Yargıtay Kararı 5. Hukuk Dairesi 2022/3903 E. 2022/12317 K. 20.09.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 5. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2022/3903
KARAR NO : 2022/12317
KARAR TARİHİ : 20.09.2022

MAHKEMESİ : Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi
İLK DERECE
MAHKEMESİ : Yalova 1. Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasında görülen davanın yapılan yargılaması sonucunda; ilk derece mahkemesince verilen kararın istinaf incelemesi üzerine bölge adliye mahkemesinin yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmünün Yargıtayca incelenmesi taraf vekillerince istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup uyuşmazlık anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

– K A R A R –

Dava, mülkiyeti davacıya ait taşınmazın kesinleşen orman tahdit sınırları içinde kalması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK’nın 1007 nci maddesi uyarınca tazmini ve taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tescili istemine ilişkindir.
İlk derece mahkemesince, asıl ve birleştirilen davaların kabulüne ilişkin olarak verilen karara karşı davalı … vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince 2017/50 E sayılı birleştirilen dosya yönünden kabulü ile dava konusu 127 ada 19 parsel yönünden orman vasfı ile Hazine adına tesciline ilişkin açılmış bir dava olmadığından davacı aleyhine zarar oluşmadığından davanın reddi gerektiğinden bahisle HMK’nın 353/l-b-2 maddesi uyarınca yeniden esas hakkında karar verilmiş, asıl ve birleştirilen diğer dosyalar hakkındaki istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş olup; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Dosyada bulunan kanıt ve belgelere, kararın dayandığı gerekçelere göre; davacı adına kayıtlı dava konusu … İlçesi, … Köyü 133 ada 2 ve 4 parsel sayılı taşınmazların tapu kaydına 19.03.2012 tarihinde “orman sınırları içine alındı” şerhi konulduğu, davacının bu şerhle birlikte taşınmazları 09.07.2013 tarihinde satın aldığı, bu taşınmazlar hakkında Orman Genel Müdürlüğünce açılan tapu iptali ile orman vasfı ile Hazine adına tescil davasının iş bu dosya ile birleştirildiği, dava konusu … ilçesi … Köyü 127 ada 19 parsel sayılı taşınmazın ise 1971 yılında genel kadastro çalışmaları sırasında davacı murisi adına tescil edildiği, 21.05.2014 tarihinde intikalen mülkiyetinin davacı adına tescil edildiği, taşınmaz üzerine 19.03.2012 tarihinde “orman sınırları içine alındı” şerhi konulduğu, davalı … Müdürlüğünce 07.02.2012 tarihinde açılan dava ile dava konusu taşınmaz olan 127 ada 19 parsel sayılı taşınmazın orman vasfı ile Hazine adına tescil edildiği, kararın istinaf edilmediğinden 11.09.2018 tarihinde kesinleştiği, eldeki asıl davanın 7.12.2016, birleştirilen 2017/50 E. sayılı davanın ise 19.01.2017 tarihinde 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde açıldığı anlaşılmıştır.
1) Dava konusu 127 ada 19 parsel sayılı taşınmazın genel kadastro çalışmaları sırasında davacı murisi adına 1971 yılında tescil edildiği, üzerinde orman vasfında olduğuna dair kısıtlayıcı herhangi bir şerhin bulunmadığı, 19.03.2012 tarihinde taşınmazın orman tahdit sınırları içinde kaldığına dair şerh konulduğu ve davalı-karşı davacı … tarafından 07.02.2017 tarihinde tapusunun iptali ile Hazine adına tesciline karar verildiği, kararın yargılamanın devamında 11.09.2018 tarihinde kesinleştiği, dolayısıyla davacının mülkiyet hakkının daimi şekilde kısıtlandığı anlaşılmıştır.
4721 sayılı TMK’nın “Sorumluluk” kenar başlığını taşıyan 1007 nci maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder” hükmü yer almakta olup, burada Devletin sorumluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Sicil tutma işleminden kaynaklanan uyuşmazlıklarda Borçlar Kanunu’nun haksız fiile ilişkin kurallarının da uygulanacağı kuşkusuzdur. Davacının istemi 4721 sayılı TMK’nın 1007 nci maddesinden kaynaklanan zarar olduğuna göre; istinaf incelemesinde taşınmazın niteliği ve zararın kapsamı değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi,
2)Dosya içindeki bilgi ve belgelere göre, dava konusu 133 ada 2 ve 4 parsel sayılı taşınmazların tapu kaydına 19.03.2012 tarihli “orman sınırları içine alındı” şerhi konulduğu, davacının dava konusu iş bu taşınmazları şerh ile 09.07.2013 tarihinde satış yoluyla edindiği anlaşılmıştır. Buna göre Devlet tapu sicil kaydındaki şerhin tesisini sağlayarak kaydın bu hali ile değerlendirilmesi gerektiği hususunu aleniyete intikal ettirmiştir. 4721 sayılı TMK’nın 1020 nci maddesinin.: “Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.” hükmü nazara alındığında tapunun beyanlar hanesine şerh işlendikten sonra bu şerhi tapuda görmesine rağmen taşınmazı devralan davacının iyi niyetli olduğundan ve TMK’nın 2 nci maddesi uyarınca dürüst davrandığından söz edilemez. Hal böyle olunca, davacının tapusunun iptali sebebiyle bir zararının oluştuğu kabul edilse bile bu zararın tapu sicil kayıtlarının doğru tutulmamasından kaynaklandığı söylenemeyeceği gibi zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağının varlığından da bahsetmek mümkün olmayacağından bu parseller yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir.
Taraf vekillerinin temyiz itirazı yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, davalı idare harçtan muaf olduğundan harç alınmamasına, davacıdan peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine, 20/09/2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

K A R Ş I O Y

Dava, mülkiyeti davacıya ait taşınmazların kesinleşen orman tahdit sınırları içinde kalması nedeniyle uğranılan zararın TMK’nın 1007 nci maddesi uyarınca tazmini ve taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tescili istemine ilişkindir.
İlk derece mahkemesince asıl ve birleştirilen davaların kabulü yönünde verilen karara karşı davalı … vekilince yapılan istinaf başvurusunun bölge adliye mahkemesince davaya konu 127 ada 19 parsel sayılı taşınmaza ilişkin 2017/50 E. sayılı birleştirilen dosya yönünden kabulü ile 127 ada 19 parsel sayılı taşınmaz yönünden orman vasfı ile Hazine adına tesciline ilişkin açılmış bir dava olmadığından ve davacı aleyhine bir zarar oluşmadığından davanın reddi gerektiğinden bahisle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında karar verilmiş, davaya konu 133 ada 2 ve 4 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin asıl ve birleştirilen diğer dosyalar hakkındaki istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararla birlikte hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Temyiz incelemesi sonunda Dairemizin bozma kararının çoğunluk görüşüne dayalı (2) numaralı bendinde; dava konusu taşınmazlardan 133 ada 2 ve 4 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin olarak, “orman sınırları içine alındı” şerhini görerek satın alan davacının kötüniyetli sayılarak bu parseller yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmeyerek verilen bozma kararının sadece bu kısmına açıklayacağımız nedenlerle katılmamaktayız.
TMK’nın 1007 nci maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olacağı hükme bağlanmıştır. Bu sorumluluğun nitelik itibarıyla kusursuz sorumluluk olduğu hususu gerek öğretide gerekse Yargıtay kararlarında kabul edilmektedir. Sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız olarak tutulmuş olan kayıtlar nedeniyle doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan, tapu kütüğünün oluşumu aşamalarında kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğu kuşkusuzdur.
TMK’nın 1007 nci maddesinde kabul edilen sorumluluğun doğabilmesinin ilk şartı, Tapu Sicil Tüzüğünün 7 nci maddesinde sayılan ana ve yardımcı sicillerin Devlet tarafından tutulması için gerekli bir eylem veya işlemin bulunmasıdır. Bildirim yükümlülükleri, sicilin tutulmasına ilişkin araçların korunması, saklanması, kayıtların yazımından önce gerekli araştırmaların yapılması, siciller ile ilgili örneklerin ilgilisine verilmesi, sicildeki bilgilerin eksik ya da yanlış çıkartılması gibi hususlar da tapu sicilinin tutulması kavramı içine girmektedir. Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için bu kayıtların tutulması sırasında bir hatanın mevcut olması veya gerçeğe aykırı bir sicilin tutulmuş olması gerekir.
Tapu sicilinin tutulması nedeniyle Devletin sorumlu tutulabilmesinin ikinci şartı, bir zararın oluşmasıdır. Zarar tehlikesi var olmakla birlikte henüz zarar doğmamış ve zararın başka türlü önlenmesi imkânı var ise aynî hakkını kaybeden veya aynî hakkı sınırlandırılan kişi, tapu kaydının düzeltilmesi davası ile ya da tapu memurunun idari bir işlemi ile hakkına kavuşabilecekse zararın doğduğundan söz edilemez. Zararın varlığının kesin olarak anlaşıldığı hallerde Devletin sorumluluğundan söz edilebilecektir.
TMK’nın 1007 nci maddesine göre Devletin sorumluluğunun doğabilmesi için gereken bir diğer şart, meydana gelen zarar ile tapu sicilinin tutulması arasında illiyet bağının bulunması, ayrıca zarar görenin bu illiyet bağını kesecek derecede bir kusurunun bulunmamasıdır. Eğer zarar görenin bir kusuru var ve bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise Devletin sorumluluğundan söz edilemeyecektir.
Bu nedenle somut olayda davacının tapu kaydındaki “orman sınırları içinde kaldığı bildirilmiştir” şerhine rağmen taşınmazı satın almasında davacıya bir kusur yüklenebilecek mi, davacı kötü niyetli sayılabilecek mi, davacı kötü niyetli sayılacak ise bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta mıdır sorularının cevabı önem taşımaktadır.
Öncelikle, hatalı olarak verildiği düşünülse dahi Devlet kurumlarınca özel mülkiyete konu edilerek gerçek ve tüzel kişiler adına tesis ve tescil edilen taşınmazlara ait tapu kayıtları kazanılmış hak oluşturacaklarından, hiçbir gerekçe ile “yok hükmünde” veya “geçersiz” sayılamazlar. Tapu kayıtları bedelsiz olarak iptal edilemez. Tapu kayıtlarının iptal edilmesi üzerine açılan bedel (tazminat) davaları reddedilemez.
Aksi yöndeki düşünce, Anayasamızın 90 ıncı maddesi ile mülkiyet hakkına ilişkin hükümlerine, hukuk devletinin güvenilirliği ve devamlılığı ilkesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (1) No.lu Protokolünün 1 inci maddesine açıkça aykırılık teşkil eder.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı halde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin, kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/03/2009, §§ 34-41)
Tapu sicilinin tutulmasından doğan Devletin sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk hali olduğundan, sorumluluğun ortadan kalkması için illiyet bağının kesildiğinin kanıtlanması gerekir. Burada zararın doğduğu anın tespiti illiyet bağının kesilip kesilmemesi yönünden önem arz etmektedir. Zira davacının tapu kaydındaki şerhi görerek ve bilerek taşınmazı satın almasının zararın oluşumuna katkısının bulunup bulunmaması, Devletin sorumluluğunun tespiti açısından önemlidir. Bu değerlendirme şüphesiz her somut olayın kendi şart ve özelliklerine göre yapılmalıdır.
Dairemizin bozma kararının çoğunluk görüşüne dayalı (2) numaralı bendinde, davacının tapu kaydında “orman sınırları içinde kaldığı bildirilmiştir” şerhi bulunan ve tapusunun iptal edilme ihtimalini öngörebildiği taşınmazları satın alması nedeniyle tazminat ödenmesini isteyemeyeceği düşüncesiyle kararın bozulması gerektiği kabul edilmiştir.
Böyle bir kabul, Devletin hatalı kayıt oluşturmasından kaynaklı sorumluluğu ile taşınmazın orman şerhinin bilinerek satın alınması olgusu arasında, bu kusursuz sorumluluğu bertaraf edecek nasıl bir bağlantı olduğunu izah etmeye yetecek dayanaktan yoksundur. Zira orman şerhini içerse de alım-satıma engel bir açıklama, tedbir kararı, vs. bulunmayan tapu kaydına güvenerek bulunduğu hâl üzere taşınmazı satın alan kişinin tapusunun kamu yararına dayalı meşru bir amaçla da olsa bedelsiz iptali ile tüm zararın davacıya yüklenmesi, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin hatalı işlem yapan idare lehine bozulması sonucunu doğurur.
Davacının orman şerhli bir taşınmazı satın almış olması Anayasa’nın 35 inci maddesindeki güvenceleri ortadan kaldırmaz. Salt “orman” şerhli bir taşınmazın satın alınması, ilgili idarenin tapu sicilini gecikmeksizin, doğru ve eksiksiz oluşturma sorumluluğunun ihlalini mazur göstermeye yetmemelidir.
Şayet önceki malikin talep hakkının bulunmadığı bir durumda, yeni malik talep hakkı elde edecek olsa ve devir sırf bu amaçla yapılmış olsaydı, davacının eyleminin illiyet bağının kesilmesine neden olduğu kabul edilebilirdi. Zira burada zarar görenin bu eylemi zararın meydana gelmesinin sebebi olarak ortaya çıkmış olacaktı. Zarar görenin eyleminin zararın ortaya çıkmasının bir sebebi halini almadığı durumlarda illiyet bağının kesildiğinden bahsedilemez. Çünkü zarar ve sorumluluk zaten doğmuştur.
Somut olayda; dava konusu 133 ada 2 ve 4 sayılı parsellerin tapu kayıtlarına 19.3.2012’de orman şerhi konulmuş, davacı bu taşınmazları 9.7.2013’te satın almıştır. Bu satıştan sonra 9.9.2013 tarihinde 54 No’lu Orman Kadastro Komisyonunca neticelendirilen orman kadastro çalışmaları ilan edilmiştir. Tapu maliki davacı tarafça dava konusu 133 ada 2 ve 4 parseller ile 127 ada 19 parsele ilişkin olarak 9.10.2013 tarihinde orman kadastrosu tespitine itiraz davası açılmış, Yalova Kadastro Mahkemesinde farklı dava dosyalarında yürütülen yargılama sonrasında itiraz davalarının reddine karar verilmiş, hüküm 133 ada 2 ve 4 parseller yönünden 10.10.2016 tarihinde kesinleşmiştir.
Akabinde her iki taşınmazın da tapu kütüklerinin beyanlar hanesine 19.1.2017’de “tapu iptal ve tescil davası açılacağı” şerh edilmiş ve Orman Genel Müdürlüğünce 7.2.2017’de Yalova 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2017/44 E. sayılı eldeki dosyamızın davacısı aleyhinde tapu iptali ve tescili davası açılmış, dava eldeki dava dosyamız ile birleştirilmiştir. Sonrasında da, sözkonusu taşınmazların “üçüncü şahıslara devir ve temlikinin önlenmesi” yönünde ilgili mahkemeden alınan ihtiyatî tedbir kararı gereğince tapu kütüklerine 10.2.2017’de şerh konulmuştur.
Dosya kapsamındaki sürecin özetinden de anlaşılacağı üzere; orman kadastrosu komisyon kararının ilanı, bu ilandaki tespitlere yönelik açılan itiraz davasında verilen kararın kesinleşmesi sonrasında tapu iptal ve tescil davasının açılması, dava konusu taşınmazlarda devir ve temlikin engellenmesi için ihtiyati tedbir talebinde bulunulması ve davacı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile orman vasfıyla Hazine adına tescili süreçleri davacının dava konusu taşınmazları 9.7.2013 tarihinde satın alma suretiyle tapu maliki olmasının ardından gerçekleşmiştir.
Eski malik açısından var olabilecek bir hak, kötü niyetli olduğu ispatlanamamış yeni malik için de şüphesiz geçerli sayılmalıdır. Davacının, orman şerhi konulmasına rağmen niteliği henüz kesinleştirilmemiş, ilanı yapılmamış, itiraz ve dava yolları henüz sonuçlanmamış hattta başlamamış taşınmazları satın almasında illiyet bağını kesebilecek yoğunlukta kötü niyetli olduğuna dair herhangi bir tespit dosya kapsamında yapılamamıştır. Bir kimsenin iyiniyetli olmadığına dair şüphe, kötü niyet ispatlanamadığı müddetçe nedensellik bağını kopartacak boyutta ve mülkiyet hakkı gibi temel bir anayasal hakkın ihlali için yeter düzeyde kabul edilemez. (Bkz. Aynı anlamda, Anayasa Mahkemesi, B. No:2019/4977, 24.11.2021)
Yukarıda açıklamış olduğumuz nedenlerden dolayı dava konusu taşınmazlardan 133 ada 2 ve 4 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin olarak da davanın kabulü gerektiği düşüncesiyle Dairemiz bozma kararının (2) no’lu bendi yönünden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz. 24/05/2022