Yargıtay Kararı 8. Ceza Dairesi 2020/916 E. 2020/12741 K. 08.06.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 8. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2020/916
KARAR NO : 2020/12741
KARAR TARİHİ : 08.06.2020

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hakkı olmayan yere tecavüz
HÜKÜM : Mahkumiyet

Gereği görüşülüp düşünüldü:
1- AİHM’ın kararlarında “hukuki kesinlik” (legal certainty) olarak belirlediği ilkeyi, AYM “hukuki belirlilik” ilkesi olarak tanımlamakta ve içeriğini geniş yorumlamaktadır. AYM hukuki belirlilik ilkesinin, hukuk devletinin asli unsurları arasında yer aldığını, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin ettiğini ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunduğunu saptamaktadır.
AYM’ye göre, hukuki belirlilik ilkesini de kapsayan hukuki güvenlik, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının içinde zımnen mevcut bir ilkedir. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlendiği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak bir ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüllerdir.
Hukuki belirlilik ilkesi gereğince, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. AYM’ye göre, belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye ne tür müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkanına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir.Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Nitekim usul kurallarının kendisinden veya yorumundan kaynaklanan öngörülemezlik ve belirsizlik mahkeme hakkı bakımından ihlallere yol açmıştır.
AYM’ye göre, birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi de, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir. AYM, tıpkı İHAM gibi, içtihat farklılıklarından kaynaklanan bu tür belirsizlikleri, adil yargılanma hakkının alt unsurları olan mahkeme hakkı gibi diğer hak ve ilkeler çerçevesinde değil, doğrudan hukuki belirsizlik ilkesi çerçevesinde ele almaktadır.
AİHM’ın kararlarına göre de; belirsizlik, ister yasal ister idari veya yetkili otoritelerin uygulamasından kaynaklansın, devletin davranışını incelerken gözönünde bulundurulması gereken bir faktördür. Mahkeme kararları arasında ısrarlı bir çatışma olması, yargısal sisteme yönelik toplum güvenini azaltan bir hukuki belirsizlik durumu yaratır, toplum güveni hukuk devleti üzerinden şekillenen bir devletin temel bileşenidir. (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye 56, 57)
İnsanları suç işlemekten vazgeçiren cezaların, suç ağırlığı ve kusur derecesi ile orantılı olması çağdaş ceza hukukunun gereğidir. Bu ilkenin vücut bulduğu 5237 sayılı TCK.nın 3. maddesinin 1. fıkrasında, “suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığı ile orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında dosyanın incelenmesinde, sanığın, hakkı olmayan yere tecavüz suçundan 26.03.2018 tarihli bozma öncesinde verilmiş olan ilk hükmünde, suçun işleniş biçimi, sanığın amacı ve suçun işlendiği yere göre hakkında TCK.nın 154/2 delaletiyle 154/1. maddesi gereğince 6 ay hapis ve 5 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesine ve sanığın temyizi üzerine Yargıtay denetiminde orantılılık ilkesine bir aykırılık görülmemesine rağmen, bozma ilamı sonrası verilen hükümde, hukuki güvenlik ilkesine gerekse orantılılık ilkesine aykırı olarak makul bir değişiklik gerekçesi gösterilmeden sadece suçun işleniş şekli, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, suçun işlendiği yer ve zaman, sanığın suç işleme eğilimi esas alınarak temel cezanın 2 yıl hapis ve 500 gün adli para cezası olarak belirlenmesi,
2- Sanığa yüklenen suçun kesintisiz suçlardan olması nedeniyle, suç tarihinin hukuki kesintinin gerçekleştiği 14.11.2014 iddianame tarihi olacağı gözetilmeden, gerekçeli karar başlığında 01.10.2018 olarak yazılması,
3- Kazanılmış hak ilkesi uygulanırken uygulama maddesinin belirtilmemesi suretiyle 5271 sayılı CMK.nın 232/6. maddesine aykırı davranılması,
4- CMUK.nın 326/son maddesi uyarınca kazınılmış hak nedeniyle cezanın 3.600 ve 100 TL adli para cezası üzerinden infaz olunacağının belirtilmesi ile yetinilmesi gerekirken, sonuç cezaların 3.600 ve 100 TL adli para cezası olarak tayin edilmesi,
Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 08.06.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.