlar vekilleri ve BAM Cumhuriyet savcısı tarafından temyizi üzerine yapılan ön inceleme neticesinde gereği düşünüldü:
İlk Derece Mahkemesince verilen hükme yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenlerin hükmü temyize hak ve yetkilerinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçelerinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ
1. Giresun 2. Ceza Mahkemesinin, 13.01.2021 tarihli kararı ile sanıklar hakkında suçun sübut bulduğu belirtilerek hakaret suçundan mahkumiyetlerine karar verilmiştir.
2. Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 29.11.2021 tarihli kararı ile “sanıklar hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik sanık … müdafii, sanık … ve sanık …’ın istinaf başvurusu üzerine ilk derece mahkemesinin mahkumiyet hükmü kaldırılarak, sanıkların atılı suçtan BERAATİNE, ayrıntıları belirtilen haberi sosyal paylaşım sitesi üzerinden paylaşmak şeklindeki eylem hakkında verilen beraat nedeninin CMK’nın 280/3 maddesi uyarınca hükmü istinaf etmeyen eylem itibariyle aynı hukuki durumda bulunan sanıklar … ve …’e de SİRAYETİNE” karar verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ
1. Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısının temyiz istemi, sanıklar hakkında atılı hakaret suçunun oluştuğunu, haklarında beraat hükmü kurulmasının ve bunun diğer sanıklara da sirayetine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu ve yargılamanın duruşma açılarak yapılması gerektiğini belirterek hükmü temyiz etmiştir.
2. Katılanlar vekillerinin temyiz istemleri, ayrı ayrı sanıklar hakkında eksik inceleme yapıldığını, olayın net olduğunu, sanıkların suçtan kurtulmaya yönelik beyanlarının dikkate alındığı ve sanıkların mahkumiyeti cihetine gidilmesi gerekirken yazılı şekilde beraatine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilerek temyiz isteminde bulunulmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR
İnceleme konusu olay, müştekiler …, …, … ve … hakkında … tarafından yapılan haberin, www…..com adlı internet sitesinde yayınlandığı, ”… şantajla mı aday oldu?” başlıklı yazıda özetle ”Yüz kızartıcı olayın dosyası …’e geçmiş ve …’ye tehditle kendini milletvekili sıralamasına koydurmuş deniliyor!…., …’nin kardeşi, … AKP İl Genel Meclisi üyesi … ve … Belediye Başkanı İş Adamı …’nın adının karıştığı iddia edilen yüz kızartıcı olay örtbas edildi deniliyor…. … Kaymakamı ve … C.Savcısı bu nedenle mi görevinden alındı?… …, … ve …, bu yüz kızartıcı olayı yer yer facebook sayfalarında kıyısından köşesinden dillendirdiği ancak birilerinin devreye girerek susturulduğu belirtiliyor, bu olayın Giresun kamuoyuna duyurulması görevi gene Giresun Görele ve bölgemizin en çok okunan internet gazetesi www…..com internet gazetesine düşmüştür, amacımız kimseyi karalamak asla değildir… Giresun kamuoyu bu durumdan rahatsızdır. Bilgi yayılmakta ve tepki toplamaktadır. Bilgi ve belgeler hakkında gazeteci … malumat sahibidir. Ya liste değişmeli ya da 1 (bir) milletvekili kaybedilmesi göze alınmalıdır” şeklinde yazının altında ”Giresun Sex Şantajıyla Çalkalanıyor” şeklinde büyük puntolarla ve dikkat çekici şekilde yazının altında da müştekilerin fotoğraflarının yerleştirildiği, bu yazının www.facebook.com isimli sosyal paylaşım sitesinde sanıklar tarafından paylaşılması nedeniyle haklarında hakaret suçundan açılmış davaya ilişkindir.
A. İlk Derece Mahkemesinin Kabulü
“Somut olayda sanıkların katılanların fotoğrafları ile birlikte ‘Giresun Sex Şantajıyla Çalkalanıyor” başlıklı yazıyı sosyal paylaşım sitesinde paylaşarak katılanların onur ve haysiyetlerini rencide ettikleri kanaatine varılarak, sanıkların 5237 sayılı Kanun’un 125/1 maddesi gereğince cezalandırılmalarına, ayrıca haklarında aynı kanunun 125/4 maddesinin uygulanarak cezalarının artırılmasına” karar verilmiştir.
B. Bölge Adliye Mahkemesinin Kabulü
“Sanıklar …’ın, …’ün, …’nun, … tarafından “www…..com” isimli internet haber sitesinde yazıldığı iddia edilen “Giresun sex şantajıyla çalkalanıyor” şeklindeki erişim yasağı getirildiğine yönelik bir bilgi ve belge bulunmayan ve ayrıca internet haber sitesinde paylaşımdan önce yayımlanması nedeniyle alenileşen haberi, orijinal haline müdahale etmeden, sosyal medya hesaplarından herhangi bir yorum yapmadan paylaşan sanıkların eylemlerinde, hakaret suç kastı ile davrandıkları yönünde bir delil bulunmayan sanıkların atılı suçtan beraatlerine karar verilmiştir.

IV. GEREKÇE
Ceza Genel Kurulu’nun 14.10.2008 gün ve 170-220 sayılı kararında da belirtildiği üzere; hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövme şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır.
Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşlara yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu
bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, sanığın sözlerindeki ifadelerin rahatsız edici olduğu açık bir şekilde anlaşılmakla birlikte, bu ifadelerin, Anayasa ve AİHS ve AİHM içtihatlarında özel bir önem atfedilen, ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
İnsanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, savunabilmesi ve yayabilmesi olarak kabul edilen, ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 26 ncı maddesinde, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Bunun yanında, bu hak, birçok uluslararası belgeye ve mahkeme kararına da konu olmuştur. Türkiye’nin de yargılama yetkisini kabul ettiği AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10 uncu maddesinin 2 nci paragrafı saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen “bilgi” ve “fikirler” için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
Bununla birlikte, ifade özgürlüğü de mutlak ve sınırsız değildir. Bu hak kullanılırken bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması hem ulusal hem de uluslar arası mevzuatlarda yer almaktadır.
Nitekim Anayasa’nın 26 ncı maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğü, aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sebeplerle sınırlandırılabilir. Dolayısıyla anılan madde ile Anayasanın 13 üncü maddesine göre, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
Sözleşme’nin 10 uncu maddesinin 2 nci paragrafı, kamu makamlarının bu özgürlüğün kullanılmasına getirebilecekleri sınırlama rejimini düzenlemektedir. Önemine binaen, ifade özgürlüğüne yapılan müdahaleler çok istisnai hallerde kabul görmekte ve Sözleşme’nin 10 uncu maddesinin ikinci paragrafının öngördüğü sınırlama kayıtları dar yorumlanmaktadır. Bu nedenle, bir kamu makamının ifade özgürlüğüne yaptığı “müdahalenin gerekliliği” mutlaka ikna edici bir şekilde açıklanmalıdır. Sözleşme’nin anılan maddesinde, belirtilen “gerekli” olma koşulu, müdahalenin bir ‘toplumsal ihtiyaç baskısına karşılık gelmesi ve özellikle izlediği meşru amaçla orantılı olması anlamına gelir. Bir müdahalenin bu kriterleri yerine getirdiği ve dolayısıyla haklı olduğu, ulusal makamların gösterdiği gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olmasıyla anlaşılabilecektir.
Gerek Anayasa gerekse Sözleşme hükümlerine uygun davranılmaması, devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerine aykırı hareket etmesi anlamına gelebilecektir. Zira, negatif yükümlülük kapsamında yetkili makamlar, zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalı ve denge unsurunu sağlamalıdırlar. Aksi takdirde AİHM,
kişinin şeref ve itibarının haksız bir saldırı altında olmasına rağmen ulusal mahkemeler tarafından gereken ölçüde korunmadığı gerekçesiyle AİHS’nin 8 inci maddesi açısından ihlal kararı verebilmektedir. Zira AİHM açısından, başvuranların özel hayata saygı hakkı ve ifade özgürlüğü eşit derecede önemlidir. Denge unsurunun sağlanmasında içtihatlara göre göz önünde bulundurulması gereken temel ilkeler ise, başvuruya konu ifadelerin kamu yararına ilişkin tartışmaya katkısı, ifade sahibinin tanınırlığı ve daha önceki tutumları, ifadenin içeriği, şekli ve etkileridir.
AİHM, birçok içtihadında Sözleşme’nin 10. maddesinin sadece ifade edilen düşünce veya bilginin esasını değil, aynı zamanda bunların aktarılma biçimlerini de güvence altına aldığını belirtmiştir. Bu anlamda, AİHM içtihatlarında, basın, toplumun sözcülerinden biri olarak kabul edilmekte ve herkesin kamuoyunu ilgilendiren bilgileri edinme hakkı bulunduğu düşüncesiyle, kamuoyunu ilgilendiren konulara dair bilgi ve fikirleri vermeyi sağlayan basın özgürlüğüne ayrı bir önem atfedilmektedir.
AİHM’e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek ‘yeterli bir altyapının’mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.
Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.
Basında yayınlanan bilginin tüm yönleri ile doğruluğunun ortaya koyulması gerekmez. Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında başvuranın mahkûmiyeti, polis şiddetine ilişkin iddiaların gerçekliğini ortaya koyamamasına dayanmaktadır. AİHM, başvurucuyu sert bir dille dile getirdiği bazı iddiaların doğruluğunu ortaya koyma yükünden muaf tutmuştur. AİHM’e göre, başvurucu başkaları tarafından söylenenleri haberleştirmiştir. Bu nedenle, iddiaların içeriği ile ilgili olarak sorumlu görülmemiştir. Ayrıca iddiaların tamamen asılsız olduğu da ortaya koyulamamıştır. Ayrıca, başvurucunun amacı polisin itibarına zarar vermek değil, Adalet Bakanlığını polis şiddetine ilişkin iddialarla ilgili bir soruşturma başlatmaya sevk etmektir. (Thorgeir Thorgeirson v/İzlanda, 13778/88,25/06/1992)
Siyasetçilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının özel kişilere nazaran daha geniş olduğu gerek iç hukukumuzda gerekse uluslararası mahkeme kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Bu ilkenin gerekçesi, siyasetçilerin, özel kişilerden farklı olarak, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açık olan, kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih etmeleridir. Siyasetçiler bu nedenle basın ve gazeteciler tarafından getirilen eleştirilere daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadırlar.
Dabrowski /Polonya davasında, bir gazeteci yerel bir siyasetçi ile ilgili devam etmekte olan ceza yargılamasına dair yazdığı yazıların gazetede yayınlanmasının ardından hakaret suçundan mahkûm olmuştur. Başvuran, hakaret ettiği iddia edilen belediye başkanının, hırsızlık suçundan ceza almasının ardından ‘soyguncu belediye başkanı’ olarak tanımlamıştır. AİHM, bu başvuruda,10 uncu maddenin ihlal edildiğine karar verirken, gazetecinin bir dereceye kadar abartma hakkına sahip olmasına ve belediye başkanının kamuya mal olmuş bir kişi olarak, bazıları olgusal temelden yoksun olmayan değer yargısı
olarak değerlendirilebilecek eleştirilere karşı, daha fazla hoşgörü göstermek zorunda olmasına özel bir ağırlık vermiştir. (Dabrowski/Polonya, 18235/02, 19/12/2006)
Lingens/Avusturya davasına konu olan olayda ise, Avusturya’da 1975 yılında yapılan seçimlerden sonra, bir gazeteci olan başvuran Lingens, geçmişinde Nazi faaliyetleri bulunan bir siyasetçi ile koalisyon kuracağını açıklayan Federal Şansölye Bruno Kereiski’yi eleştiren yazılarında, “ahlaksızca”, “yüz kızartıcı”,“en adi türden fırsatçılık” ifadelerine yer vermiştir. Başvuranın para cezasına mahkum olduğu bu davada AİHM, politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu vurgulamış ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM, içtihatlarını tekrar ederek, siyasetçilerin eleştirilere özel kişilerden daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiği ilkesine dayanmış ve mahkûmiyetin ifade özgürlüğüne orantısız bir müdahale oluşturduğuna hükmetmiştir. Hararetli siyasi tartışmaların yaşandığı bir arka plan ışığında, başvurucunun açıklamaları, saldırgan olmakla birlikte hakaret niteliğinde görülmemiştir. (Lingens/Avusturya, 9815/82, 08/07/1986)
İncelenen dosyada; bir haber sitesinde yayınlanan haberi facebook hesaplarında paylaşan sanıkların eylemi, katılanların onur, şeref ve saygınlığını rencide etme maksadıyla söylenmediği, eleştiri niteliğinde olduğunun değerlendirilmesi gerektiği, hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı bu sebeple, Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin kabul ve gerekçesinde, yargılama sonuçlarına uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine ve incelenen dava dosyası içeriğine göre, bir hukuka aykırılık bulunmadığından BAM Cumhuriyet savcısı ve katılanlar vekillerinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.

V. KARAR
1. …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında ‘iftira’ suçundan kurulan hükümler bakımından;
5271 sayılı Kanun’un 286 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer verilen; “İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adlî para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararları”nın temyiz incelemesine tabi olmadığına ilişkin düzenleme ile incelemeye konu suçun, aynı Kanun’un 286 ncı maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında da bulunmadığı dikkate alındığında, katılanlar vekillerinin temyiz istemlerinin, 5271 sayılı Kanun’un 298 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca REDDİNE,
2. Sanıklar …, … ve … hakkında ‘hakaret’ suçundan kurulan hükümler bakımından;

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin, 29.11.2021 tarihli kararında BAM Cumhuriyet savcısı ve katılanlar vekilleri tarafından öne sürülen temyiz sebepleri ve 5271 sayılı Kanun’un 289 uncu maddesinin birinci fıkrası ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda hukuka aykırılık görülmediğinden 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin birinci fıkrası gereği, Tebliğnameye uygun olarak, oy birliğiyle TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKMÜN ONANMASINA,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.06.2023 tarihinde karar verildi.