Yargıtay Kararı 4. Hukuk Dairesi 2021/513 E. 2021/2154 K. 01.06.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/513
KARAR NO : 2021/2154
KARAR TARİHİ : 01.06.2021

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Asıl davada davacılar … ve … vekili tarafından, 30.05.2014 gününde ve birleşen davada …, …, …, … ve…vekili tarafından 28.05.2015 tarihinde, davalı … aleyhine verilen dilekçeler ile trafik kazası sonucu ölüm ve cismani zarar nedeniyle tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonucunda; davanın usulden reddine dair verilen 05.03.2020 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili Av…. tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

-K A R A R-

Asıl davada davacılar vekili; 09/03/2013 tarihinde, davacı …’in sevk ve idaresindeki …plaka sayılı süt taşıyan kamyonun Antalya’dan Seydişehir istikametine geldiği sırada 11. km de kaçış rampasına yolda gerekli önlem ve uyarıcı işaret bulunmaması nedeniyle girdiğini ve rampanın devamında aracını durduramayarak kayalıklara çarparak kazada vefat ettiğini, geriye mirasçıları olarak annesi ve babası kaldığını, kaza ile ilgili düzenlenen olay yeri inceleme tutanağında da belirtildiği üzere kazanın meydana geldiği yerin Karayolları 3. bölge müdürlüğünün görev sınırları içinde kaldığını, ceza yargılamasında alınan bilirkişi raporunda davalı … Müdürlüğünün asli kusurlu olduğunun tespit edildiğini belirterek; fazlaya dair talep ve hakları saklı kalmak kaydı ile davacı … için 1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi tazminatın, davacı Nurdan Kesemen için 1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL
manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Birleşen Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesi 2015/276 esas 2015/456 karar sayılı dosyasında davacılar vekili; davacıların 09/03/2013 günü meydana gelen kaza nedeniyle kardeşlerini kaybettiklerini belirterek; her biri için 10.000,00 TL den toplam 50.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Mahkemece, 26/11/2015 tarihli ilk karar ile asıl ve birleşen davada davacıların manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne, asıl davada davacıların maddi tazminat talepleri konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine 17. Hukuk Dairesi’nin 17/04/2019 gün, 2016/6502 esas ve 2019/4941 sayılı ilamı ile davanın, idari yargı merciinde çözümlenmesi gerekeceğinden yargı yolu caiz olmadığından usulden reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verilmiş, mahkemece bozma ilamına uyularak idari yargı yeri görevli olduğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir. Karara karşı davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Somut uyuşmazlıkta çözümlenmesi gereken öncelikli sorun, davanın hangi yargı kolunda görüleceği üzerinde toplanmaktadır.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun birinci maddesinde, bu Kanun’un amacının, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’un 6099 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle değiştirilen 110. maddesi ise “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” şeklindedir.
Yasama belgeleri ile anılan düzenlemenin gerekçesine bakıldığında, 2918 sayılı Kanun’un uygulanması gereken sorumluluk davalarında bir karmaşanın söz konusu olduğu, bu karmaşanın adli yargı yerlerinin görevli olduğu belirlenmek suretiyle giderilmek istendiği anlaşılmaktadır.
Bahse konu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası ile somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi (AYM) önüne taşınmış, Anayasa’nın 2, 125 ve 155. maddeleri bağlamında inceleme yapan mahkeme, düzenlemeyi şu gerekçelerle Anayasa’ya aykırı bulmayarak iptal istemini reddetmiştir. (AYM’nin 26/12/2013 tarihli ve 2013/68-165 E-K sayılı kararı): “Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının
denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması hâlinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir.
İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına, kamu ya da özel araç olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek, söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.”
Öte yandan, Anayasa’nın 158. maddesi uyarınca adli ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesi (UYM) de önüne gelen benzer uyuşmazlıklarda AYM’nin yukarıda yer verilen kararına atıf yaparak benzer sonuca ulaşmıştır. UYM, 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesiyle, yargı yolu uyuşmazlıklarına ve bu nedenle de yargılamaların uzamasına neden olan anılan Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarında, yeknesaklığı sağlamak amacıyla ve kamu yararı gözetilerek adli yargı yerlerinin görevli kılındığını, AYM’nin de bu durumu Anayasa’ya aykırı bulmadığını tespit etmektedir. (UYM’nin 11/04/2016 tarihli ve 2016/163-210 E-K sayılı; 24/09/2018 tarihli ve 2018/530-467 E-K sayılı kararları)
2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin gerekçesiyle AYM ve UYM’nin yukarıda yer verilen kararları birlikte değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi gerekliliği ortaya çıkmış, Anayasa’nın 153. maddesinin birinci ve son fıkraları ile 158. maddesinin birinci fıkrası uyarınca da tüm yargı yerlerinin benzer nitelikte yorum yapması kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki benzer olaylara aynı hukuki sonuçlar bağlanması anlamına gelen yargısal kararlardaki istikrar, adil yargılanma hakkının görünümlerinden olan hakkaniyete uygun yargılama ilkesinin gereğidir. İstikrarlı karar verme, hukuki belirliliği ve öngörülebilirliği sağladığı gibi, kişilerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına güvenini de tesis eder. Bu itibarla söz konusu uyuşmazlıkla ilgili ilke kararı alınması gerekli hâle gelmiştir. 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin uygulanmasında, Dairemizin idari yargı yerlerini görevli kabul eden kararları (11/03/2013 tarihli ve 2013/1438-4361 E-K sayılı; 18/04/2013 tarihli ve 2013/6055-7371 E-K sayılı; 06/11/2013 tarihli ve 2013/15737-17128 E-K sayılı; 06/03/2013 tarihli ve 2013/258-3916 E-K sayılı) bulunmakta ise de yukarıda açıklanan gerekçe ve yüksek mahkeme kararları gözetildiğinde önceki yerleşik uygulamadan dönülmüştür.
Bununla birlikte, bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş olmakla, davalı lehine usuli kazanılmış hak doğup doğmayacağı hususunun irdelenmesi gerekmektedir. Usuli kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile
geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
1086 sayılı HUMK’nun yürürlükte olduğu dönemde çıkarılan 09.05.1960 tarih, 1960/21 Esas, 1960/9 karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; Yargıtay bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına usulî kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için de zorunluluk doğacağı, usulî kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usulî kazanılmış hak müessesesinin usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda da usulî kazanılmış hakka ilişkin açık bir düzenleme bulunmamakta ise de bu ilkenin uygulanma gerekliliği HMK hükümleri karşısında da varlığını sürdürmektedir. Yargıtay’ın bozma kararına uyan mahkeme, bozma kararı uyarınca işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır. Çünkü, mahkemenin bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli müktesep hak doğmuştur.
Yargısal ve bilimsel içtihatlarda “usulî kazanılmış hak” ya da “usulî müktesep hak” olarak adlandırılan bu ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.02.1998 tarih, 1987/2-520 esas ve 1988/89 karar sayılı ilâmında “Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince işlem yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisinin lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak denilmektedir…” şeklinde tanımlanmakta ve bazı istisnaları bulunmaktadır. Bu istisnalar kısaca şu başlıklarda özetlenebilir.
a) Mahkemenin görevi ile ilgili usulî kazanılmış haktan sözedilemez.
b)Yargıtay’ın bozma kararından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı’nın çıkarılmış olması da usul kazanılmış hakkın istisnasıdır.
c)Karar henüz kesinleşmeden geçmişe etkili olarak çıkarılan bir kanun hükmü de usulî kazanılmış hakkın istisnasını oluşturur.
d)Bir kanun hükmü Anayasa Mahkemesince iptâl edilirse iptâl edilen kanun hükmü usulî kazanılmış hakka aykırı olsa bile uygulanacak öncelik usulî kazanılmış hakta değil Anayasa Mahkemesinin iptâl kararında olacaktır.
e)Usulî kazanılmış hakkın bir diğer istisnası ise kesin hükümdür. Bozmadan sonra usulî kazanılmış hak ile kesin hüküm çelişiyorsa öncelik usulî kazanılmış hak da değil, kamu düzeninden sayılan ve dava şartı olarak re’sen nazara alınması gereken kesin hükümdedir.
f)Kamu düzenine aykırılıkta usulî kazanılmış hakkın istisnalarından bir diğeridir.
g)Nihayet, son olarak; Yargıtayın kararı her türlü yorumun, hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında, açıkça ve tartışmasız şekilde başka bir şekilde yorumlanamayacak açıklıkta maddi hataya dayalı ise ve onunla sıkı sıkıya bağlı olduğu halde de usulî kazanılmış
hak ilkesi uygulanmayacaktır. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hatanın yapılması halinde bu hata usulî kazanılmış hak oluşturmayacaktır.
Eldeki dava, trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin olup,
Şu durumda, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda eldeki davanın görüm ve çözüm yeri adli yargı olup idari yargının görevli olduğundan bahisle verilen bozma ilamı doğrultusunda davanın usulden redine karar verilmiş ise de; az yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda; bu husus mahkemenin görevine ilişkin olup taraflar açısından usulî kazanılmış hak oluşturmayacağı, eldiki davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olması, 17 Hukuk Dairesi’nin 17/04/2019 gün, 2016/6502 esas ve 2019/4941 karar sayılı bozma kararının maddi hataya dayalı olduğu anlaşılmasına göre hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 492 sayılı Harçlar Yasasının 13/J maddesi uyarınca davalıdan harç alınmamasına 01/06/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.