Yargıtay Kararı 7. Hukuk Dairesi 2021/4211 E. 2022/2455 K. 30.03.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 7. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/4211
KARAR NO : 2022/2455
KARAR TARİHİ : 30.03.2022

7. Hukuk Dairesi
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 13/05/2009 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil talebi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyularak yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 21/01/2020 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı … vekili ve davalı … tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, TMK’nın 713/2 maddesindeki ölüm ve zilyetlik nedeniyle tapu kaydının iptali ile tescil, olmadığı takdirde muhdesatın beyanlar hanesine şerhi ve muhdesat bedelinin davalılardan tahsil istemine ilişkindir.
Mahkemece davacı tarafın tapu iptali ve tescil ile beyanlar hanesine muhtesadın şerhine ilişkin taleplerinin reddine, taşınmaz üzerinde bulunan ağaçlar nedeniyle 2950,00 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine, davacı tarafın fazlaya ilişkin talebin reddine, dair verilen kararın davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 31.10.2016 gün 2016/14300- 15847 E.K. sayılı ilamı ile “Kural olarak tapulu bir taşınmazın zilyetlik yoluyla kazanılması mümkün değilse de kanunun istisnai olarak belirttiği hallerden biri de 4721 sayılı TMK’nun 713/2.maddesindeki düzenlemedir. Buna göre tapu malikinin ölüm tarihinden itibaren aynı maddenin 1. fıkrasındaki koşullarda zilyet olunması durumunda tapu kaydı iptal edilerek zilyet adına tescil edilir. Dosya arasında bulunan tapu maliki …,…’un, davalıları mirasçı bırakarak 1337 tarihinde öldüğü, taşınmazın başında yapılan 11.03.2013 tarihli keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve davacı tanıkları beyanlarında davacıların ve miras bırakanları … ‘nun 50-60 yıldan beri malik sıfatıyla zilyet olduğunu, üzerindeki bademleri davacının diktiğini açıklamışlardır. Tüm bu açıklamalara göre, dava konusu taşınmazın intikal tarihi olan 04.06.2004 tarihinden geriye doğru davacılar lehine zilyetlikle kazanma koşulları oluşmuştur. Her ne kadar mahkemece davacıların zilyetliklerinin iyi niyetli olmadığı gerekçe yapılmış ve ayrıca davacının satın almasını kanıtlamayadığı belirtilmişse de, bu tür davalarda davacının malik sıfatıyla davasız aralıksız en az 20 yıl süreyle zilyet olması kazanmak için yeterli olup, zilyetliğin başlangıcının kanıtlanmasına veya zilyetliğin iyi niyetli şekilde sürdürülmesine gerek bulunmamaktadır. Yargıtay’ın ve Dairemiz’in kökleşmiş uygulamaları bu yöndedir.” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda; davanın kabulü ile dava konusu taşınmazın, Hazine dışındaki diğer davalılar yönünden dava konusu taşınmazdaki paylarının iptali ile Kayseri 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 26/12/2008 tarih 2008/444 E. 2008/278 K. Sayılı mirasçılık belgesindeki payları oranında davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Hüküm davalı … tarafından esas; Hazine vekili tarafından ise yargılama gideri yönünden temyiz edilmiştir.
Dava konusu 483 ada 3 parsel 28.02.1955 tarihinde kadastro yoluyla …,… adına tescil edildikten sonra 17.12.2003 tarihinde tashih yoluyla …, … adına tescil edilmiş, 04.06.2004 tarihinde verasette iştirak şeklinde tapu malikinin mirasçıları sıfatıyla Hazine ve davalı gerçek kişiler adına tescil edilmiş, tapu halen adı geçenler adına kayıtlıdır.
1. Davalı …’un temyiz itirazlarının incelenmesinde; yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve dosya kapsamına göre davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2. Davalı … vekilinin yargılama gideri ve vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarına gelince;
TMK’nın 713/2. maddesinde yer alan ölüm hukuki sebebine dayalı uyuşmazlıklarda davanın başarıya ulaşması halinde kayıt malikinin mirasçıları olan davalı gerçek kişiler yargılama giderlerinden sorumlu tutulamazlar. Mahkemece bu hususun gözden kaçırılarak harç, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davalılardan alınmasına karar verilmiş olması hatalıdır. Ancak bu hatanın düzeltilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden; hüküm fıkrasının 2. 3. ve 4. bendinin hüküm fıkrasından çıkarılmasına, yerine 2. bent olarak; “Karar tarihi itibariyle alınması gereken 47.536,42 TL harçtan, davacı tarafça peşin yatırılan 270 TL harç ile 11.614,10 TL harçtan mahsubu sonucu bakiye kalan 35.652,32 TL harcın davacılardan tahsili ile hazineye irat kaydına,…”, 3. bent olarak; “… davanın niteliği gereği davacı taraf lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına …” 4. bent olarak; “… Davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin davacı taraf üzerinde bırakılmasına…”, cümlelerinin eklenmesine ve hükmün düzeltilmiş bu şekliyle onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) numaralı bent uyarınca davalı … vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün HUMK’nun 438/7. maddesi gereğince DEĞİŞTİRİLMİŞ ve DÜZELTİLMİŞ bu şekliyle ONANMASINA, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, 30/03/2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

KARŞI OY
Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesinin 2. fıkrasında düzenlendiği halde, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen “..ölmüş” hukuksal sebebine dayalı tapu iptal ve tescil isteminden ibarettir.
Dava konusu taşınmaz, tapuya kayıtlı olup tapu maliki dava tarihinden önce ölmüş ise de, yasal mirasçıları mevcut olup davada da kendilerine husumet yöneltilmiştir.
Tapuda kayıtlı bir taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı ile iktisab edilebilmesi için yasalarda dayanağının olması ve yasada öngörülen koşulların zilyet yararına oluştuğunun mahkemece sabit görülmesi gerekir.
Esasında; tapu maliki ölmüş ise zilyet lehine zilyetlikle kazanım, gerek mülga 743 sayılı Türk Medenisi Kanununun 639. maddesine ve gerekse de 1 Ocak 2002 günü yürürlüğe giren Türk Medeni Kanununun 713. maddesinde düzenlenmişti.
Ne var ki, TMK yürürlükte iken yasanın 713. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğü, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi gerekçesinde özetle şu hususlara değinmiştir. “Tapuya kayıtlı bir taşınmazın malikinin ölmesi halinde, bu taşınmazın sahibi mirasçılarıdır. Mirasçılar bu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını mirasbırakanın ölümü ile birlikte kanun gereğince tescile gerek kalmadan kazanmaktadırlar. Hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının “zaman ötesi” niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medeni Kanun tarafından bir taşınmaz malikinin mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl boyunca kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kestiğini göstermiş olsa bile, o taşınmazla aralarındaki hukuksal ilişkinin sona erdiği anlamına gelmez. Mirasçıların devam eden mülkiyet hakkı, taşınmazı fiilen kullanma hakkını içerdiği gibi kullanmama hakkını da içerir. Mülkiyet hakkının mutlaklığı ve tapu sicilinin aleniyeti karşısında, itiraz konusu sözcük uyarınca, zilyedin mirasçılara ait olan mülkiyet hakkını tanımayarak, tek yanlı olarak ortadan kaldırmasına olanak tanınması, mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı gibi, kazanılmış hak ve hukuki güvenlik ilkelerini de ihlal etmektedir.”
Değerli çoğunluk ile görüş ayrılığı ise, 17.03.2011 tarihi itibariyle henüz kesinleşmemiş veya bu tarihten sonra açılan davalarda anılan …”ölmüş” hukuksal sebebine dayalı olarak açılan davaların dinlenip dinlenmeyeceği hususundan ibarettir.
Değerli çoğunluk, Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmişe yürümeyeceğini ve aynı maddenin 5. fıkrasında yer alan mülkiyetin, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılacağı cümlesine dayanmaktadır.
Ancak sayın çoğunluğun bu görüşüne katılmak mümkün değildir. Şöyle ki;
Her şeyden önce, 28.11.1956 tarih ve 15/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda, “… her davada açıldığı tarihte tespit edilen vaziyet hükme ittihaz olunması iktiza eylemesine…” denilmek suretiyle, davanın, açılmasına kadar gerçekleşen hukuki ve maddi vakıalara göre sonuçlandırılması gerektiği benimsenmiştir.
Bu durumda, dava tarihinde Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edilmiş ve yürürlükte olmayan bir hükmün eldeki davada uygulama imkanı olabilir mi ?
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen yasa maddelerinin uygulamaya etkileri konusunda yüksek mahkeme kararlarına bakıldığında bu konuda bir tereddüt olmadığı ortadadır. Bu kararlardan bir kısmını hatırlatmakta fayda vardır:
Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, ancak henüz devam eden uyuşmazlıkların iptal kapsamında bulunacağı açıktır. (Yargıtay İçtihatları Birleştirme 10.03.1969 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçe bölümünden)
Yargıtay Dairelerinin geriye yürümez cümlesinin nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin dayanak olarak gösterdikleri Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 sayılı Kararı aynen şöyledir: “…Aynı durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. İptal kararlarının ileriye yönelik “derhal” etkisi tartışmasız biçimde ortaya çıkar. Böylece, Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen bir yasanın geleceğe yönelik tüm etkilerinin kaldırılması ve iptal kararına uyulması tüm devlet kuruluşlarınca kaçınılmaz bir zorunluluktur. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasanın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulanma alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece ortaya çıkmakta ve “İptal kararları geriye yürümez.” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır.
Anayasanın 153. maddesinde “iptal kararları geriye yürümez” hükmü, iptal kararlarının kesinleşen işlemlere etki etmeyeceği anlamında olup, elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda “geriye yürümeme kuralı” uygulanamaz. Diğer bir anlatımla; bir davada uygulanması gereken kanun maddesi başka bir dava vesilesi ile iptal edilmiş ise, bu madde artık eldeki davada da uygulanamaz. Zira davanın yasal dayanağı kalkmıştır ve davacının iptal edilen maddeden dolayı sağlayacağı hukuki yararı da kalmamış olur (Hukuk Genel Kurulunun 17.05.1989 tarihli ve 1989/10-250 Esas, 1989/361 Karar)
İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmün, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesi iptal kararına uymak zorunda olup, iptal edilen yasa maddesine dayanarak karar veremezler. İtiraz yoluna başvuran mahkemenin verilecek olan iptal kararı ile bağlı olması, diğer mahkemeler bakımından da aynı etkiyi haizdir. Sadece başvuran mahkeme açısından iptal kararının geriye yürüyeceğinin kabulü, uygulanacak olan norm bakımından mahkemeler arasında eşitsizlik doğuracaktır. Tüm mahkemelerin itiraz yoluna başvurması da beklenemeyeceğinden, uyuşmazlığa dair iptal kararının diğer mahkemelerde derdest olan davalar bakımından da uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. (Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 25.02.2020 tarihli 2016/14462 Esas, 2020/2965 Karar)
Anayasanın 153/5. maddesi uyarınca “iptal kararları geriye yürümez” hükmü kesinleşen işlem ve kararlara ilişkin olup elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda “geriye yürümeme kuralı” uygulanmaz. Diğer bir deyişle, bir davada uygulanması gereken bir kanun maddesi iptal edilmiş ise eldeki davada artık uygulanmaz. (Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 01.03.2017 tarihli 2016/12107 Esas, 2017/3022 Karar )
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içerdiğinden mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerekmektedir. (Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 08.06.2015 tarihli 2015/1380 Esas, 2015/12673 Karar )
Anayasanın 153. maddesine göre yasama, yürütme ve yargı organları için bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararının, bu karardan önce açılmış bulunan ve henüz sonuçlanmamış olan tüm davalara uygulanması gerekmektedir. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 29.04.2015 tarihli 2013/826 Esas, 2015/1654 Karar )
Yukarıda alıntı yapılan yüksek mahkeme kararlarından da açıklandığı üzere, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında derdest tüm davalarda etkisini göstermeli ve iptal edilen kanun maddesinin kesinlikle uygulanmaması gerektiği izahtan varestedir.
6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi uyarınca Hakim, Türk hukukunu resen uygular. 06.1958 gün 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi; bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir Bir davada olayları belirtmek ve açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme Hakime aittir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifade ile Hakim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
Bu durumda, ölmüş kişi adına kayıtlı taşınmazın 3. kişiler tarafından zilyetlikle iktisabına ilişkin yasa hükmü dava tarihi itibariyle artık yürürlükte olmadığına göre yollamalara dayanılarak canlandırmak ve zorlama yorumlarla uygulamaya çalışmak mümkün olmamalıdır.
TMK 713/2 maddenin başında “…aynı koşullar altında” denilmesi nedeniyle 2. fıkra koşullarının 1. fıkraya yollama yapılması nedeniyle aynı statüye tâbi olduğu yönündeki gerekçeye katılmak da mümkün değildir.
Aynı koşullar altında ibaresinden kastedilen ve kanun koyucunun tekrardan kaçındığı husus …”davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi,” cümlesi olup bu yollama maddenin diğer koşullarına ve hele hele diğer fıkralara teşmil edilemez.Aksi düşünce maddenin 3. fıkrasındaki husumetin kime yöneltileceği ve 4. fıkradaki ilanların da yapılması gerektiği anlamı çıkar ki bu da tapula taşınmazlar için davanın niteliği ile bağdaşmaz.
Kaldı ki, yasanın 2. fıkrasındaki ölmüş hukuksal sebebine dayalı açılan davanın görülebilmesi mümkün olamayacağından mülkiyetin ne zaman kazanılacağına ilişkin 5. fıkrasına da müracaat etmek de anlamsızdır.
04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımıyoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK’nın 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır. Ancak bu içtihadı birleştirme kararının 713. maddenin 5. fıkrasının yürürlüğe girmesiyle hükmü kalmamıştır.
Ancak yeri gelmişken belirtmekte fayda olduğundan, 3402 sayılı yasanın 13/B-c fıkrasında benzer hüküm olduğu bu maddeki “ölmüş” sözcüğü 03.05.2012 kabul tarihli, 18.05.2012 tarih ve 28296 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6302 sayılı Kanunun 4. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.TMK 713/5 fıkrasındaki benzer düzenleme 3402 sayılı yasada olmadığından 04.12.1998 tarihli 4/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı bu yasanın 10 yıllık hak düşürücü sürede açtığı davalarda verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlar olarak uygulanmasına devam edilmelidir.
TMK 713/5 maddesindeki “….Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur” cümlesi nedeniyle verilen kararın tespit edici olduğu ve 2. fıkra için de geçerli olduğu şeklindeki yoruma da katılmak mümkün değildir.
Oysa 5. fıkra “Son ilandan başlayarak üç ay ….” kelimeleri ile başlamakta olup 2. fıkrada ilan olmadığına göre bu fıkranın 1. fıkraya müstenid olduğu açıktır. 713. maddenin 5. fıkrasındaki hükmün getiriliş amacı, 1. fıkradaki tescil ilamı nedeniyle mülkiyetin ne zamandan itibaren hüküm ifade etmeye başlayacağına yöneliktir. Kaldı ki, tespit ve açıklayıcı nitelikte dahi olsa Mahkeme ilamı olmadan 3. şahıslara karşı bir hüküm ifade etmeyecektir. Ortada bir Mahkeme ilamı olmadığından kazanılmış haktan söz edilemeyecektir. 713. maddenin 5. fıkrasının getiriliş amacı TCK 154. maddesindeki hakkı olmayan yere tecavüz suçunu zilyetler lehine yorumlamak ile ecrimisil ve kira gibi hukuksal ilişkileri düzenlemek ve doktrindeki tartışmalara son vermek amacına yöneliktir.
Mirasçıların süresinde intikal işlemi yapmamaları nedeniyle şartları oluştuğu takdirde zilyede karşı hak ileri süremeyeceklerine yönelik gerekçenin de uygulama yeri kalmamıştır.
Daireler kararlarında aynen; “….yukarıda açıklanan koşullarda en az 20 yıl süre ile zilyet olunması ve bu süre içinde tapu kaydının intikal görmemesi gerekmektedir.” hükmüne yer vermektedir.
Mirasçıların başvurusu olmasa bile kanun koyucu 03.05.2012 kabul tarihli, 18.05.2012 tarih ve 28296 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6302 sayılı Kanunun 3. maddesiyle uygulamadaki tereddütleri gidermek için aşağıdaki düzenlemeye yer vermiştir.
“Ölüm tarihinden itibaren en geç iki yıl içinde tapu sicilinde miras intikalinin gerçekleşmemesi halinde tapu müdürlüğü, mirasçılık belgesi düzenlenmesi için yargıya başvurabilir. Tapu müdürlüğü mirasçılık belgesine göre tapu sicili kayıtlarını elbirliği mülkiyeti şeklinde tescil ederek güncelleştirir. Tapu müdürlüğünün bu yetki kapsamındaki başvuruları her türlü gider, vergi, resim veya harçtan muaftır.”
Tüm bu açıklamalar neticesinde; Yargıtay istikrarlı kararları ile tapuda kayıtlı taşınmazın harici satın alınmasına değer verilmediği halde, hiçbir bedel ödemeden işgal-zilyet edene mülkiyet hakkı verilmesi; mirasçılar arasında kazandırıcı zamanaşımı kabul edilmediği halde, kötüniyetli olsa dahi malik sıfatıyla zilyet olanı mülkiyet sahibi kılmak ve bunu da Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edildiği ortada iken ölmüş kişi adına kayıtlı taşınmazın tapusunun iptaline karar verilmesi mülkiyet hakkının açıkça ihlali olacaktır.
Açıklanan gerekçeler ile davanın kabulüne ilişkin mahkeme kararının bozulması gerektiği kanaatiyle değerli çoğunluğun düzelterek onama kararına katılamıyorum.