YARGITAY KARARI
DAİRE : 7. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2023/2202
KARAR NO : 2023/2998
KARAR TARİHİ : 31.05.2023
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2021/372 E., 2022/43 K.
DAVA TARİHİ : 20.04.2016
KARAR : Davanın kabulüne
Taraflar arasında İlk Derece Mahkemesinde görülen ve istinaf incelemesinden geçen tapu kaydındaki şerhin terkini davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairece Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkiline ait ve üzerinde davalı taraf Maliye Hazinesi adına “zuhur eden fazlalık şerhi 9417 m² fazlalık maliye hazinesi aittir” bulunan 10345 ada 4 parsel, 10349 ada 2 parsel, 10351 ada 2 parsel, 10352 ada 2 parsel, 10358 ada 2 parsel, 10398 ada 2 parsel ve 10404 ada 3 parsel sayılı taşınmazlarda hissedar olduğunu beyanla şerhin kaldırılmasını talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekil cevap dilekçesinde; davanın zamanaşımına uğradığını, Hazineye husumet yöneltilemeyeceğini, davanın haksız olduğunu belirterek reddini istemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 14.12.2017 tarihli ve 2016/246 Esas, 2017/484 Karar sayılı kararıyla; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun geçici 4 üncü maddesinin 3 üncü bendi gereği hak düşürücü süre geçmiş olması nedeni ile davanın usulden reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin 14.12.2017 tarihli kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 29.04.2019 tarihli ve 2019/280 Esas, 2019/580 Karar sayılı kararıyla;
dava konusu taşınmazların kök tapu kayıtlarına ait kadastro tespit tutanaklarının incelenmesinde kadastro tespitlerinin 01.02.1955 tarihinde kesinleştiği, dava konusu taşınmazlar ile revizyon gören tapu kayıtlarında da aynı belirtmenin yapıldığı ve bu belirtmenin kadastro tutanağına da işaretlendiği, eldeki davanın 20.04.2016 tarihinde açıldığı; eldeki uyuşmazlıkta kadastro tutanağı kesinleşmiş, 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş olduğundan davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 10.10.1987 tarihinden sonraki bir yıl içinde yani 10.10.1988 tarihine kadar açılmış olması gerekirken 20.04.2016 tarihinde açıldığını belirterek hak düşürücü sürenin varlığı nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin 29.04.2019 tarihli kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Dairenin 06.10.2021 tarihli, 2021/335 Esas, 2021/1601 Karar sayılı bozma ilamında; dava konusu taşınmazların imar parseli olup evvelinin 1178 ada 13, 14, 28, 29, 32, 35 parsel ile 1183 ada 14 parsel sayılı taşınmazlar olduğu, bu parsellerin kadastro tutanağının 01.02.1955 tarihinde kesinleştiği, 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanununun 23 üncü maddesi uyarınca dava konusu taşınmazlardaki tapu kaydının beyanlar hanesine 9417 m2 fazlalığın Hazine’ye ait olduğuna dair şerh düşüldüğü, 3402 sayılı Kadastro Kanununda öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde ve aynı yasanın geçici 4/3 üncü maddesindeki 1 yıllık sürede Hazine tarafından dava açılmadığı, şerhin hukuki dayanağının kalmadığının açık olduğu;
Bu durumda, yasal dayanağı kalmadığı halde beyanlar hanesinde gösterilen bu kaydın terkini istemli davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi gereğince temyiz olunan Adana Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
B. İlk Derece Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile dava konusu taşınmazların niteliği itibariyle imar parseli olduğu, daha önce 1178 ada 13, 14, 28, 29, 32, 35 parsel ile 1183 ada 14 parsel sayılı taşınmazlar olduğu, 2613 sayılı Kanun 23 üncü maddeye göre dava konusu taşınmazlardaki tapu kaydının beyanlar hanesine söz konusu şerhin düşüldüğü, 3402 sayılı Kadastro Kanununda ön görülen sürelerde davalı Hazine tarafından dava açılmadığı anlaşıldığından şerhin hukuki dayanağının kalmadığı ve terkin edilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulü ile, Adana ili, Seyhan ilçesi, Zincirlibağlar Mahallesi, 103045 ada 4 parsel, 103049 ada 2 parsel, 103051 ada 2 parsel, 103052 ada 2 parsel, 103058 ada 2 parsel, 103098 ada 2 parsel, 104004 ada 3 parsel sayılı taşınmazların beyanlar hanesinde kayıtlı “Zuhur eden 9417 m² fazlalık maliye hazinesi aittir” şerhinin terkinine karar verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1. Davaya konu şerhin Kadastro çalışmaları neticesinde konulmuş olduğunu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2009/14-12 Esas, 2009/79 Karar sayılı kararında; hak düşürücü sürenin 3402 sayılı Kanunun 4/3 maddesinde öngörülen süre olduğunu hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini,
2. Davaya konu şerhin tarihinin tapu kayıtlarından belli olmadığı gerekçesiyle yapılan itirazın ise taşınmazı tapu kütüğüne uygun olarak düzenlemek ve kayıt oluşturmak zorunda olan idareye karşı ileri sürülmesi gerektiği ilkesi gereği iş bu davanın husumet yönünden reddi gerektiğini ileri sürmüştür.
C. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. Türk Medeni Kanununun 1012 nci ve Tapu Sicil Tüzüğünün 60 ila 64 üncü maddelerinde yedi bölüm olarak düzenlenen “Beyanlar” gerek tescillerden, gerekse şerhlerden farklıdır. Kütüğün beyanlar hanesine işlenen kayıt, kural olarak ne bir ayni hak ihdas eder, ne de şahsi bir hakkı güçlendirmeye yarar. Beyanların fonksiyonu, gayrimenkulle ilgili bazı fiili veya hukuki durumlara ya da zaten mevcut bulunan bazı haklara aleniyet sağlamaktan ibarettir.
2.“Beyanlar” başlıklı 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1012 nci maddesi hükmü “Bir taşınmazın eklentileri, malikin istemi üzerine kütükteki beyanlar sütununa yazılır. Bu kaydın terkini, kütükte hak sahibi görünen bütün ilgililerin rızasına bağlıdır. Taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer hususlar tüzükle belirlenir. Özel kanun hükümleri saklıdır” şeklindedir. Yasanın sözü edilen bu hükmü uyarınca genellikle tapu kütüğüne yazılarak alenileştirilmesinde fayda umulan hukuki ilişki ve fiili durum şeklinde tarif edilen her beyanın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterebilme olanağı yoktur. Başka bir anlatımla, tapu kütüğünün beyanlar hanesine “beyanda” bulunulabilmesi için ya Türk Medeni Kanununda bir hüküm olması veya özel kanunlarda bu konuda bir hükme yer verilmesi, yahut Tapu Sicil Tüzüğünde bir düzenleme yapılmış olması gerekir.
2. Değerlendirme
Davacı dava konusu 10345 ada 4, 10349 ada 2, 10351 ada 2, 10352 ada 2, 10358 ada 2, 10398 ada 2 ve 10404 ada 3 parsel sayılı taşınmazlarda hazine lehine yer alan fazlalık şerhinin terkinini talep etmiştir. Dosyaya celbedilen 10345 ada 4, 10349 ada 2, 10351 ada 2, 10352 ada 2 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının incelemesinde davacının hissedar olmadığı anlaşılmakla; bu 4 taşınmaz yönünden şerhin terkinini istemekte hukuki yararı kalmadığı gözönüne alınarak davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Temyiz olunan İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının sair REDDİNE,
Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine,Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,
31.05.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, tapu kaydından miktar fazlalılığı şerhinin terkini istemine ilişkindir.
Hemen belirtilmelidir ki; dava açıldıktan sonra da sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu mal veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi tasarruf serbestisi kuralının bir gereği, hak sahibi veya malik olmanın da doğal bir sonucudur.
Dava konusu yapılmış olan mal veya hakkın başkasına devredilmesi ile o mal veya hakka bağlı olan dava hakkı da birlikte devredilmiş sayılır. Dava sırasında dava konusunu başkasına devreden tarafın, artık dava konusu üzerinde bir tasarruf yetkisi (hakkı) kalmaz. Başka bir anlatımla, dava konusu devreden tarafın, artık o davada taraf sıfatı kalmaz. Dava konusunu başkasına devretmiş olan tarafın, davaya taraf sıfatıyla devam etmesine veya kendisine karşı davaya (eski hâli ile) devam edilmesine olanak yoktur. Bununla birlikte, dava sırasında dava konusu malın veya hakkın bir üçüncü kişiye devredilmesi, bir taraf usul işlemi olarak, mevcut dava üzerinde ne şekilde etkileri olacağı usul hukukundaki “dava konusunun devri” ile çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Medenî usul kanunlarında düzenlenmiş olan dava konusunun devri kurumu sayesinde, salt taraflardan birinin dava sırasında dava konusu malı veya hakkı bir üçüncü kişiye devretmesi hâlinde, davanın sıfat yokluğundan esastan reddedilmesinin önüne geçilmiştir (Börü, Levent: Dava Konusunun Devri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk (Medeni Usul Ve İcra-İflâs Hukuku) Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2012, s. 32- 37). Bu durum, devre kadar elde edilmiş hukukî sonuçlar da korunarak yargılamanın ucuz, basit ve çabuk olması ilkelerini kapsayan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 141/4 ve HMK’nın 30 uncu maddesinde yer verilen yargılamaya hakim olan “usul ekonomisine” de hizmet etmektedir.
Öte yandan dava konusunun devri kurumu, hukukî dinlenilme hakkı ile sıkı bir ilişki içindedir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasa’nın 36 ncı maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesinde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir (Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2020 tarihli ve 2017/4-1498 Esas, 2020/791 Karar sayılı kararı).
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde hukukî dinlenilme hakkı ayrıca düzenlenmiş olup; davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir (HMK m. 27/2). Görüldüğü üzere, hukukî dinlenilme hakkı bilgilenme hakkı, açıklama hakkı, dikkate alınma hakkı unsurlarına sahip olup, dava konusunun devri kurumu, her üç unsurla da yakından ilişkilidir. Çünkü dava konusunun devri ile maddi ve usulî düzeyde değişiklikler gerçekleşeceğinden devralan (hukukî halefin), devredenin (selefin) ve karşı tarafın hukukî dinlenilme hakları ihlal edilmeden karar verilmelidir.
Usul hukukumuzda da ayrık durumlar dışında dava konusu mal veya hakkın davanın devamı sırasında devredilebileceği kabul edilmiş ve HMK’nın 125 inci maddesinde (HUMK m.186) dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki hâlinde yapılacak usulü işlemler düzenlenmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125 inci maddesinde; “(1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:
a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.
(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan madde hükmü, dava konusunun dava sırasında el değiştirdiği bütün hâllerde uygulanır. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere, dava açıldıktan sonra iki taraftan biri dava konusunu bir başkasına devrettiği takdirde, bu devrin usul hukuku bakımından doğuracağı sonuçlar devreden tarafın hangi taraf olduğu esas alınarak ayrı ayrı düzenlenmiştir.
Maddenin ikinci fıkrası gereğince davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilirse, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve davaya kaldığı yerden itibaren devam eder. Başka bir anlatımla HMK’nın 125/2 nci maddesinde, davacı tarafından dava konusunun üçüncü kişiye devredilmesi hâlinde, devralan üçüncü kişinin, hukuk gereği (ipso iure) davacı sıfatı ve buna bağlı olarak davayı takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği kabul edilmiştir.
Davacının dava konusunu devretmesi durumunda, davalının tercihi aranmadan, devralan, davacının yerine kendiliğinden geçerek yargılama aşamasında her zaman davada taraf sıfatını kazanacaktır. Eş deyişle HMK’nın 125/2 nci maddesinde, davalıya birinci fıkradakine benzer seçimlik haklar tanınmamış; devir alan kişinin davacının yerine geçmek suretiyle davaya kaldığı yerden devam edeceği ilkesi getirilmiştir. Dava konusu hangi aşamada devredildiyse, o andan itibaren devralan kişi davanın tarafı hâline gelecektir. (Hukuk genel Kurulunun 31.05.2022 tarihli ve 2018/(14)7-30 Esas, 2022/782 Karar ile 22.11.2022 tarihli ve 1-851/1557 sayılı kararları)
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacının dava tarihi itibariyle dava konusu 10345 ada 4 sayılı parselde B Blok 2,3,7 ve 8 No.lu bağımsız bölümlerin, 10349 ada 2 sayılı parselde A Blok 1,15, 17, B2 Blok 1 ilâ 11, B4 Blok 12, 13 ve 17 nolu bağımsız bölümlerin maliki ve yine çekişmeli diğer 10351 ada 2, 10352 ada 2, 10358 ada 2, 10398 ada 2 ve 10404 ada 3 parsel sayılı taşınmazlarda paydaş iken, gerek dosyada mevcut tapu kayıtları gerekse UYAP üzerinden yapılan tapu sorgulamasına göre, davacının anılan taşınmazlardaki mülkiyet haklarını yargılama sırasında dava dışı 3 üncü kişilere temlik ettiği gibi bazı taşınmazlarda da davaya konu fazlalık şerhlerinin terkin edildiği görülmektedir.
O halde, mahkemece dava konusu taşınmazların şerh ve beyanlar ile tüm intikalleri gösterir şekilde tapu kütük sayfaları getirtilerek fazlalık şerhlerinin terkin edilip edilmediğinin kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya konulması ve şerhin terkin edildiği taşınmazlar bakımından davanın konusunun kalmadığının dikkate alınması, şerhin mevcut olduğu ve davacının temlik ettiği taşınmazlardaki en son malikler yönünden de HMK’nın 125 inci maddesi uyarınca işlem yapılması gerekirken re’sen gözetilmesi gereken bu hususlar dikkate alınmadan yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Hal böyle olunca, yukarıda açıkladığım nedenlerle ilk Derece Mahkeme kararının bozulması görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.