Yargıtay Kararı 7. Hukuk Dairesi 2021/2570 E. 2022/5518 K. 27.09.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 7. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/2570
KARAR NO : 2022/5518
KARAR TARİHİ : 27.09.2022

7. Hukuk Dairesi
MAHKEMESİ : Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
ASIL DAVADA
BİRLEŞTİRİLEN DAVADA
İLK DERECE
MAHKEMESİ : Mersin 6. Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 19.01.2016 ve 10.02.2016 tarihlerinde verilen dilekçelerle asıl davada satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, birleştirilen davada satış vaadi sözleşmesinin iptali talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine dair verilen 08.10.2020 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi asıl davada davalı, birleştirilen davada davacı vekili tarafından talep edilmiştir. Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince istinaf talebinin kabulüne, kararın kaldırılmasına ve yeniden hüküm tesisine dair verilen kararın Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi asıl davada davacı, birleştirilen davada davalı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 27.09.2022 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden asıl davada davacı, birleştirilen davada davalı vekili Av. … ile karşı taraftan asıl davada davalı, birleştirilen davada davacı vekili Av. … geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenin sözlü açıklaması dinlendi. Açık duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
K A R A R

I. DAVA

1.Asıl davada davacı … vekili dava dilekçesinde, davalı …’nın müvekkiline Mersin 10. Noterliğinin 12/12/2014 tarih ve 23006 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesiyle dava konusu 10150 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki 7931/9600 hissesini 260.000,00 TL bedel ile satmayı vadettiğini, satış bedelinin ödendiğini, sözleşmenim tapuya şerh edildiğini belirterek, dava konusu taşınmazda davalı adına kayıtlı 7931/9600 hissesinin müvekkili adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
2. Birleştirilen davada davacı … vekili Av…. dava dilekçesinde, müvekkilinin Konya İlinde yaşadığını ve Mersin İlinde adına kayıtlı birçok gayrimenkul bulunduğunu, davacının akrabası olan … ile bu gayrimenkulleri satın alacak kişiler bularak müvekkili ile komisyon karşılığında irtibat kurması hususunda anlaştıklarını ve müvekkilinin …’ye Konya 2. Noterliği 20/11/2014 tarih ve 18350 yevmiye numaralı vekaletname verdiğini, kısa bir süre sonra dava konusu 10150 ada 2 parsel sayılı taşınmazda davacı adına kayıtlı bulunan 7931/10150 hisseye … ve davacının ortak arkadaşının talip olduğunu, tarafların satış değeri olarak 2.000.000,00 TL’ye anlaştıklarını, alıcının bu gayrimenkulü eşi … adına alacağını söylediğini, birlikte notere gittiklerini, alıcı …’nun paranın bankadan eşi tarafından çekilerek getirileceğini söyleyerek noter işlemlerinin başlamasını istediğini, bunun üzerine noter başkatibi tarafından satış vaadi sözleşmesinin düzenlenmeye başlandığını, tarafların ise imza için paranın gelmesini beklemeye başladıklarını, ancak sürekli oyalanmasına ve bir türlü istediği paranın gelmemesine sinirlenen müvekkilinin noteri terk ettiğini, müvekkilinin noteri terk etmesi üzerine …’nün davalının daha önce kendisine verdiği vekaleti devreye sokarak … ile satış vaadi sözleşmesi yaptığını; …, … ve noter başkatibinin birlikte hareket ederek çıkar gütmek maksadıyla hileli işlemlerle değerinin çok altında 260.000,00 TL’ye taşınmaz için satış vaadi sözleşmesi düzenlediklerini, müvekkilinin sözleşmenin imzalanması esnasında hazır olmadığı gibi noter sözleşmesinde imzasının dahi bulunmadığını, noter tarafından sözleşmenin sanki müvekkilinin beyanı alınmış gibi düzenlendiğini, dayanak vekaletnamede taşınmazların konusunun belirlenebilir olmadığını, davalının rızası dışında yapılan tüm bu işlemleri müvekkili aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davası ile öğrendiklerini ileri sürerek, Mersin 10. Noterliğinin 12/12/2014 tarih ve 23006 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
3. Birleştirilen davada davacı vekili Av…. 22.01.2018 tarihli ıslah dilekçesinde; …’nün müvekkilinin dayısı olduğunu, teyzesinin eşi …’in müvekkiline memur olması nedeniyle toplayacağı hisselerin müvekkili adına tescil edilmesi teklifinde bulunduğunu, hisse alımlarının 2000 yılında başlayıp 2014 yılına kadar devam ettiğini, müvekkilinin …’e taşınmaz alım-satımı hususunda vekaletname verdiğini, …’in ileride değerleneceğini söyleyerek müvekkilinin ailesini dava konusu hisseyi almaya ikna ettiğini ve müvekkilinin ailesinin birikimleriyle dava konusu hissenin satın alınarak müvekkili adına tescil edildiğini, dava dışı …’in belediyede harita şefi olduğunu ve hisse alımı konusunda yardımcı olduğunu, … ile …’in daha sonra Konya İlinde şirket kurduklarını, müvekkilini bu şirkette işe aldıklarını, …’in asıl dava davacısının eşi olduğunu, …’in müvekkilinden aldığı vekaletname ile taşınmazı satışa çıkardığını, bunu duyunca müvekkilinin …’i azlettiğini, bunun üzerine …’in müvekkilini tekrar vekaletname vermesi için tehdit ettiğini ve ceza aldığını, daha sonra müvekkilinin dayısı …’in müvekkili ile …’in arasını bulmak ve …’e ait taşınmazların devrini sağlamak için müvekkilinden vekaletname aldığını, müvekkilinin kendi adına aldığı hisseleri satmaya başlaması üzerine …’in tehditlere devam ettiğini ve 09.07.2015 tarihinde kendisini işten çıkardığını, dava konusu taşınmazın müvekkiline ait olduğunun …,…,… tarafından bilindiğini, satış vaadi sözleşmesinin yapıldığı sırada müvekkilinin Konya İlinde olduğunu, sözleşmeyi kendisine vekaleten …’in düzenlediğini, satış bedelinin gerçek değerinin çok altında olduğunu, müvekkiline ait diğer taşınmazın da aynı gün aynı noterde müvekkiline vekaleten … tarafından …’e satışının vadedildiğini, bu işlemlerin müvekkilinin onayı ve rızası dışında yapıldığını beyan ederek ıslah talebinin kabulü ile vekaletin kötüye kullanılması, hile ve muvazaa nedenleriyle satış vaadi sözleşmesinin iptaline ve tapudaki satış vaadi şerhinin terkinine karar verilmesini istemiştir.
II. CEVAP
1.Asıl davada davalı … vekili cevap dilekçesinde, birleştirilen dava dava dilekçesinde ileri sürdüğü nedenlerle davanın reddini savunmuştur.
2. Birleştirilen davada davalı … vekili cevap dilekçesinde ve yargılama sırasındaki beyanlarında, … ile vekili … arasında bir güven sorunu olmadığının anlaşıldığını, davacı tarafın anlattığı olayların kurguya dayalı olduğunu, hilenin söz konusu olmadığını, müvekkilinin vekil … adına düzenlenen usul ve yasaya uygun vekaletnamesine güvenerek satış bedelini ödediğini, dava dilekçesi ile ıslah dilekçesindeki anlatılan olayların çelişkili olması ve ıslah dilekçesinde talep sonucunun yer almaması nedeniyle ıslahın geçerli olmadığını beyan ederek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve numarası belirtilen kararıyla vekil …’nün vekalet görevini kötüye kullanıldığı iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle, asıl davanın kabulüne dava konusu …,… Köyü, 10150 ada 2 parsel sayılı taşınmazda davalı adına kayıtlı bulunan 7931/9600 hissenin iptali ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline; birleştirilen davanın ise reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuran
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl dava davalı-birleştirilen dava davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Asıl dava davalı-birleştirilen dava davacı vekili istinaf dilekçesinde, dava konusu satış vaadi sözleşmesinin müvekkilinin iradesi dışında yapıldığını, …’ın, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilen veya bilmesi gereken kişi olduğunu, bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın gerçek değerinin 3.524,673 TL olduğunu, …’ın taşınmazı 260.000,00 TL’ye satın aldığını açıkça beyan ettiğini, İlk Derece Mahkemesinin bu fahiş bedel farkını görmezden geldiğini, …’ın hem müvekkilini hem de vekil …’i tanıdığını, … ve vekil …’in el ve iş birliği içinde müvekkilini zarara uğrattığını beyan ederek ve re’sen gözetilecek sebeplerle İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasını, asıl davanın reddine ve birleşen davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla, asıl dava davacısı … ile vekil …’nün önceden birbirlerini tanımaları, satış vaadi sözleşmesinde belirtilen ve asıl dava davacısı tarafından ödendiği belirtilen miktar ile satış vaadi sözleşmesinin yapıldığı tarihteki dava konusu hisse bedeli arasındaki fahiş farkın olması nedeniyle asıl dosya davacısı ile vekil …’nün çıkar ve işbirliği içerisinde oldukları ve Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük ilkesi gereği vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması gerektiği gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden hüküm tesisine; asıl davanın reddine ve birleştirilen davanın kabulü ile satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Eden
Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı süresi içinde asıl dava davacı-birleştirilen dava davalı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Nedenleri
Asıl dava davacı-birleştirilen dava davalı vekili temyiz dilekçesinde, karşı tarafın çelişkili beyanlarda bulunduğunu, gerekçede hangi delile dayalı olarak karar verildiğinin açıklanmadığını, davada vekile husumet yöneltilmediğini, benzer davada lehe verilen kararın kesinleştiğini, mahkemenin gerekçesinin yetersiz olduğunu, ıslah dilekçesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, talep sonucunun belirtilmediğini, taşınmazın emlak rayiç değerinin 90.000,00 TL olduğunu beyan ederek hükmün bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Asıl dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil; birleştirilen dava vekalet görevinin kötüye kullanılması, hile ve muvazaa hukuksal nedenlerine dayalı satış vaadi sözleşmesinin iptali istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
2.1. Kaynağını 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 29. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri iki tarafa borç yükleyen sözleşme türlerinden olup, mülkiyeti devir borcu yüklenen satıcı edimini yerine getirmezse edimin hükmen yerine getirilmesi vaat alacaklısı tarafından açılan davada istenebilir.

2.2. Davalı-birleştirilen davada davacı, satış vaadi sözleşmesinin vekâlet görevi kötüye kullanılarak, muvazaa ve aldatma hukuksal nedenlerine dayalı düzenlendiğini ileri sürdüğünden burada Türk Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümleri ile muvazaa ve aldatmaya ilişkin hükümleri üzerinde durulmalıdır.
2.3. Türk Borçlar Kanununun 502. maddesinin birinci fıkrasına göre vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak yapılmasını üstlenir.
2.4. Türk Borçlar Kanununun vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Çünkü vekâlet, esas itibariyle müvekkilin yararına kullanılmalıdır. Bu iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.
2.5. Nitekim Türk Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekâlet verene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve “Şahsen ifa, sadakat ve özen gösterme” başlığını taşıyan 506. maddesinde; “Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
2.6. Sadakat borcu kavramı, vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tabi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur.
2.7. Yukarıdaki hükümler uyarınca vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâleti kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullandığı takdirde vekâlet sözleşmesinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Çünkü, vekalet sözleşmesi güven esasına dayalı iş görme edimi ihtiva eden bir sözleşme olup, bu güvenin korunması 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.
2.8. Vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin vekâlet veren açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile de karşılaşılır. Bu durumda, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanununun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil, vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
2.9. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Türk Medeni Kanununun 2. maddesindeki dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (re’sen) göz önünde tutulması zorunludur. Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi vekil ile el ve işbirliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyor yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin iptalini isteyebilir.
2.10. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu; Türk Medeni Kanununun 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiş, usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190. maddesinde de, “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
2.11. Vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat yükünün de açıklanan bu genel hükümler uyarınca iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açıktır.
2.12. Bunlarla birlikte, Türk Borçlar Kanununun 19. maddesinin birinci fıkrasında, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.
2.13. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımdan anlaşılacağı gibi muvazaada, irade ile beyan arasındaki uyumsuzluk sözleşmenin her iki tarafının da isteği sonucunda meydana gelmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu,14.10.2021 tarih ve 2017/1-1274 Esas-2021/1242 Karar).
2.14. Uygulamada ve doktrinde üçüncü şahısların muvazaa iddialarını her türlü delil ile ispat edebileceği kabul edilmektedir. Bu durumda hakim üçüncü kişinin muvazaa iddiasında varsa yazılı delilleri, tanık sözlerini, her türlü bulgu ve belgeleri, karineleri değerlendirerek karar vermelidir. Bu anlamda hakim, gerçek iradenin dışa yansımasını gösteren bulunabilecek tüm delilleri eksiksiz toplamak, hayatın olağan akışını, tarafların özel durumlarını göz önünde tutarak bir değerlendirme yapmak suretiyle karar vermelidir (Özkaya, Eraslan: İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 8. Baskı, 2020, s.214 vd.).
2.15. Diğer taraftan; aldatma Türk Borçlar Kanununun 36. maddesinde, “Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir. Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir” şeklinde düzenlenmiştir.
2.16. Aldatma her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
3. Değerlendirme
3.1. Dosya içeriği ve toplanan delillere göre;
3.2. Asıl dava davalı-birleştirilen dava davacı …, Mersin 2. Noterliğince düzenlenen 29.04.2005 tarih ve 09770 yevmiye numaralı ve 26.04.2006 tarih ve 09656 yevmiye numaralı vekaletnameler ile dava dışı …’i vekil tayin ederek, Mersin İli içerisinde taşınmaz alıp satma yetkisi vermiştir. … bu vekaletnameler ile … adına kayıtlı taşınmazlarda pek çok işlem yapmıştır. …, dava konusu 10150 ada 2 parsel sayılı taşınmazda ilki 19.10.2005 olmak üzere 25.08.2011 tarihine kadar bir kısım hisse satın almış, 27.10.2014 tarihinde …’i vekaletten azletmiştir.
3.3. …, Konya 2. Noterliğince düzenlenen 20.11.2014 tarih ve 18350 yevmiye numaralı vekaletname ile dava dışı dayısı …’yü vekil tayin ederek, Mersin İli içerisinde bulunan taşınmazlardaki hak ve hisselerini dilediği kişilere dilediği bedelle satması için yetki vermiştir. Bu şekilde yetkili kılınan vekil ise dava konusu …,… ada 2 parsel sayılı taşınmazda 7931/9600 hisseyi (12.662,35 m2) 260.000,00 TL bedel karşılığında …’na Mersin 10. Noterliği 12.12.2014 tarih ve 23006 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesiyle vekil edeni adına satmayı vadetmiştir. Aynı tarihte 23007 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesiyle vekil …, …’ın 10162 ada 4 parsel sayılı taşınmazdaki hissesini …’e satmayı vadetmiştir. 23006 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi 22.04.2015 tarihinde tapuya şerh edilmiştir. 03.12.2014 ve 10.12.2014 tarihlerinde vekil … pek çok taşınmazda … adına kayıtlı hisseleri …’e …’a vekaleten satmıştır. Yine, 11.12.2014 tarihinde … dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 10.759,84 m2 miktarındaki arsa vasıflı 10154 ada 3 parsel sayılı taşınmazı …’a 221.000,00 TL bedelle satış yoluyla devretmiştir.
3.4. Dosyada bulunan SGK kayıtlarına göre; …, … ile … Eroğlu’nun ortağı olduğu şirkette 05.08.2010 tarihinde işe başlamış ve 09.07.2015 tarihinde işten çıkarılmıştır.10.07.2015 tarihinde ise …, vekili …’i vekaletten azletmiştir.
3.5. Nüfus kayıtlarına göre vekil …, …’ın dayısı, … …’ın eniştesidir. Ticaret sicil gazetesi kayıtlarına göre ise … ve …’in … Döküm Geri Dönüşüm Plastik San. ve Tic. A.Ş.’nin ortakları olduğu, …’ın …’in eşi olduğu anlaşılmıştır.
3.6. İlk Derece Mahkemesince yapılan keşif sonucunda dava konusu taşınmazın satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarihteki değeri 3.288,673,21 TL olarak belirlenmiştir. Satış vaadi sözleşmesinde ise satış bedeli 260.000,00 TL olarak gösterilmiştir.
3.7. …’ın dayısı olan ve …’ın tanığı olarak beyanları alınan vekil …; …’ın, … ve … tarafından maaşının ödenmemesi durumunda …’i vekaletten azledeceğini söylediğini, satış vaadi sözleşmesinin …’ın isteği üzerine ve onun istediği şekilde düzenlendiğini, …’ın para konusunun aralarında halledildiğini söylediğini ve bildiği kadarıyla …’in …’a banka aracılığıyla 15-20 bin TL ödediğini beyan etmiştir. …’ın tanığı ise, …’ın babasının satın aldığı arsaları … adına kaydettirdiğini söylediğini, görgüye dayalı bilgisinin olmadığını beyan etmiştir.
3.8. Soruşturma dosyasında; …’ın annesi …, … ile oğlunun ortak arsa alıp sattıklarını, alım satım işlerinden dolayı aralarında niza çıkınca …’in oğlunu tazminat vermeden işten çıkardığını; oğlu ile … arasında …’in sattığı arsadan oğluna pay vermemesi nedeniyle uyuşmazlık çıktığını beyan etmiştir. Vekil … 21.05.2016 tarihli ifade tutanağında, …’ın kendisine 2014 yılında davaya konu taşınmazın daha önce tanımadığı …’a satışı için vekaletname gönderdiğini, para konusunun daha önce … ile halledildiğini, …’ın talimatı doğrultusunda satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiğini, bir süre sonra …’ın kendisine mesaj yollayarak suçu olmadığını bilmesine rağmen kendisini şikayet edeceğini söylediğini beyan etmiştir. Vekil … 26.06.2018 tarihli ifade tutanağında ise; …’ın, maaşını ödememesi nedeniyle …’i vekaletten azlettiğini, kendisine … aracılığıyla genel vekaletname gönderdiğini ve …’in istediği şekilde işlem yapmasını söylediğini, … ve … ile notere gittiklerini ve … adına kayıtlı bir taşınmaz için satış vaadi sözleşmesi düzenlediklerini, bu sözleşme nedeniyle bir para alışverişinin olmadığını, bir süre sonra … tarafından vekaletnamenin …’in …’ı işten çıkarması sebebiyle sonlandırıldığını beyan etmiştir.
3.9. Somut olay; dosya içeriği, açıklanan yasal düzenlemeler ve ilkeler kapsamında değerlendirildiğinde;
3.10. Asıl dava davalı-birleştirilen dava davacı … vekillerinin dava dilekçesinde ve cevap dilekçesinde ileri sürdükleri iddia ve savunmaları ile ıslah dilekçesinde ileri sürdükleri iddiaları kendi içerisinde çelişkilidir. Şöyle ki; dava dilekçesinde ve cevap dilekçesinde … ile vekil … arasında tamamen bir vekalet ilişkisi olduğu ileri sürülmüş olmasına rağmen; ıslah dilekçesinde, … ile eniştesi … arasında bir inanç ilişkisi olduğu, bu anlamda …’in gerçekte kendi parası ile satın aldığı taşınmazları … adına tescil ettirdiği, …’ın … adına satış yetkisi içeren vekaletname düzenlediği, söz konusu vekaletname ile …’in bu taşınmazlarda tasarruf işlemleri yaptığı; ancak dava konusu taşınmazda … adına kayıtlı davaya konu hissenin …’ın ailesinin birikimiyle satın alınarak … adına tescil edildiği, …’in bu hisseyi satmak istemesi üzerine aralarında uyuşmazlık çıktığı, bunun üzerine …’ın dayısı …’in uyuşmazlığı sonlandırmak için araya girdiği ve …’ın … tarafından satın alınan ancak … adına tescil edilen taşınmazların satışının yapılabilmesi için dayısı …’i vekil tayin ettiği,vekil …’in ise …’ın bilgisi ve rızası dışında vekalet görevini kötüye kullanarak, hileli ve muvazaalı olarak dava konusu satış vaadi sözleşmesini düzenlediği ileri sürülmüştür.
3.11. Tarafların yargı organları önündeki yargılama faaliyeti sırasında dürüstlük temel kuralına uygun davranması gerekir. Adil bir yargılama yapılarak maddi gerçeğe ulaşılabilmesi ancak davada dürüstlük temel kuralının korunması ile mümkündür. Bu nedenle yargılama sırasında dürüstlük kuralına uymak ve doğruyu söylemek taraflar için bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün konusunu ise tarafların dayandığı vakıalar oluşturur. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü” başlıklı 29. Maddesinde, “(1) Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. (2) Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler” hükmüne yer verilmiştir. Taraflar, yargılama sırasında kendi menfaatine uygun olarak neyi ileri sürüp sürmeyecekleri hususunda serbest olmakla birlikte ileri sürdükleri beyan ve açıklamalarının doğru olması; hem kendilerine hem de karşı tarafa ilişkin olarak yaptıkları açıklamalarla mahkemeyi yanıltmamaları; iddia ve savunma haklarını dürüstlük kuralına uygun şekilde kullanmaları gerekir. Aksi hâlde, iddia ve savunma mahkemece dinlenilebilir bulunmaz. Çünkü, taraflardan birinin dürüstlük kuralına aykırı işlem veya davranışla ortaya çıkardığı sonuçtan yararlanması düşünülemez. Bu nedenle dürüstlük kuralına aykırılık hâkim tarafından kendiliğinden gözetileceği gibi taraflarca da her zaman ileri sürülebilir. Yargılama sırasında dürüstlük kuralına aykırılık oluşturacak davranış şekillerinden biri ise tarafın daha önce gerçekleştirdiği bir hukuki durumla çelişen usul işlemi yapmak istemesidir. Diğer bir anlatımla çelişkili davranış yasağıdır. Açıklanan nedenlerle öncelikle …’nın iddia ve savunmalarına itibar edilmemelidir.
3.12. Öte yandan; … ile … arasında inanç ilişkisi olduğu, …’in bedelini ödeyerek satın aldığı taşınmazların … adına tescil edildiği, ancak bu taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemlerinin …’ın …’e verdiği vekaletname ile … tarafından yapıldığı, … ile … arasında ihtilaf çıkması ve …’ın …’i vekaletten azletmesi üzerine, …’ın dayısı …’e vekaletname verdiği ve vekil …’in bir kısım taşınmazda … adına kayıtlı hisseleri …’a vekaleten …’e satış yoluyla veya satış vaadi sözleşmesi düzenlemek suretiyle devrettiği dosya kapsamında sabittir.
3.13. Satış vaadi sözleşmesinin iptali istemi yönünden uyuşmazlık, vekil … ile alıcı …’ın işbirliği içerisinde …’ı zarara uğratmak kastıyla hareket edip etmediği noktasında toplanmaktadır. Bu bakımdan, satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın … adına, ailesinin birikimleriyle satın alınmak suretiyle mi yoksa … ile … arasındaki inanç ilişkisi doğrultusunda ileride …’e devredilmek üzere mi tescil edildiğinin tespiti önem taşımaktadır. Kuşkusuz, ikinci ihtimalde …’ı zarara uğratma kastından söz edilemeyecektir.
3.14. Dosya kapsamı itibariyle, dava konusu taşınmazın …’ın ailesinin birikimleriyle … adına satın alındığı ispatlanamamış ve dosyaya yansıyan olayların oluş şekline göre de … tarafından vekil …’e vekaletname verilmesinin nedeninin … tarafından satın alınarak … adına tescil edilen hisselerin …’e iadesi olduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle, Bölge Adliye Mahkemesinin … ile vekil …’in birbirini tanıyor olması ve dava konusu taşınmazın satış tarihindeki rayiç değeri ile satış vaadi sözleşmesinde yazılı satış bedeli arasında fark olması nedeniyle vekalet görevinin kötüye kullanıldığının kabulüne yönelik gerekçesi somut olaya uygun ve yeterli görülmemiştir. Ayrıca, satış vaadi sözleşmesinin … vekili … ile … arasında muvazaalı ve hileye dayalı olarak düzenlendiği de ispatlanamamıştır.
3.15. Açıklanan nedenlerle; birleştirilen davada satış vaadi sözleşmesinin iptali isteminin reddine karar verilmesi, asıl davada ise satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil talebi yönünden işin esası incelenerek bir hüküm kurulması gerekir. Bölge Adliye Mahkemesince, değinilen yönler gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir.
VI. KARAR
Gerekçe bölümünde yer alan (3.) numaralı bentte açıklanan nedenlerle asıl dava davacı-birleştirilen dava davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371. maddesi gereğince Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, peşin alınan harcın yatırana iadesine, Yargıtay duruşma vekalet ücreti 8.400,00 TL’nin asıl dava davalı-birleştirilen dava davacı …’dan alınarak, asıl dava davacı-birleştirilen dava davalı …’na verilmesine, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/2. maddesi gereğince dosyanın Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, 27.09.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.