YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/24387
KARAR NO : 2021/11159
KARAR TARİHİ : 28.12.2021
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki, trafik kazası nedeniyle maddi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, kararda yazılı nedenlerle, davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen hüküm, asli müdahil vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/478-2019/9779 sayılı ilamıyla ” davacı muris …, davaya konu aracı, anahtarı ve ruhsatı ile birlikte dava dışı …’e, aracı satın alacağına inandığından dolayı Kayseri’ye götürmesi için teslim etmiştir. Ancak araç dava dışı … tarafından, Ağrı’ya götürülerek dava dışı … isimli kişiye verilmiş ve … tarafından aracın televizyonları sökülmek suretiyle araç hasara uğratılmıştır. Meydana gelen bu olay sonucunda dava dışı … ve … Mala zarar verme, güveni kötüye kullanma ve emniyeti suistimal suçlarından Kayseri ve Doğubeyazıt Asliye Ceza Mahkemelerinde ayrı ayrı cezalandırılmışlardır. Hal böyleyken, davacı muris …’nın aracı, dava dışı …’e kendi rızası dahilinde verdiği, aralarında bir güven ilişkisi olduğu, …’in ise aracı …’a teslim ettiği bu nedenle, artık meydana fiilin, emniyeti suistimal teşkil eden bir fiil olduğu ve emniyeti suistimal halinin poliçe teminatı dışındaki hallerden olduğu gözetilmeden yazılı olduğu şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmediği” gerekçesiyle hüküm bozulmuş.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda … mirasçısı … açısından davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine, karar verilmiş, 08/07/2021 tarihli ek karar ile de gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 1. nolu bendine ”asli müdahil bankanın davasının reddine” ifadesinin eklenmesine karar verilmiş, hüküm asli müdahil vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava kasko poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
10/04/1992 gün 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, hakimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olmasını öngörmektedir. Kısa kararda hükmedilen bir yükümlülüğün gerekçeli kararda hüküm altına alınmamış olmasının, hükmün gerekçe kısmında kabul edildiği bildirilen bir yükümlülüğün, hüküm fıkrasında karar altına alınmayışının çelişki teşkil etmediğini söylemek mümkün değildir. Yargı erkinin görev ve yetkisi, Anayasa ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak, keza İBK’nın bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Tefhim edilen hüküm başka, gerekçeli karardaki hüküm başka ise, bu durumun mahkemelere olan güveni sarsacağı tartışmasızdır. Öyle ki İBK ile bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde başka bir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir.
Diğer taraftan 1086 sayılı HUMK’nun 381-389. maddelerinde (6100 sayılı HMK’nun 294-297. maddeleri), hükmün tefhimi, nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca düzenlenmiştir. HUMK’nun 388. maddesinde (HMK’nun 297/II maddesi); hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin zorunlu olduğu açıklanmıştır. Başka bir anlatımla, tesis edilen hüküm, infazı kabil ve uygulanabilir olmalı ve tereddüt yaratıcı olmamalıdır.
Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur.
Somut olayda ise mahkemece kısa kararda asli müdahil hakkında karar verilmediği, gerekçeli kararda ise asli müdahil bankanın talebinin de reddine karar verilmesi gerekir denildiği, bu şekilde gerekçe ile hüküm arasında uyumsuzluk oluştuğu ve bu hususun hükmü çelişkili hale getirdiği, hükmün bu haliyle infazda tereddüt yaratacak nitelikte olduğu açıktır.
Kısa kararla gerekçeli karar arasında bu şekilde çelişki oluşması nedeniyle davalı tarafın talebi üzerine 08/07/2021 tarihli ek karar ile HMK 305. madde gereğince asli müdahil hakkında karar verilmesinin zuhulen unutulduğu gerekçesiyle gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 1. nolu bendine ”asli müdahil bankanın davasının reddine” ifadesinin eklenmesine karar verilerek asli müdahil aleyhine, davalı lehine yeni bir hak ve yükümlülük getirecek şekilde hüküm kurulmuş olup işlem HMK’nun 305-306. maddeleri uyarınca tavzih yoluyla hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez hükmüne aykırıdır.
Bu durumda mahkemece, taraflara yükletilen ödevlerin ve bahsedilen hakların hiçbir kuşku ve tereddüt gerektirmeyecek şekilde çok açık ve icra (infaz) edilebilir nitelikte hüküm kurulmak üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle asli müdahil vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden asli müdahil’e geri verilmesine 28/12/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.