YARGITAY KARARI
DAİRE : 6. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2021/21055
KARAR NO : 2021/15265
KARAR TARİHİ : 07.10.2021
KANUN YARARINA BOZMA
Hırsızlık suçundan sanık …’in 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 141/1 ve 35/2. maddeleri gereğince 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair…. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 27/11/2012 tarihli ve 2012/179 esas, 2012/2170 sayılı kararına karşı, Adalet Bakanlığı’nın 09/12/2020 gün ve 94660652-105-35-14178-2020-Kyb sayılı yazısı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 18/01/2021 gün ve 2021/2296 sayılı ihbarnamesiyle Dairemize gönderildiği,
MEZKUR İHBARNAMEDE;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 193/1. maddesinde yer alan “Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir.”, aynı Kanun’un 196/1. maddesinde yer alan “Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hâllerde müdafii isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir.” ve 196/5. maddesinde yer alan “Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer nedenlerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir hastahane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebilir.” şeklindeki düzenlemeler karşısında, sanığın savunmasının alındığı 28/09/2011 tarihli celsede, başka suçtan tutuklu olduğu ve duruşmadan vareste tutulma talebi sorulmaksızın savunmasının alındığı, 27/11/2012 tarihli karar oturumunda ceza infaz kurumunda bulunduğu halde hazır bulundurulmayarak yokluğunda hükümlülüğüne karar verildiği anlaşılmakla, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 196. maddesine aykırı davranılarak savunma haklarının kısıtlanması suretiyle yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden anılan kararın bozulması gerektiğinin ihbar olunduğu anlaşılmıştır.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
5271 sayılı CMK’nın “Sanığın duruşmada hazır bulundurulmaması” başlıklı 193. maddesinin birinci fıkrasında “Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz…”
“Sanığın duruşmadan bağışık tutulması” başlıklı 196. maddesinin beşinci fıkrasında “Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer nedenlerle yargı çevresinin dışındaki bir hastahane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebilir.”
“Hukuka kesin aykırılık hâlleri” başlıklı 289. maddesinin birinci fıkrasında “Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuku kesin aykırılık var sayılır.”
Düzenlemelerine yer verilmiş ve sözü edilen maddenin g) bendinde “Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması” hukuka kesin aykırılık hâlleri arasında sayılmıştır.
Aynı şekilde 1412 sayılı CMUK’un 308. maddesinde de “Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tahdit edilmiş olması”, kanuna muhalefet halleri arasında sayılmıştır.
Bilindiği üzere, 1412 sayılı CMUK hükümlerine göre, temyiz incelemesi yapılan hallerde Yargıtay’ın başlangıçtan itibaren temyiz başvurusunda ileri sürülmeyen bir sebepten dolayı da bozma yetki ve görevi vardı… Esasen 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca, istinaf mahkemeleri faaliyete geçmeden önce karara bağlanan dosyalar yönünden bu hükümler halen yürürlüktedir ve uygulanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, ayrıntıları 02/04/2019 tarih, 2018/13-457 esas ve 2019/272 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, 2019 yılından itibaren istikrarlı bir biçimde verdiği bütün kararları uyarınca; serbest olarak savunması alındıktan sonra başka suçtan tutuklu ya da hükümlü olarak cezaevine alınan ve savunmasının alınması esnasında ya da kovuşturma evresinde duruşmalardan bağışık tutulma konusunda bir beyanı ya da dilekçesi bulunmayan sanığın hükmün verildiği son oturumda hazır bulundurulmaması, CMK’nın 193/1 ve 196/5. maddelerine aykırı olarak savunma hakkının kısıtlanması olup, aynı Kanun’un 289/1-h. maddesi uyarınca (istinaf öncesi temyiz bakımından ise; CMUK m. 308/1-8) hukuka kesin aykırılık hâlidir. İlk derece mahkemelerinde devam eden yargılamalarda, bu lâzimeye uyulmadan mahkûmiyet kararı verilmesi, temyiz başvurusunda belirtilmese dahi, re’sen dikkate alınması gereken bir bozma sebebidir.
Dairemiz de diğer ceza daireleri gibi, temyiz kanun yolu incelemesi esnasında istikrarlı bir biçimde ve duraksamasız olarak, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yukarıda sözü edilen içtihatları doğrultusunda uygulama yapmaktadır.
Esasen “Yeni Türk Ceza Adalet Sistemi”nde benimsenen, “Adil Yargılanma Hakkı” ve “Lekelenmeme Hakkı” ile “Eksiksiz soruşturma ve Tek Celsede Duruşma” prensipleri uyarınca, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcılarının makul sürede leh ve aleyhe bütün delilleri toplamaları, sadece mahkûmiyetle sonuçlanacağını değerlendirdikleri hususları dava konusu yapmaları, beraatle sonuçlanacağını değerlendirdikleri eylemleri dava konusu yapmamaları, yâni bir nev’i filtre görevi yapmaları gerekir.
Bu prensiplerin hayata geçirilebilmesi için mevzuatımızda ilk defa, 5271 sayılı CMK’nın 160/2. maddesi hükmü ile; soruşturma evresinde Cumhuriyet Savcılarına şüphelinin lehine olan delilleri (de) toplama ve şüphelinin haklarını koruma yükümlülüğü getirilmiş, ayrıca; aynı Kanunun 170 ve 174. madde hükümleri ile de, iddianamenin iadesi kurumuna yer verilmiştir.
Soruşturma evresi uzun sürebilir. Ancak, kovuşturma evresinin yeni bir delil toplanmasına gerek kalmadan ve bir iki celsede bitirilmesi hedeflenmiştir.
Yukarıda özetlenen düzenlemelere ve Dairemizin (ve Yargıtay’ın yeniden yapılanması dolayısıyla kapanan 13. Ceza Dairesi’nin) bu düzenlemeler doğrultusunda verdiği çok sayıda kararına rağmen, soruşturma evresinde toplanması gereken deliller toplanmadan düzenlenen iddianameler çoğu kez kabul edildiğinden, tek celsede duruşma hedefine de ulaşılamamaktadır
Bu itibarla usul ekonomisi açısından, sonraki oturumlara gelmesini gerektiren özel bir durum yoksa tutuksuz olarak yargılanan sanığa, duruşmalardan bağışık tutulmayı isteyip istemediği hatırlatılıp, isteyen bütün sanıklar hakkında bağışık tutulma kararı verilmelidir.
Mahkûmiyet hükmü kesinleştikten sonra, muhakeme hukukuna ait sözü edilen işbu veya başka bir içtihat değişikliği sebebiyle ve olağanüstü kanun yolu ile onama kararının kaldırılıp, ilk derece mahkemesi hükmünün bozulup bozulamayacağı meselesine gelince;
Öncelikle belirtmek gerekir ki, kural olarak kanunlar geçmişe yürütülemez. Bu bağlamda usul hukukunda da “Derhâl yürürlük ilkesi” geçerlidir.
Ancak, 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesinde “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” düzenlemesine yer verilmek suretiyle, maddi ceza ve infaz hukuku hükümlerinde, fail (sanık veya hükümlü) lehine olarak yapılan kanun değişikliğinin geçmişe yürütüleceğinde de her hangi bir kuşku bulunmamaktadır.
Buna karşılık Dairemize göre, muhakeme usulüne dair bir içtihat değişikliği gerekçesiyle, önceden kesinleşmiş kararların, olağanüstü kanun yoluyla (söz gelimi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazı veya kanun yararına bozma talebi üzerine, Adalet Bakanlığı’nın kanun yararına bozma talebi ile) bozulması mümkün değildir.
Öte yandan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları (içtihatları), genel olarak açıklayıcı ve yol gösterici olmaları münasebetiyle çok çok önemli hukuk metinleri olmakla birlikte, yalnızca somut olay bakımından bağlayıcıdır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 05.02.2021 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16.10.2020 gün, 2018/4 esas ve 2020/2 karar ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22/06/2021 gün, 2021/21-297 esas ve sayılı kararlarında belirtildiği üzere, kanun hükmünde olan içtihadı birleştirme kararlarının (dahi) kesinleşmiş kararlar hakkında uygulanamayacağı, diğer bir ifadeyle geçmişe yürütülemeyeceği kabul edilmiştir.
İçtihat değişikliklerinin kesinleşmiş kararlar bakımından da bozma sebebi olarak kabul edilmesi hâlinde, “kesin hükmün müessiriyeti prensibi” ile toplumun adalete olan güven duygusu zedelenecek ve yıllar önce kesin hükme bağlanan davaların dahi, zamanaşımına uğraması riski ortaya çıkacaktır. Bu nev’i mahsurların ortaya çıkması ihtimali de, uygulayıcıları, hukukun içtihat yoluyla geliştirilmesi (gerektiğinde içtihatların değiştirilmesi) konusunda adalete sevk edecektir.
Bütün bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; bir başka suçtan hükümlü olarak savunması alındıktan sonra, farklı yer cezaevinde başka suçtan tutuklu ya da hükümlü olarak bulunan ve savunmasının alınması esnasında ya da kovuşturma evresinde duruşmalardan bağışık tutulma konusunda bir beyanı ya da dilekçesi bulunmayan sanığın yokluğunda karar verilmiş ise de, Dairemizin, Yargıtay Cumhuriyet Başavcılığı’nın tebliğnamesine uygun olarak verdiği temyiz isteminin süreden reddine dair ek kararın onanması suretiyle kararın mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği, Yargıtay Ceza Genel Kurulu içtihatlarının karar tarihinden sonra değiştiği ve Adalet Bakalnlığı tarafından kesinleşen bu mahkumiyet kararına sanık …’in savunma hakkının kısıtlandığı gerekçesiyle kanun yararına bozma yoluna gelindiği incelenen dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle;
Tutuksuz yargılanan ya da savunması alındıktan sonra serbest kalan ve sonradan başka suçtan tutuklu ya da hükümlü olup duruşmalardan bağışık tutulma yönünde aşamalarda beyan veya talebi de bulunmayan sanığın yokluğunda verilen mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinden sonra Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun konuyla ilgili olarak görece yeni içtihatları gerekçesi ile savunma hakkının kısıtlandığından bahisle… Asliye Ceza Mahkemesi’nin kanun yararına bozma istemine konu edilen 27/11/2012 tarihli ve 2012/179 esas, 2012/2170 sayılı kararına yönelik kanun yararına bozma isteminin REDDİNE, 07/10/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.