YARGITAY KARARI
DAİRE : 7. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/7024
KARAR NO : 2022/7852
KARAR TARİHİ : 19.12.2022
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi
İLK DERECE
MAHKEMESİ : İstanbul 15. Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 29.01.2013 tarihinde verilen dilekçeyle tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; tapu iptali ve tescil talebinin reddine, tazminat talebinin kısmen kabulüne dair verilen 18.12.2020 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davacı vekili ve davalılar vekili tarafından talep edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince istinaf talebinin esastan reddine dair verilen kararın davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
K A R A R
Davacı vekili, müvekkilinin tek malvarlığı olan Şişli ilçesi, … Mahallesi, 958 ada, 5 parsel 5 nolu bağımsız bölümü satarak birden fazla daha küçük taşınmaz edinmeyi ve kiraya vermeyi düşündüğünü, bu hususu kızları olan davalılara açtığını, onların da onayını aldığını, taşınmazı 17.09.2012 tarihinde 890.000,00 TL’ye sattığını, davalılara güvenerek 800.000,00 TL’sini davalı …’in Yapıkredi Bankası’ndaki hesabına, kalan 90.000,00 TL’yi ise davalı …’e elden olacak şekilde verdiğini, davalıların bu parayla davacı adına taşınmazlar satın alınmasını beklerken, davalı …’in anlaşmaya aykırı şekilde müvekkilden aldığı paralarla Beşiktaş … Mahallesi 321 ada, 82 parsel, 3 ve 4 nolu dükkanları, Şişli ilçesi, Şişli Mahallesi, 1024 ada 40 parsel 9 nolu bağımsız bölümü ve Şişli … Mahallesi, 9919 ada 1 parsel 2 nolu bodrum kat dükkan vasıflı taşınmazı kendi adlarına satın aldıklarını, kızlarının babasına taşınmaz satın alacağına güvenerek bu paranın davalılara teslim edildiğini ancak, geri verilmediğini belirterek öncelikle davalılar adına kayıtlı bulunan taşınmazların tapu kayıtlarının iptal edilerek davacı adına tesciline, bu talep mümkün görülmez ise TBK’nın 112. maddesine göre davalılara verilen 890.000,00 TL’nin tapuya tescil tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili, davacının davalılara herhangi bir para ödemesi yapmadığını, dava dilekçesinde belirtilen taşınmazların davalılar tarafından kendi birikimleri ile iktisap edildiğini belirterek davanın reddini istemiştir.
İlk derece mahkemesince davacının tapu iptali ve tescile yönelik talebinin sabit olmadığından reddine, davacının alacağa yönelik davasının kısmen kabulü ile 700.000,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan yarı oranında alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
İlk derece mahkemesi kararına karşı, davacı vekili ile davalılar vekili tarafından istinaf isteminde bulunulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince tarafların başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Bilindiği üzere Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 26. (818 s. BK md.19.) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir.
İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir … ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi bulunduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme … sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
Öte yandan; vekalet sözleşmesi vekil ile vekil eden arasında özel … ilişkisine dayalı olarak kurulan bir sözleşme olup vekil, vekil edenin menfaatine iş görmekle yükümlüdür.
Taraflar karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanı ile sözleşme yapabilecekleri gibi TBK 503. madde kapsamında örtülü irade beyanı ile de vekalet sözleşmesi kurulabilir.
Kural olarak vekalet sözleşmesinde şekil şartı bulunmamaktadır ancak, taşınmaz satışı gibi özel hallerde sözleşmenin resmi biçimde yapılması zorunludur.
Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında somut olayda; davacının dava açarken bildirdiği maddi vakıalarda davalı kızlarına kendi adına taşınmaz alımı için vekalet verdiği ancak, taşınmazların davalılar adına alındığı ileri sürülmüştür.
Bundan ayrı, bilindiği üzere, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 285. maddesinde bağışlama sözleşmesi “bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmış, 290. maddesinde de koşullu bağışlamaya yer verilmiş buna göre; “bağışlamanın bir koşula bağlanarak” yapılabileceği ifade edilmiştir. 288. maddesinde “bir taşınmazın veya taşınmaz üzerindeki ayni bir hakkın bağışlanması sözü vermenin geçerliliği ancak resmi şekilde yapılmış olmasına bağlıdır”, “şekle uyulmaması sebebiyle geçersiz olan bağışlama sözü verme, bağışlayan tarafından yerine getirildiğinde elden bağışlama hükmündedir. Ancak geçerliliği resmi şekle bağlanmış olan bağışlamalarda bu hüküm uygulanmaz” düzenlemesine yer verilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 705. maddesine göre de, taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Türk Medeni Kanununun 706. maddesinde de “taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması resmi şekilde düzenlenmiş olmalarına bağlıdır” düzenlemesine yer verilerek taşınmaz mülkiyetinin devri amacıyla yapılan sözleşmelerin resmi şekilde yapılmasının geçerlilik şartı olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Bağıştan dönme (rücu) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 295. (818 sayılı Borçlar Kanununun 244.) maddesinde aynen; “Bağışlayan, aşağıdaki durumlardan biri gerçekleşmişse, elden bağışlamayı veya yerine getirdiği bağışlama sözünü geri alabilir ve bağışlananın istem tarihindeki zenginleşmesi ölçüsünde, bağışlama konusunun geri verilmesini isteyebilir:
1. Bağışlanan, bağışlayana veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse.
2. Bağışlanan, bağışlayana veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan … yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa.
3. Bağışlanan, yüklemeli bağışlamada haklı bir sebep olmaksızın yüklemeyi yerine getirmemişse.” şeklinde hükme bağlanmıştır.
Tüm bu açıklamalara göre somut olayda; davacı tarafından 800.000,00 TL’nin banka havalesi ile 90.000,00 TL’nin ise elden davalılara verildiği iddia edilmekte ise de; bu iddia usule uygun bir delille ispatlanmış değildir. Davalılar adına alınan, dava konusu taşınmazların, davacının gönderdiğini iddia ettiği paralarla alındığına ve istenildiği takdirde taşınmazların davacıya iade edileceğine dair yazılı bir belge bulunmadığından, dosya kapsamında inançlı işlem varlığından bahsedilemeyecektir.
Öte yandan, davacı tarafından davalılara verilmiş bir vekaletname de bulunmadığından, vekaletin kötüye kullanılması da söz konusu değildir.
Bundan ayrı; davalılardan Zeynep, 18.12.2020 tarihli celsede davacı tarafından taşınmazların bağış yoluyla davalılara verildiğini beyan etmişse de; taşınmazların bağış yoluyla temlikinin geçerliliği resmi şekil şartına bağlıdır. Ortada resmi olarak yapılmış bir bağış sözleşmesi yoktur. Dolayısıyla, dava konusu taşınmazların bağış yoluyla devredildiği de söylenemez. Bir an için taşınmazların bedelinin davacı tarafından bağış amacıyla verildiği kabul edilse dahi, bu kez 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 295. (818 sayılı Borçlar Kanununun 244.) maddesi gereğince bağıştan rücu şartlarının oluşması halinde, davacı verdiği parayı geri alabilirdi. Ne var ki, somut olayda bağıştan rücu koşulları da oluşmuş değildir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda; davacı tarafından iddia olunan vakıalar ispatlanamadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile HMK 373/1. maddesi gereğince temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, yerel mahkeme hükmünün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, dosyanın İLK DERECE MAHKEMESİNE, karardan bir örneğin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, 19.12.2022 tarihinde oy birliği ile olarak karar verildi.