YARGITAY KARARI
DAİRE : 6. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/10944
KARAR NO : 2015/11481
KARAR TARİHİ : 28.12.2015
MAHKEMESİ : İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26/06/2012
NUMARASI : 2003/935-2012/322
Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı alacak davasına dair kararın temyiz incelemesi duruşmalı olarak davalılar ve davacı tarafından süresi içinde istenilmekle gün tayin edilerek taraflara gönderilen davetiyelerin tebliğ edilmesi üzerine belli günde davacı şirket temsilcisi Adem Gülcü ve davalı vekili Av. N. P. geldiler. Hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, kiracı tarafından kiralayan aleyhine açılan kiralanana haksız el koyma nedeniyle uğranılan zararlardan oluşan alacağın tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın ıslah edilmiş hali ile kısmen kabulüne, 1.963,44 TL alacağın 24.11.2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, diğer fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı ve davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına ve takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı ve davalılar vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacı ve davalılar vekillerinin kâr mahrumiyetine ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Davacı vekili,dava dilekçesinde,davalı ile davacı arasında 24.03.1994 tarihli davalı idareye ait Maslak Kampüsünde mevcut kantine ilişkin kira sözleşmesi düzenlendiğini,kira akdi nin B.K. Ve 6570 sayılı yasa çerçevesinde yapılan bir özel hukuk işlemi olduğunu, ancak davacının 2886 sayılı yasa uyarınca 21.09.1998 tarihinde tahliye edildiğini bunun üzerine açılan … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/393 esas – 2001/458 karar sayılı dosyası ile davalı yanın müdahalesinin men’ine karar verildiğini ve bu kararın infaza konulması üzerine .. İcra Müdürlüğünün 2002/6008 talimat sayılı dosyasından infaz edilerek icra marifetiyle taşınmazın kendilerine teslim edildiğini ve 23.05.2003 tarihinde işletime açıldığını, ancak 29.05.2003 tarihi itibariyle karşı tarafın eylemleri neticesinde işletme tekrar davacıdan zorla alınıp müdahale edildiğini davacının 23.05.2003-29.05.2003 tarihine kadar 4.269,25.TL kazanç elde ettiğini davalı kiralayanın yükümlülüklerini ihlal ettiğinden fazlaya dair hakları saklı tutularak diğer başka talepler yanında el koyma tarihi olan 29.05.2003 tarihinden dava tarihine kadar gelir kaybı ve kar mahrumiyeti gibi zararlar için şimdilik 500 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekilleri cevap dilekçelerinde, davacının aynı taleplerle …Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/142 esas sayılı dosyasında dava açtığını,bu davada mükerrer olarak yeniden talep edildiğini belirterek davanın reddini savunmuş, mahkemece, davanın kısmen kabulüne, 1.963,44 TL alacağın 24.11.2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, diğer fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Dava ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Yasasının 96. maddesine göre alacaklının, borçludan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle tazminat isteyebilmesi için, bu yüzden bir zarara uğramış olması gerekir. Sözleşmeden kaynaklanan zarar müspet zarar olacağı gibi, menfi zarar da olabilir.
Müspet zarar; borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne durumda olacak idiyse, bu durumla eylemli durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesinden doğan zarardır: kuşkusuz kâr mahrumiyetini de içine alır.
Kâr kaybı, kardan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Genelde sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan istenir. Aslında kâr kaybı açısından kardan yoksun kalan tarafın malvarlığında kusurlu fesihten önce ve sonra bir değişiklik yoktur. Burada kardan yoksun kalan kusurlu fesih yüzünden mal varlığında ileride meydana gelecek çoğalmadan mahrum kalır. Kâr kaybı zararının müspet zarar kapsamında bulunduğu şüphesizdir.
İki taraflı sözleşmelerin karşı tarafça haksız olarak feshedildiği hallerde 818 sayılı Borçlar Kanun’unun 106. ve 108. maddeleri hükümleri gereğince kâr kaybı zararına uğrayan tarafın isteyebileceği zararın saptanmasında kıyasen Borçlar Kanun’unun 325. maddesi hükmünde gösterilen kesinti yönteminin uygulanması gerekir. Bu yönteme göre kâr kaybı, sözleşme ifa ile bitse idi zarar görenin elde etmesi muhtemel bütün gelirlerden yapması gereken bilcümle zorunlu harcama kalemleri ile sözleşme süresinden evvel feshedildiğinden süresinden evvel fesih nedeniyle sağladığı yani tasarruf ettiği haklar ve yine bu süre içerisinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazanç miktarları toplamı indirilerek bulunur. Elde edilecek fark miktara da net kâr denilir. Bu yönteme uygun kâr kaybı zararı hesaplanırken davacının davalıya ödemesi gereken kira paraları da elbette davacının yapması zorunlu giderler içindedir.
Davacı kiracı tarafından kiralanan kantine, kiralayan tarafından 21.09.1998 tarihindeki el konulması sonucu bu yerden çıkarılması üzerine açılan Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/393 esas – 2001/458 karar sayılı dosyası ile davalı yanın müdahalesinin men’ine karar verildiği, bu kararın infaz edilmesi üzerine kiralananın davacıya 23.5.2003 tarihinde teslim edilmesinden hemen sonra tekrar 29.05.2003 tarihinde davalı kiralayan tarafından tekrar el konulduğu hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık,kiralanana kiralayan tarafından el konulması üzerine davacı kiracının uğradığı kar kaybına ilişkindir. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanun’unun 249.maddesinde düzenlenen kiralayan kiralananı sözleşme sonuna kadar kullanmaya hazır bulundurma yükümlülüğünü yerine getirmemiştir. Bu durumda kiracı, kusursuz olduğunu kanıtlayamayan kiraya veren davalıdan kâr kaybı zararı adı altında bir miktar paranın kendisine ödenmesini isteyebilecektir. Ayrıca, iki taraflı sözleşmelerin karşı tarafça haksız olarak feshedildiği hallerde 818 sayılı Borçlar Kanun’unun 106. ve 108. maddeleri hükümleri gereğince kâr kaybı zararına uğrayan tarafın isteyebileceği zararın saptanmasında kıyasen Borçlar Kanun’unun 325. maddesi hükmünde gösterilen kesinti yönteminin uygulanması gerekir. Bu yönteme göre kâr kaybı, sözleşme ifa ile bitse idi zarar görenin elde etmesi muhtemel bütün gelirlerden yapması gereken bilcümle zorunlu harcama kalemleri ile sözleşme süresinden evvel feshedildiğinden süresinden evvel fesih nedeniyle sağladığı yani tasarruf ettiği haklar ve yine bu süre içerisinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazanç miktarları toplamı indirilerek bulunur. Elde edilecek fark miktara da net kâr denilir. Bu yönteme uygun kâr kaybı zararı hesaplanırken davacının davalıya ödemesi gereken kira paraları da elbette davacının yapması zorunlu giderler içindedir. Mahkemece,belirlenen süre içindeki mahrum kalınan karın yukarıda açıklandığı şekilde hesaplanıp davacı kiracının gerçek kar kaybının hesaplanması gerekirken yazılı şekilde soyut bir oran esas alınarak mahrum kalınan kar hesabı yapılması doğru değildir.
Ayrıca,kar mahrumiyetine ilişkin talep davacı vekili tarafından 23.3.2006 tarihli ıslah dilekçesi ile artırılmış olup,dava dilekçesinde talep edilen kısma dava tarihinden,ıslah edilen kısma ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken hüküm altına alınan alacağın tümüne dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi de doğru değildir.
3-Davacı vekilinin sair zarar kalemlerine ilişkin temyiz itirazlarına gelince:
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesi ile bunun karşılığı olarak düzenlenen ve 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297/2 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre karar(hüküm), tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kapsar. Hüküm gerekçesi dosya içeriğine uygun olmak zorundadır. Gerekçe yazılmaksızın hüküm kurulması doğru değildir.
Somut olayda; Davacı vekili,dava dilekçesinde,kiralanana kiralayan tarafın haksız el koyması nedeniyle mahrum kalınan kardan kaynaklanan alacak talebi yanında “elde edecekleri geliri elde etmiş olsalardı yapacakları yatırım ve yeni işletmeler ile kazancı üzerinden doğacak kazanç nedeniyle elde edilemeyen gelir nedeniyle doğan zararı için şimdilik 100TL, 29.05.2003 tarihinde el koyma sebebi ile işletmeye ait teçhizat ve buna benzer şeyler yönünden zararları olan 200 TL, munzam zararları (…Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/142 esas ve 280 karar sayılı ilamında belirtilen haksız tahliye nedeniyle davacıya ödenmesi gereken 20.000 TL yi geç ödemesi nedeniyle paranın işletmede kullanılamamasından kaynaklanan) yönünden 100 TL,ayrıca (…Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/142 esas ve 280 karar sayılı ilamında davacı lehine tespit edilen 20.000 TL üzerindeki bakiyenin) dilekçelerin 9 madde B bendi gereğince 100 TL, stoktaki el konulan mallar dolayısıyla uğranılan zarar için 21.09.1998 tarihinden itibaren şimdilik 100TL,davalı idarenin 29.5.2003 tarihinde tekrar el koyması sonucu o tarihteki stoklardaki gıda maddelerinin dava tarihindeki değerinden şimdilik 100 TL, davalının hukuksuz eylemi nedeniyle gününde elde edilemeyen gelir yönünden doğan faizi aşkın zararları yönünden şimdilik 100 TL” olmak üzere sair zarar kalemleri talep edilmesine rağmen mahkemece hiç bir gerekçe gösterilmeden mahrum kalınan kar talebi dışında kalan sair taleplerin reddine karar verildiği görülmüştür.
Mahkemece, dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK’nun 388 ve 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 297.maddesine aykırı olacak şekilde hiçbir gerekçe gösterilmeden red karar verilmesi doğru değildir. Zira karar(hüküm), tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kapsamalıdır. Bu nedenle Mahkemece,tarafların iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri içermeyen, gerekçesiz, Yargıtay denetimine elverişsiz şekilde hüküm verilmesi doğru değildir.
Hüküm bu nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda 2 ve 3 nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, Yargıtay duruşması için kendisini vekille temsil ettiren davalılar yararına takdir olunan 1.350.’şer-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edenlere iadesine, 28.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.