Yargıtay Kararı 4. Hukuk Dairesi 2021/25757 E. 2022/1703 K. 07.02.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/25757
KARAR NO : 2022/1703
KARAR TARİHİ : 07.02.2022

MAHKEMESİ : Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki manevi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacı vekili ile davalı vekili tarafından talep edilmiş, davalı vekilince duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 19.01.2022 Salı günü davacı vekili Av. … ile davalı vekili Av. … geldiler. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan tarafların vekilleri dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili dava dilekçesinde; … Genel Başkanı …’nun 9 Eylül 2018 tarihinde … İl Başkanları toplantısında yapmış olduğu konuşmada, müvekkili Cumhurbaşkanı’nın kişilik haklarını ihlal eder nitelikte ifadeler kullandığını, özellikle; “15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra Türkiye’de 20 Temmuz’da bir sivil darbe yapıldı, pek çok insanın hakları ellerinden alındı. OHAL ilan edildi…. Şimdi tek adam rejimindeyiz. Öyle sistem mistem hikaye tek adam rejimi … Bakın size çok çarpıcı bir olay anlatayım, … olayı. Ben Grup Başkanvekiliyken bu …’nin 1 milyon dolarlık işi, malı nasıl götürdüğünü belgesiyle ortaya koymuştum. Tık bile çıkaramadılar, … bir süre sonra istifa etti, ben siyaseti bırakır diyordum. Şimdi sarayın adamı, tam adamını bulmuşlar. Malı götüren daha büyük malı götürenle yan yana. Çok açık ve gayet net söylüyorum sevgili Erdoğan, sen dolar baronlarının adamısın, tazminat davası mı açacaksın, açmazsan namertsin. Açarsa ispat edeceğim, dolar baronlarının adamı olduğunu, belli konularda korkuyor, dava açmıyor. Uyduruk konularda açıyor onların hepsini de kazanıyorum. Man Adası’ndan 15 milyon dolar para getir, 1 kuruş vergi ödemiyorsun. Allah rızası için 1 kuruş vergi ödemiyorsun. Man Adası’nda kimin parası var? Fakir fukaranın mı parası var, milyon dolarları Man Adası’nda mı? Yok. Kimin parası var? Ankara’daki beylerin parası var. Hem vergisiz, kemiksiz geliyor paralar. Vatandaşa dönüp “Efendim doları Türk Lirasına çevirin…” Beyefendi sen niye çevirmiyorsun? 15 milyon doların hesabını verdin mi? 1 kuruş vergi ödedin mi? … Aklıma saraya bakınca Ebuzer
geliyor. Muaviye kendisine çok lüks bir saray yapıyor, Ebuzer “Gidip gördüm -ki sahabedir Ebuzer- Ey Muaviye diyor bu sarayı kendi paranla yaptıysan israftır, halkın parasıyla yaptıysan haramdır” diyor. Bunlar haram yiyorlar, haramla besleniyorlar, kul hakkı yiyorlar. Defalarca söyledim, “biz yemiyoruz” diyemiyorlar. Vatandaşa diyorlar ki tasarruf yap, ya vatandaşta para kalmadı ki zaten! Vatandaş perişan ekmek derdinde ekmek. Borç batağında önünü göremiyor. İşsizlik pahalılıktan yakınıyor. Tek adam sarayda badem sütüyle, ejder bilmem nesiyle besleniyor. Ya bunu Allah kabul eder mi? Ya sizde dine iman var mı ya. Sizde ahlak var mı ya….” şeklindeki ifadelerde davalının, davacıyı “sivil darbe yapmakla, tek adam rejimini getirmekle, diktatör olmakla, malı götürmekle, haram yemekle, Man Adasından para getirmekle, vergi kaçırmakla, dolar baronlarının adamı olmakla, din, iman ve ahlaktan yoksun olmakla” itham ettiğini, davalının sözlerinin eleştiriden öte hakaret ve iftira içerdiğini ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu belirterek, 250.000,00TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tazmini isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacı tarafça, davalı genel başkanın konuşmasının başkalaştırılmaya ve bütünlüğünden kopartılarak, seçilen bazı bölümlerin dava konusu yapıldığını, davalının açıklamalarının bütünlüğünün bilinçli bir şekilde bozulduğunu ve hakaret kapsamlı gösterilmeye çalışıldığını, oysa konuşmada ekonomide yaşanan sorunlar, artan faiz oranları ve Türk parasının dolar karşısındaki değerini yitirmesi gerçekliği gözetilerek, eleştiri yapıldığını, konuşmadaki tüm iddiaların ispat hakkı kapsamında ispatlanacağını, özel kişilerden farklı olarak siyasetçiler ve kamuoyunun önündeki yakınlarının kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih ederek halkın ve aynı zamanda diğer siyasilerin yakın denetimine kendilerini açık kıldıklarını, bundan ötürüdür ki rahatsız edici olsa da en ağır eleştiriye dahi katlanmak yükümlülüğü altında bulunduklarını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının da bu yönde olduğunu, dava konusu edilen bu açıklamaların ve yorumların kaynağı, yapılma nedeni, davalı ve davacının toplumdaki konumları, kamu yararı, tüm söylenen ve yazılanların içeriği dikkate alındığında davalının toplumu bilgilendirme ile eleştiride bulunma hak ve görevinin varlığı gözetildiğinde, kamuyu bilgilendirmeye matuf, delillerle destekli, tamamen gerçeklere dayalı, güncel konulara ilişkin eleştirilerin görünür gerçeklik kapsamında kaldığını, bahsi geçen bu açıklamaların davacıya hakaret, iftira, onur ve saygınlığını rencide etme kastını taşımadığını, belirterek, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk derece mahkemesince; davalının davacıyı “sivil darbe yapmakla, diktatör olmakla, malı götürmekle, haram yemekle, Man Adası’ndan para getirmekle ve vergisini kaçırmakla, dolar baronlarının adamı olmakla, din, iman, ve ahlaktan yoksun olmakla ” itham ettiği, ana muhalefet partisi genel başkanlığı gibi önemli bir siyasi makamı işgal eden davalının, sözlerinin ulaşacağı kitleyi de düşünerek neyi kastettiğinin yanında, nasıl anlaşılacağını da düşünmesinin gerekli olduğu, sarf edilen sözler itibariyle eleştiri sınırlarının aşıldığı, davacıyı toplum önünde küçük düşürecek ve kişilik haklarına saldırı teşkil edecek nitelikte sözler olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karara karşı taraf vekilleri istinaf kanun yoluna başvurmuş; bölge adliye mahkemesince dava konusu konuşmanın ulusal, yazılı ve görsel medya organlarında yayınlanmış olması nedeniyle ulaştığı kitlenin genişliği, davacının Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil etmesi, davalının davacıya yönelik değer yargısı olarak kabul edilemeyecek isnatlarında bulunması nedeniyle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu ve kabul
edilen manevi tazminat miktarının tazminatın amacına uygun olduğu gerekçesiyle, taraf vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalı … Genel Başkanı …’nun 9 Eylül 2018 tarihinde … İl Başkanları toplantısında yapmış olduğu konuşmada, davacı Cumhurbaşkanı … hakkında sarfettiği sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesi ve ulaşılacak sonuca göre manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinde ise; “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Görüldüğü üzere TBK’nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesi; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar… Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” hükmünü içermektedir.
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini tespit etmek üzere uygulamaları ile bir takım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler:
1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
İfade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir. Düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir. Aynı zamanda demokratik toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
Ancak belirtmek gerekir ki ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başta siyasi kişiler olmak üzere, en geniş hâlde dahi ifade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa’nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur. Bu itibarla, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şeref ve itibarının korunmasıdır. Müdahale edilen ifade özgürlüğü ile davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğinin karar yerinde değerlendirilmesi de gerekecektir.
İfade özgürlüğü, temsil ettikleri seçmenlerinin kaygılarına dikkat çektikleri ve onların menfaatlerini savunmak zorunda oldukları için halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahip olup bu değerlendirmenin de özel olarak yapılması gerekirse de çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için kullanılan ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ve ilgili kişilerin önceki davranışlarının, kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gözetilmesi de gerekmektedir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve HMK 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş ve verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olmasına, yine Dairemizde temyiz incelemesi yapılan diğer dosyalardaki konuşma tarihlerinde davacının siyasetçi olmadığı (Anayasa 101. md), davaya konu bu ve diğer davalara konu konuşmalarda “Her türlü dümeni çevirirsin”,”Faizci Tayyip”, “Sahtekarlığı çok iyi bilirsiniz”, “Sahtekar sizin elinize su dökemez”, “Her türlü dümen var sizde”, Her türlü üç kâğıt var sizde”, “Senin ne mal olduğunu biliyorum”, ”Tefecilerin Reisi”, ”Diktatör”, ”IŞID’a , FETÖ’ye, PKK’ya yardım ve yataklık yaptın”, “Malı götüren”, “Her türlü tezgâhı çevirir”, “Firavun”, “Şeref ve namus yoksunu”, “Gayrimilli”, “Şerefsiz”,”Yolsuzlukların timsali”, “Diktatör bozuntusu”, “Namusuna, şerefine sahip çıkamıyor”, ”Değeri beş para”, “Hırsızlığı aşmış bir şey”, “Alçak” gibi yoğun bir biçimde ifade özgürlüğünü aşan ifadelerin kullanılmış olmasına, yukarıda açıklandığı gibi ifade özgürlüğünün sınırsız olmamasına, ifade özgürlüğünü kullanırken ödev ve sorumluluklara özen gösterilmesi gerekmesine, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Masak raporuna dayanılarak verilen takipsizlik kararına konu olan belgenin “olgu” olarak kabul edilemeyeceği gibi belgenin ve diğer araştırmaların Masak raporuna göre davacı … ile ilgisinin bulunmadığının anlaşılmasına, özellikle de davalı … Genel Başkanı, başvuruya konu konuşmasında da politik meselelere değinmiş ve konuşmanın çerçevesi baskın bir şekilde politik alanda kalmış ise de kimi sözlerin siyasi bir eleştiri olmaktan çok kişisel saldırı içermesine göre taraf vekillerinin yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün HMK 370/1. maddesi gereğince ONANMASINA, HMK 373. maddesi uyarınca dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine, 3.815,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, aşağıda dökümü yazılı 21,40 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan ve 391,90 TL kalan onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 07/02/2022 gününde Üye …’nin karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davalının 09.09.2018 tarihinde … İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşmasında, davacının kişilik haklarını ihlal eden nitelikte ifadeler kullandığını, ağır derecede hakaret içeren sözler söylediğini, terör örgütleriyle irtibatlandirmaya çalıştığını, belirterek davacının kişilik haklarına yapılan saldırıdan dolayı 250.00,00 TL’lik manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili müvekkilinin konuşmasında geçen hususların siyasi eleştiri kapsamında olduğunu, bir takım olgusal dayanaklarının bulunduğunu ve hakaret içermediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk derece Mahkemesince yapılan yargılama sonunda davalının 09.09.2018 tarihli … İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşmasında söylediği sözlerin bir kısmının davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 tl lik manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı her iki tarafta istinaf yoluna başvurmuş, İstinaf Mahkemesince tarafların istinaf başvurusu esastan red edilmiş, her iki taraf da bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur.
Bireyin şeref ve itibarı, Anayasanın 17. Maddesinde yer alan manevi varlık kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde, şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurmak zorundadır. İfade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunurken hakkın özüne dokunulup dokunulmadığını, ölçülü davranılıp davranılmadığını her olayın özeliğine göre taktir etmek gereklidir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır.İfade özgürlüğü başkaları ile ilişki kurmada ihtiyaç duyulan temel bir araç olup, başkaları açısından değersiz veya yararsız görülen düşüncelerin açıklanması ve yayılması özgürlüğünü de içermektedir.Siyasetçiler ve yöneticiler açısından ifade özgürlüğü daha fazla önem arz etmektedir.Zira siyasetçilerin ve yöneticilerin topluma ve hedef kitlelerine ulaşmak ,onları bilgilendirmek ve beklentilerini karşılamak için bu özgürlüğe diğer bireylerden daha fazla ihtiyaçları vardır. Ifade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünü güvence altına almayı hedeflemektedir. Bu nedenle ,düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Siyasetçilere yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları da diğer kişilere yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi diğer kişilerden farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek halkın ve aynı zamanda diğer siyasetçilerin denetimine açar. Bu nedenle daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır. AHİM in yerleşik içtihatlarında belirtildiği gibi, hükümetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır.
Somut olayda, Muhalefet partisi lideri olan … Genel Başkanı davalı …’nun 09.09.2018 tarihinde … İl başkanları toplantısında yaptığı konuşmada sarf ettiği söz ve ifadelerin bir kısmının, değer yargısı niteliğindeki ifadeler olduğu, bir kısmının da siyasal eleştiri niteliğinde açıklamalar olduğu anlaşılmaktadır. Değer yargıları kişilerin görüş ve yorumlarından ibaret olması ve kanıtlanmaya elverişli olmaması nedeniyle kişilik haklarına saldırı oluşturmazlar.
Öte yandan davalının konuşmasında kullandığı ifadelerin suçlayıcı ve rahatsız edici olduğu açıktır. Siyasetçilerin kullandıkları bazı sözler açıkça polemik çıkartmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraflarını denetlemeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olarak kabul edilmelidir.
Yukarıda açıklandığı üzere davalının konuşmasının bütünlüğü dikkate alındığında konuşmanın kamu yararı bulunan bir tartışmayı başlatma amacı taşıdığı ve toplumun bilgi edinme hakkı kapsamında kaldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, olgusal dayanağı bulunan değer yargısı niteliğindeki ifadeler olduğu, davacının kişilik haklarına saldığı teşkil eden bir hususun bulunmadığı bu nedenle istemin tümden reddi gerektiği düşüncesi ile değerli çoğunluğun kararına katılmıyorum. 07/02/2022