YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/3739
KARAR NO : 2022/975
KARAR TARİHİ : 26.01.2022
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili ile davalı vekili tarafından talep edilmiş, davalı vekilince de duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 02/03/2021 Salı günü davacılar vekili Av. Ferah Yıldız ile davalı vekili Av. … geldiler. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan tarafların vekilleri dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; … Genel Başkanı …’nun 21/11/2017 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Parti Grup Toplantısında yapmış olduğu konuşmada müvekkili … ve yakınları olan diğer davacıların yurt dışına milyonlarca dolar para transfer ettiğini iddia ederek … ve yakınlarına iftira yolu ile hakaret ettiğini, yaptığı konuşmada; “…Senin çocuklarının yurt dışı hesaplarına gönderdiği milyonlarca dolar para var mı?” …’e anlatır gibi bir daha anlatayım. Sevgili …, çocuklarının -bir çıta yükseltiyorum- çocuklarının, eniştenin, dünürünün, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün yurt dışında vergi cennetlerinde bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor musun?…” şeklinde …’nı, çocuklarını ve yakınlarını hedef alan küçük düşürücü, aşağılayıcı, gerçek dışı ithamlarda bulunduğunu, toplumun kin ve nefret duygularına maruz kalmasına sebep olduğunu, davalının konuşmasında, internet ortamında paylaşılan, kimliği belirsiz kişilerce oluşturulmuş gerçekliği bulunmayan ve “Cennet Belgeleri” olarak anılan asılsız belgeleri davacılar ile ilişkilendirerek iftiralarda bulunduğunu, davalının düşüncelerini ifade etme ve eleştiri hak ve görev sınırlarının ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı, gerçek dışı ve iftira niteliği taşıyan ifadelerle tamamen karalamaya yönelik bu asılsız ve mesnetsiz ithamların kabulünün ve hoş
görülmesinin mümkün olmadığını, bu itibarla TBK.’nun 49/1. ve 58/1. maddeleri hükümlerince davalının kusurlu ve hukuka aykırı eylemiyle kişilik hakkı zedelenen müvekkillerinin duyduğu acı, elem ve üzüntünün bir nebze olsun telafisi bakımından bu davayı açmak zaruretinin hasıl olduğunu belirterek, … … için 500.000,00 TL, diğer her bir davacı için 100.000,00’er TL olmak üzere toplam 1.500.000,00 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
II.CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu edilen söz ve ifadelerde hakaret niteliğinde görülebilecek tek bir söz bile bulunmadığını, davacı tarafça müvekkilinin konuşmasının başkalaştırılmaya ve bütünlüğünden koparılarak hakaret niteliğinde gösterilmeye çalışıldığını, hiçbir bir biçimde hakarette bulunulmadığını, ifadelerin doğruluğunun kamuoyu ile paylaşılan belgeler ile ispatlanmış olduğunu, yargılama aşamasında yapılacak araştırma ile dava konusu yapılan olguların doğruluğunun ispat edilebileceğini, müvekkili tarafından yapılan açıklamaların kamuoyunu bilgilendirmeye matuf, delillerle destekli, tamamen gerçeklere dayalı ve güncel konulara ilişkin olduğunu, eleştiri sınırlarını aşan ifadelerin söz kunusu olmadığını, kişilik haklarının ihlali boyutuna ulaşacak beyanlara kesinlikle yer verilmediğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARI
İlk Derece Mahkemesince; davalının 21/11/2017 tarihinde Parti Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, davacı … … ve üzerinden yakınlarına karşı kişilik haklarına saldırı niteliğinde söz ve ifadeler sarfettiği olmayan belgelere dayalı yalan yanlış sözlerle davacı Cumhurbaşkanının yakınları davacıların yurt dışına yasa dışı milyonlarca dolar para gönderdiği ve vergi kaçırdıklarını iddia ettiği, bahse konu konuşmanın herkese açık olarak yapıldığı, gerçek dışı ve iftira/hakaret içerikli konuşmasında gerçeklik, kamu yararı ve güncellik gibi hiçbir unsurun bulunmadığı, … …’ın devletin başı olarak Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyetini temsil etmiş olması nedeniyle herhangi bir siyasetçi gibi değerlendirilmesinin mümkün olamayacağı, diğer davacıların da aktif siyasetin içinde bulunmadıkları, davalı tarafından davacıların yurt dışındaki vergi cennetlerine milyonlarca dolar para göndermek ve vergi kaçırmakla suçlandıkları, bu eylemin doğrudan davacıların kişilik haklarına ciddi ve ağır bir saldırı olduğu, siyasetçi olsalar dahi bu kişilerin de “şöhret ve haklarının” korunması gerektiği, sonsuz ve sınırsız bir özgürlük anlayışının hiçbir hukuk sisteminde bulunmadığı, davalı tarafından gerçekliği ispat edilemeyen bu sözlerinin toplumun ilerlemesi, bireyin gelişimine hiçbir şekilde katkı sağlar yanının da bulunmadığı, bu denli ağır hakaret/iftira içerikli gerçek dışı ithamlara hiçbir kimsenin katlanmak yükümlülüğü altında olamayacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile; davacı … yararına 150.000,00 TL, davacı … yararına 60.000,00 TL, davacılar … ve … yararına 22.000,00’er TL, davacı … yararına 20.000,00 TL, davacı … yararına 16.000,00 TL, davacı … yararına 15.000,00 TL, davacılar … ve davacı … yararına 14.000,00’er TL, davacılar … ve … yararına 13.000,00’er TL manevi tazminatın 21/11/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ile davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur
2. İstinaf Nedenleri
Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; davalının hiçbir somut gerçekliği olmayan, tamamen davalının kendi hayal mahsulü olan olaylar silsilesi ile davacılara karşı kabul edilmesi mümkün olmayan ifadeler kullandığını, davacıların tamamının itham edildiğinin, davaya konu asılsız iddialarını, hakaret ve iftira boyutunda sürekli tekrarladığını, müvekkillerini kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmaya çalıştığını, iftira attıklarını, gösterdikleri herhangi bir dekont veya belgeyi dosyaya sunamadıklarını, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının konuya ilişkin soruşturması sonunda davacı … …’ın yakınlarına ait hesaplarda yapılan inceleme neticesinde … tarafından verilen raporda Man adasında bulunan şirketin yurt dışında bulunan hesabına veya yurt dışında bulunan başkaca bir hesaba para göndermedikleri anlaşılıp takipsizlik kararı verildiğini, asılsız, haksız ve gerçek dışı itham ve iddiaların kasıtlı ve sui maksatlı olduğunu, davacı … … ve davalının bulundukları konum dikkate alındığında davalının iftira ve hakaretlerinin dünya çapında kara propaganda malzemesi olduğunu, davalının isteyerek ve kasıtlı olarak hareket ettiği de gözetilerek hükmolunan tazminatın ölçülü olmadığını, davanın tamamen kabul edilmesi gerektiğini ileri sürerek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, davanın aynen kabulüne karar verilmesini talep ve istinaf etmiştir.
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; hakimin reddi taleplerinin hukuka aykırı şekilde HMK 42/2. bendi kapsamında geri çevrildiğini, öncelikle kararın bu nedenle yok hükmünde olduğunu, hakimin reddi taleplerinin somut ve haklı gerekçelere dayandığını, adil yargılama için red prosedürünün uygulanması gerektiğini, tanık ve diğer delillerinin toplanmadan karar verildiğini, yemin deliline dayandıkları halde buna ilişkin prosedürün işletilmediğini, dava konusu olguların ispatı için delillerinin toplanmadığını, iddiaların aksinin davacı tarafından da ispatlanamadığını, vekil edenin konuşmasında hakaret kapsamında görülebilecek tek bir ifadenin bulunmadığını, konuşmada geçen tüm beyanların doğru olduğunu, hakaret niteliğinde bulunmadığını, hükmolunan miktarın fahiş olduğunu, konuşmada isnat edilen olay ve olguların Anayasanın 39. maddesi ve AİHM uygulaması kapsamında ispat hakkının hukuksuzca engellendiğini, dava konusu ifadelerin ayrıca değer yargısı niteliğinde olduğunu, siyasetçilere ve yakınlarına yönelik eleştiri sınırlarının daha geniş olduğunu, AİHM kararlarının da bu yönde olduğunu, şahsiyet hakkına yönelik hukuka aykırı bir ihlalin bulunmadığını, yüksek yargı kararlarına göre de müvekkilinin açıklamalarının kişilik haklarına saldırı olarak nitelendirilemeyeceğini ileri sürerek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın tümden reddine karar verilmesini talep ve istinaf etmiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç:
Bölge Adliye Mahkemesince; olayın toplumda yarattığı etki, eylemin gerçekleşme şekli, meydana geldiği zaman, tarafların statüleri, söylenen sözlerin ağırlığı ve diğer ilkeler gözetildiğinde ilk derece mahkemesince hükmolunan manevi tazminat miktarının hukuka
uygun olduğunu, taraf vekillerinin bu yöndeki istinaf sebeplerinin yerinde görülmediği, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile taraf vekillerinin istinaf taleplerinin esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1. Temyiz Yoluna Başvuranlar.
Bölge Adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ile davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2.Temyiz Nedenleri:
Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; davalının söz konusu konuşmasında davacı … …’ı, çocuklarını, kardeşini ve dünürlerini hedef alan küçük düşürücü, aşağılayıcı, gerçek dışı, hakaret derecesinde ağır ithamlarda bulunduğunu, müvekkillerinin toplumun kin nefret duygularına maruz kalmasına sebep olduğunu, davalının elde ettiği belgelerle müvekkilini ve ailesini vergi kaçırmakla suçlayarak, yurt dışına milyonlarca dolar para transfer ettiğini ileri sürdüğünü, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca olaylara ilişkin olarak bir kısım davacılar hakkında yapılan soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini ve bu kararın kesinleştiğini, davalının haksız fiili sebebiyle müvekkillerine gerçek dışı ithamlarda bulunması, davacıların doğrudan kişiliğini hedef alması, onur ve saygınlığına saldırıda bulunması nedeniyle, telafisi mümkün olmayan bu zararın giderilmesi için davanın tamamının kabul edilmesi gerektiği gerekçesi ile temyiz yoluna başvurmuştur.
Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesi hakiminin tarafsız davranmadığını, red prosedürünün uygulamaksızın talebin geri çevrildiğini, başta yurt dışına para gönderme olgusu olmak üzere dava konusu tüm olguların ispatına ilişkin toplanması talep edilen tek bir delilin dahi toplanmadan, tanık dinletme isteği karşılanmadan, yemin deliline ilişkin prosedür uygulanmadan verilen kararın hukuka aykırı olduğunu; esas yönünden ise, müvekkilinin dava konusu konuşmasında hakaret kapsamında görülebilecek tek bir ifadenin dahi bulunmadığını, konuşmada geçen tüm iddiaların doğru olduğunu, bu hususların Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/200649 soruşturma nolu dosyasında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ile anlaşıldığını, kararda da görüleceği üzere, davalı tarafından açıklanan belgelerin Savcılığa sunulması sonrasında … Bankası ve …’a yazılan yazılara verilen yanıtlar ile belgelerin tamamının doğruluğunun tespit edildiğini, dolayısıyla müvekkili davalının açıklamasındaki iddiaların ispatlandığını, her ne kadar iddiaların doğru olmadığı söylenmiş ise de mahkemeye sunulan belge içeriği ile yurt dışında 1 Sterline kurulan Bumerz isimli şirketin ortaklarından birinin ve yöneticisinin davacılardan … olduğunun ispatlandığını, siyasetçilere ve yakınlarına yönelik eleştiri sınırlarının özel kişilere nazaran daha geniş olduğunu, siyasetçi ve yakınlarının özel kişilerden farklı olarak, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açık, kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih ettiklerini, siyasetçi ve yakınlarının bu nedenle kendilerine getirilen eleştirilere hoşgörü göstermek zorunda olduklarını, müvekkilinin açıklamalarının kamuyu bilgilendirmeye matuf, delillerle destekli, tamamen gerçeklere dayalı, güncel konulara ilişkin olduğunu, hayali, desteksiz ve eleştiri sınırlarını aşan ifadeler kullanılmadığını, kişilik hakkının ihlali boyutuna ulaşacak beyanlara kesinlikle yer ../…
verilmediğini, yapılan eleştirilerin görünür gerçeklik kapsamında kaldığını, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığını ve bu nedenle davanın tümden reddi gerektiği gerekçesi ile hükmün bozulması talebiyle temyiz isteminde bulunmuştur.
3.Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Davalı Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı …’nun 21/11/2017 tarihindeki parti grup toplantısında davacı … … ve yakınları diğer davacılar hakkında sarf ettiği sözlerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı ve ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Dava konusu edilen 21/11/2017 tarihli parti grup toplantısında kişilik haklarına saldırı niteliğinde oluşturduğu iddiasına ilişkin sözlerin bir kısmı şu şekildedir;
“….Değerli arkadaşlarım, galiba iki grup öncesiydi, bu vergi cennetleriyle ilgili bir olay medyaya yansımıştı. Dolayısıyla Sayın …’ın çocuklarının da vergi cennetlerinde şirketleri olduğu şeklinde haberler vardı ve Sayın … gazetecilerin sorusu üzerine “buradan davet ediyorum, her türlü soruşturma yapılabilir, benim dokunulmazlığım var çocuklarımın dokunulmazlığı yok, her türlü soruşturmayı yapabilirsiniz” dedi. Ben de gayet güzel Sayın …’a teşekkür ettim, öz güveni dolayısıyla teşekkür ettim, “bir araştırma önergesi vereceğiz, soruşturmaya gerek yok önce bir araştıralım, nedir ne değildir bir görelim, gerekirse sonra soruşturma da veririz” dedik. Ve grup başkan vekili arkadaşlarımız birer araştırma önergesi verdiler. Ama bu araştırma önergesi, … milletvekillerinin oylarıyla reddedildi arkadaşlar.
Şimdi ben Sayın …’a sesleniyorum. … Grubunun bu önergeyi reddetmesi sizin iradenizle mi, yoksa sarayın iradesiyle mi? Bunu da öğrenmek istiyorum. Ben sarayın iradesiyle olduğu kanısındayım. Çünkü … eğer bir şey söylerse, o sözünde durur diye düşünüyorum. Ve yine sesleniyorum, sizin iradeniz mi sarayın iradesi mi? Sarayın iradesi midir diye niye soruyorum, birazdan ona geleceğim. … Bey de beni dikkatle dinlesin, birazdan ona geleceğim.
… Grubunun bu önergeyi reddetmesi, bir sefer başlı başına bir ayıp. 2006 yılında bir kanun çıkıyor, Kurumlar Vergisi Kanunu, “Vergi cennetlerinde, yani vergi ödenmeyen veya düşük vergi ödenen bu küçük ada devletlerinde eğer bir şirket kurarsa Türkiye’den bir şirket buralarda kurulursa, paralarını Türkiye’ye getirdikleri zaman yüzde 30 vergi alınır” diyor. Yüzde 30, 2006 yılında…Peki, hangi ülkelerdir vergi cennetleri? “Bunu Bakanlar Kurulu belirler” diyor. 2006-2017, 11 yıldır Bakanlar Kurulu belirlemiyor. Şimdi …’nın önünden geçti diye adamı alıp hapse atıyorsun. Niçin? Efendim niye orada hesap açtın diye. Parlamento sana görev vermiş, vergi cennetlerini açıkla, oradan gelen parayı da yüzde 30 vergile, sana bu görevi vermiş. Sen bu görevi yapmıyorsun, görevi ihmal ediyorsun ve arkadan kalkıyorsun bunu araştıralım dediğimiz zaman da, araştırmayı reddediyorsun. Görev ihmalidir bu, görev kusurudur, kasıtlıdır; gelen paralar vergilenmesin diye, “dolar bozdurun” diye bağırıyorlar. sen dolarları habire oraya gönderiyorsun. vatandaş nereden, zaten vatandaşın cebinde dolar yok ki bozduracak. asıl sen getir dolarları burada bozdur, o da gelmiyor. Ahlaki değil ayrıca, bu ahlaki de değil, bu ayrıca söz veriyorsunuz ve kaçıyorsunuz.
Şimdi değerli arkadaşlarım, size bir konuşmayı okuyacağım. “Şimdi ben Kayseri’den tüm Türkiye’ye sesleniyorum, yastık altında dövizi olan kardeşlerim doları, Euro’su olanlar diyorum ki, bu paraları altına ve Türk Lirasına yatırın. Döndürün Türk Lirasına, milliyiz yerliyiz biz, bizim Türk Liramız bereketlidir” diyor. Söyleyen …. Evet diyor ki, yastık altında dolarınız varsa bunu getirin, Euro’nuz varsa bozdurun, çünkü biz yerliyiz biz milliyiz, bizde yabancı para olmaz, biz adam gibi bu paraları getiririz Türk Lirasına çeviririz diyor.
Ben Çorlu Belediyemizin yaptığı bir açılışta bir konuşma yaptım ve şu soruyu Sayın …’a sordum. Dedim ki,” Sevgili … güzel konuşuyorsun, halkı etkiliyorsun, bütün değerleriyle oynuyorsun, bütün değerlerini siyasallaştırıyorsun, iktidarda kalmak için her türlü yola başvuruyorsun. Ben sana son derece basit bir soru soracağım dedim. “Senin çocuklarının yurt dışı hesaplarına gönderdiği milyonlarca dolar para var mı?” …’e anlatır gibi bir daha anlatayım. Sevgili …, çocuklarının -bir çıta yükseltiyorum- çocuklarının, eniştenin, dünürünün, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün yurt dışında vergi cennetlerinde bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor musun? Bunun cevabını bekliyorum. Sordum soruyu, tık yok, tık yok. Şimdi bir daha soruyorum, 80 milyonun önünde soruyorum sana sevgili …, 80 milyonun önünde! Sen misin yerli ve milli, ben miyim yerli ve milli? Çıkacağız milletin önüne. Benim, çocuklarımın, dünürümün, eniştemin, yedi göbek sülalemin bir dolar hesabını bulursan gel bana söyle. Diyeceğim ki, vallahi bir şey söyledik, ama kusura bakma. Ama ben sana soruyorum, çocuklarının, dünürünün, eniştenin, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün milyonlarca dolar parayı vergi cennetlerine gönderdiklerini biliyor musun? O gönderdikleri şirketin kuruluş sermayesini de söyleyeyim. Kaç lira? Olur ya hesabı şaşırabilir, 1 sterlin kuruluş sermayesi 1 sterlin. Giden para milyonlarca dolar. Bunun cevabını bekliyorum, yerli ve milliysen bunun cevabını bana vereceksin. Biliyorum diyecek nereden çıktı bu, bir de karşımıza … belası çıktı. İstediğin kadar …’de, istediğin kadar “Ey …” de, ben sana basit …’e anlatır gibi anlattım, herkes bunu biliyor. Sordum, bir daha soracağım, her zaman soracağım. Sen öyle yerli milli filan bırak o ayakları, bırak o ayakları! Senin kaç milyon dolar paran var, sen onu bize bir çıkar bakalım, kaç milyon dolar paran var? Bu paralar nerelerde? Bir görelim bakalım bunları…”
3.2. İlgili Hukuk Yönünden
Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinde ise;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
Görüldüğü üzere TBK’nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası;
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir.
Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararları ilgili mevzuat kapsamında değerlendirilmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesi;
“Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar…
Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” hükmünü içermektedir.
3.3. Usule İlişkin temyiz itirazlarının değerlendirilmesi
Davacılar vekilinin usule ilişkin temyiz itirazları bulunmamaktadır.
Davalı vekilinin usule ilişkin temyiz itirazlarına gelince; davanın mahiyeti de dikkate alınarak ve ayrıca yargılamanın gereksiz yere uzamasına sebebiyet vermemek için bu hususlar bozma nedeni yapılmamıştır.
3.4. Esasa İlişkin Temyiz İtirazlarının Değerlendirilmesi
Genel İlkeler
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir.
Konuya ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine değinmekte fayda vardır. Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar,
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
Anılan sözleşmenin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (…/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “…bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda …/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir.
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tâbi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
Bu açıklamalardan sonra üstün yarar ve yararların tartılması ilkesine de değinmekte fayda vardır. İfade özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk
düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının hukuka uygunluğu kabul edilecektir. Böylece burada yararlananlardan birisinin değeri, diğeri karşısında üstün tartılmış olacak, üstün olan yarar karşısında sınırlanan yarar hukuksal korumadan yararlanamayacak, bu yararın sahibi artık hukuka ayrılık iddiasında bulunamayacaktır. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2017/508 E.2019/6001 K., 2016/2726 E.2018/8112 K. 2017/4017 E. 2018/8111K. )
Açıklanan nedenlerle; ifade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir. Muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir (Anayasa Mahkemesi (AYM); …, B. No: 2014/12151, 4/6/2015; …,B. No: 2013/9343, 4/6/2015; …, B. No: 2014/6128, 7/7/2015).
İfade özgürlüğü; aynı zamanda demokratik toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Von Hannover/Almanya, B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 ve AYM; … (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018).
İfade özgürlüğü, temsil ettikleri seçmenlerinin kaygılarına dikkat çektikleri ve onların menfaatlerini savunmak zorunda oldukları için halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahiptir (AİHM; Lombarda ve diğerleri Malta, B. No: 7333/06, 24/4/2007).
Öte yandan; maddi olgular ile değer yargısı arasında da ayrıma gidilmeli, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı gözetilmelidir (AİHM; Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986). Zira, taraflara değer yargılarının doğruluğunu ispat külfeti getirilmesi, hakkın kullanımını imkânsız kılacaktır. Bununla birlikte, değer yargısının da makul bir olgusal temele sahip olması gerektiği, orantılı ve ölçülü bir biçimde ifade edilip edilmediği denetlenmelidir (AİHM; Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001). Siyasi ortamda kullanılan ifadeler maddi temelleri olmasalar bile ifade özgürlü kapsamındadır. (Lombardo and Others v. Malta Application No:7333/06, 24.04.2007)
Ayrıca, ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başta siyasi kişiler olmak üzere, en geniş hâlde dahi ifade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa’nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından
doğan bir zorunluluktur (AYM; …, B. No: 2013/1461, 12/11/2014). Bu itibarla, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şöhret ve itibarının korunmasıdır. Davalının söylediği sözlerin, ifade özgürlüğünün sınırlarını aştığını tespit ederken mahkemece ortaya konulan gerekçenin, bu özgürlüğü sınırlamak için yeterli ve ilgili olmasının yanında, ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik, ölçülü, orantılı ve istisnai nitelikte olması gerekir. Buna göre, ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez. Bunu ancak davanın bütününe bakarak anlayabiliriz.
Bu tür davalarda mahkemece yapılması gereken; kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde bu iki hak arasında makul bir dengenin kurulmasıdır. Dengeleme yapılırken her bir somut olay bakımından şu hususları göz önüne almak gerekmektedir: Dava konusu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, açıklama veya yayının konusu, kapsamı, şekli ve etkileri, ilgili kişinin daha önceki davranışları, bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği ile uygulanan yaptırımın niteliği göz önüne alınmalıdır. (AYM; … (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018)
3.5. Somut Olayın Değerlendirilmesi
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında; Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olan davalının kamuoyuna hitaben yaptığı birçok konuşmada davacı yakınları tarafından yurt dışına usulsüz para aktarıldığına ilişkin iddialarda bulunduğu, bu iddialarını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmüş olan soruşturmalara dayandırdığı anlaşılmaktadır. Konuşmanın TBMM çatısı altında parti grup toplantısı sırasında yapılmış olup, siyasi niteliktedir.
Bu durumda göz önünde bulundurulması gereken ilk husus, davanın taraflarının konumlarıdır. Bir yanda konuşmaların yapıldığı dönemde ana muhalefet partisi genel başkanlığı görevinde bulunan davalı, diğer yanda ise davacı seçilmiş … ve yakınları bulunmaktadır. Eleştirilerin hedefinde olan davacı … ve yakınları diğer davacıların konumu ve tanınırlığı nedeniyle makul eleştiri sınırları daha geniş kabul edilmelidir. Temsil ettiği seçmenlerinin talep, endişe ve düşüncelerini politik alana aktaran ve onların çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlama, eğer bir siyasetçinin ve özellikle somut olayda olduğu gibi dönemin ana muhalefet partisi genel başkanının ifade özgürlüğüne yönelik ise dava konusu istemlerin çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir.
Olayımızda göz önünde tutulması gereken ikinci husus ise, davalının konuşmalarında dile getirdiği iddiaların kamusal çıkarlarla ilgili olup olmadığıdır. Toplumu yakından ilgilendiren konuşmaların çerçevesinin baskın bir şekilde politik alanda kaldığı ve kamuyu ilgilendirdiği açıktır. Bu çerçevede … davacının yakınlarının adının geçtiği soruşturmaların ana muhalefet partisi lideri olan davalının sıkı ve yakın denetimi altında olması doğaldır. Bu nedenle de davacı tarafın şöhret ve itibarı ile davalının ifade
özgürlüğünün çatıştığı mevcut davada dengelemenin yapılması sırasında kamunun menfaatlerinin gözetilmesi son derece önemlidir. Kaldı ki davalı, dava konusu konuşmasında doğrudan davacının ve yakınları olan diğer davacıların şahsını hedef almamış, konuşmasını esasen davacı …’nın siyasi kimliğine yöneltmiştir. Yapılan tartışmada kamu yararı bulunmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta göz önünde bulundurulması gereken üçüncü husus ise, dava konusu söz ve ifadelerin değer yargısı ya da maddi olgu mahiyetinde olup olmadığı hususunun doğru bir şekilde belirlenmesidir. Davalı yanca sarf edilen ve işbu davaya konu edilen ifadeler bir bütün halinde değerlendirildiğinde bir bölüm değer yargısı, diğer bölümleri ise olgusal temele dayalı değer yargısı mahiyetindedir. Siyasi ortamda kullanılan söz ve ifadeler maddi temelleri olmasa bile ifade özgürlüğü kapsamındadır.Bu nedenle davalı yanca iddia olunan hususların ispatı gerekmemektedir.
Davalının davaya konu ve TBMM’de yaptığı konuşmalarda ileri sürdüğü iddialar davacı …’nın yakınları ile bir kısım davacıları ilgilendiren ve bir kısım swift gönderimi içeren banka para hareketlerine ilişkin bilgi ve belgelere dayandırılmaktadır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/01/2018 tarih 2018/460 Karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ile sabit olduğu üzere, … Bankası … Ticari Şubesince verilen 21/12/2017 tarihli cevabi yazıya göre Man Adasında faaliyet gösteren … Limited şirketinin belirtilen banka şubesinde bulunan hesabından yüksek miktarda yabancı paraların bir kısım davacıların banka hesplarına aktarıldığı ve yine Mali Suçlar Araştırma Kurulu Başkanlığının 22/12/2017 tarih ve E. 34321 sayılı yazısı ekinde gönderilen raporda belirtilen para hareketlerinin banka cevabi yazısı ile aynı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca davalı yanca dayanılan bu belgelerin sahteliği hususunda da herhangi bir tespit bulunmamaktadır.
Buna göre davaya konu söz ve ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, kamu yararı içeren siyasi açıklamalar olup baskın şekilde politik alanda kalmaktadır. Demokratik toplumda müdahaleyi gerekli kılan bir hal söz konusu değildir. Aksine demokratik toplumun korunması ve çoğulculuğun sağlanması için ifade özgürlüğü kapsamında korunmalıdır. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin istikrar bulmuş içtihatlarına göre de ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığı ve davacıların kişilik haklarına saldırı oluşturmadığından, davalının tazminat ile sorumlu tutulması yerinde görülmemiş, davanın tümden reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK 373/1. maddesi gereğince ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerden dolayı HMK 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 3.815,00 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davalıya verilmesine, peşin alınan harçların istek halinde temyiz eden davacılar ve davalıya geri verilmesine 26/01/2022 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Eldeki dava kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemli olarak açılmıştır.
Yasalarımızda “sorumluluk türleri” arasında “kişilik haklarına saldırı” (T.M.K 24.md) “haksız fiil” (T.B.K. 49. Md.) bulunmaktadır.
Sorumluluğun unsurları: kişilik haklarına saldırı -zararın doğması- eylem ve zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması kusuru bulunması – saldırının hukuka ve ahlaka aykırı olmasıdır.
4. Hukuk Dairesinin içtihatlarında da sıkça vurgulandığı gibi hukuka aykırı eylem hukuk düzeninin, ihlal edilen hukuki değerin korunmasına hizmet eden yazılı veya yazılı olmayan bir buyruk yada yasağını çiğneyen bir davranıştır. Kişilik haklarına yapılan saldırının “politika” ortamında yapılsa dahi ne saygınlığın niteliğini değiştirir nede T.B.K. 49. Maddesindeki hukuka aykırılığı ortadan kaldırır.
Eldeki davada; davacılar, davalı …. Genel Başkanı … nun 21.11.2017 tarihli … grup toplantısında bir takım belgeler açıklayacağını davacılardan … … ve yakınlarının yurt dışına milyonlarca dolar para transfer ettiğini belirterek (Bu tür beyanları temyiz incelemesi yapılan diğer dosyalarda da yapmıştır.) bir takım belgeler gösterilmiş ancak içerikleri ayrıntılı olarak kamuoyu ile paylaşılmamış bir takım belgeler gösterildiğini, buna dayanarak suçlamalar ve hakaretler yapıldığını ileri sürümüşlerdir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ileri sürülen iddialara göre 30.11.2017 günü resen soruşturma başlatmış, 04.12.2017 tarihinde …. Genel Başk. Yard. … tarafından Başsavcılığın 30.11.2017 günlü talebine konu belgeler 04.12.2017 günü teslim edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada müşteki … L.t.d. Şirketinin yetkilisi … …. Genel Baş. Yard. … ihbar eden sıfatı ile yer almıştır. İsnat edilen suçlama “suçtan kaynaklanan mal varlığı değerini aklamak veya yurt dışına çıkarmak, gelirin beyan edilmemesi suretiyle vergi ziyanına sebebiyet vermek”. Bu suçlama ile ilgili yapılan soruşturma da alınan … raporunda dekontlar ile Swift mesajları değerlendirilmiş ve içeriğinde: davalının grup konuşmasında yaptığı konuşmalar … … ile akraba ve yakınlarının yurt dışında bulunan … L.t.d. şirketine para aktardıklarını beyan ettiğini soruşturmanın şikayetçisi de şirket ve banka kayıtlarına göre belirtilen paraların şirkete gelmediğini bankacılık ve ticaret sınırlarının ifşa edildiğini ileri sürmüştür. Başsavcılık soruşturma kapsamında şüpheli durumda olan bir kısım davacıların MAN adasında faaliyet gösteren … L.t.d. şirketine para gönderip göndermedikleri araştırılmış, grup konuşmalarının görüntü çözümü yapılmış görüntünün 26.30 dk. sından sonra (özetle) Davalının beyanlarında, … şirketinin 2011 yılında kurulduğunu sahibinin … olduğunu sonra şirketi …’a devrettiğini şüphelilerine (bir kısım davalılar) bu şirkete 15.12.2011 vs. tarihlerde para gönderdiklerini belirtip elindeki belgeleri göstererek bankaların resmi kayıtları ile bunun ispatlandığını beyan etmiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen belgelerin incelenmesinde dekontlarda belirtilen para hareketlerinin (davalının grup konuşmasında gösterip okuduğu belgeler.) … Bankasının 21.12.2017 tarihli yazısı ekinde gönderilen para hareketleri ile Mali Suçlar Araştırma Kurulu Başkanlığının 22.12.2017 tarih ve E.34321 sayılı yazısı ekinde gönderilen raporda belirtilen para hareketleri ile aynı olduğu görülmüştür.
Sonuçta şüphelilerin “Man adasında” bulunan … L.t.d. Şirketinin yurt dışında bulunan hesabına veya yurt dışında bulanan başka bir hesaba para gönderdiklerine dair herhangi bir dekont veya belge ihbar yapan tarafından “verilmediği” isnat edilen suçlama ile ilgili somut delil elde edilemediği gerekçesiyle kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, şikayetçinin belgelerin sahte olduğu …. Genel Başkanı …’nun cezalandırılmasına yönelik şikayetinin Başsavcılık Parlamenter Suçlar Soruşturma Bürosuna gönderilmesine karar verilmiştir.
Davalının eldeki davaya konu …. Grup konuşmasında ve Dairemizde temyiz incelemesi yapılan diğer konuşmalarda davacılar (veya davacı) için ileri sürdüğü ve suçlamalar yaptığı konuşmalarda bizzat gösterdiği ve kısmen okuduğu miktarını açıklandığı belgelerin ısrarla beyan edildiği gibi “yurt dışına milyonlarca dolar para transfer” edildiği ile ilgili değil bir kısım davacıların hesabına para gelmesi ile ilgili olduğu belirlenmesi karşısında bu belgelerin “olgu” olarak kabul edilip “değer yargısı” ile açıklanıp açıklanmayacağı “fikir özürlüğü kapsamında üzerinde durulması gerekecektir.”
Bu hususta tartışmayı yaparken konu ile ilgili çeşitli eserlerden kısa kısa açıklamalar yapılacaktır.
T.C. Anayasasında ifade özgürlüğü ile ilgili olarak çok sayıda düzenleme bulunmaktadır.(Md. 25-26-27-28-29-30-31-32. özel güvence ve destek hükümler ise md.13-14/2-15/1-15/2-30-130/4-133/1)
İ.H.M.S. 10.md ifade özgürlüğüne oldukça kısa bir metinle düzenlemiş ve ifade özgürlüğünün güncel kapsamı … kararları ile ortaya çıkmış sınırlandırmanın şartları sıkça vurgulanmıştır.
A.İ.H. Sözleşmesi ifade özgürlüğüne sınırlamayı ifadenin kullanış biçimine getirmiştir. Anayasamız ise ifade özgürlüğüne içerik bakımından açık sınırlamalar getirmiştir. Sözleşmenin 10/2. Md. İfade özgürlüğü haklarını kullanan kişilerin “ödev ve sorumluluklarına gönderme yapmış ve yine aynı fıkra da yer alan “meşru” amaçlara dayalı sınırlamacı ifade özgürlüğünün içerik bakımından sınırlanabileceğini savunan yaklaşım bazı türde ifadelerin kategorik olarak ifade özgürlüğünün öngördüğü korumadan yararlanamayacağı ve hatta ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması anlamına geleceği görüşünde olanlar vardır. (Örneğin nefret içerikli ifadeler)(Editör Prof. Dr. … 2013)
A.İ.H.M. kararları içeriklerine bakıldığında sözleşmenin 10/2 md. uyarınca sınırlamalar “yasayla öngörülmüş olmalı”, “gerekli olmalı” meşru amaçlardan birine hizmet ediyor olmalıdır.
…. ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasında sözleşmeci devletlerin “gerekliliği” değerlendirmelerinde belirli bir takdir payına sahip oldukları ancak A.İ.H.M. tarafıdan dan sözleşmenin 10/2 md. uyarınca yapılan denetlemenin ulusal mercilerin yerini almak değil sözleşmenin 10. Maddesinin gözden geçirilmesi olduğunu 10/2 md. Açıklanan hukuki dayanak ölçütü veya yasaya öngörülme standardına ilişkin olarak yasa kelimesi yalnızca hukuku içerecek şekilde değil aynı zamanda “anglosakson” hukuk sistemine dahil ülkelerin hukuk kültürüyle bağdaşacak şekilde yazısız hukukları kapsayacak biçimde geniş yorumlamak gerektiği vurgulanmaktadır.
Prof. Dr. … , Dr. … (Yargıtay 2013 1. Baskı) açıklamalarında Kamu makamlarının ifade özgürlüğüne yaptığı “müdahalenin gerekliliği” mutlaka ikna edici bir şekilde açıklanmalıdır. Sözleşmenin 10/2 md. Belirtilen “gerekli” olma koşulu müdahalenin bir toplumsal ihtiyaç baskısına karşılık gelmesi ve özellikle izlediği meşru amaçla orantılı olması anlamına geldiği belirtilmiştir.
Mahkemenin sınırlama ile ilgili “yasa uyarınca” ifadesinin yalnızca şikayet konusu tasarrufun iç hukukta bir tür temeli olmasını gerektirmediğini aynı zamanda söz konusu yasanın niteliğine de atıfta bulunduğu yani ilgili kişi için “erişilebilir ve etkileri açısından” öngürelebilir “olması gerektiği yolunda içtihadı vardır. Ancak iç hukukun yorumlanması ve uygulanması öncelikle ulusal mercilerin en başta da mahkemelerin görevidir. (1998 Koop-İsviçre davası vs.) bir normun “yasa” olarak kabul edilebilmesi için yerine getirilmesi gereken erişilebilirlik vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının ayrıntıları hakkında yeterli bilgiye sahip olabildiği durumda yerine getirilir “öngörülebilirlik alt ölçütü ile ilgili olarak daha özenli bir değerlendirme yapılması gerekir. İçtihatlarda üç ilke konulmuştur. Davaya konu açıklamanın içeriği, kapsaması düşünülmüş olan ve yönetildiği kişi sayısı ve bu kişilerin statüsü.
Mahkeme olgular ile değer yargıları arasında da önemli bir ayrım yapmak gerektiğini olguların varlığının kanıtlanabilir olduğuna da kararlarında belirtmiştir. (Temmuz 1986-Lingens davası)
…. aynı davada ayrıca eleştiri hükümete olduğu zaman bireye olduğundan daha geniş olduğunu vurgulamıştır. Söz konusu kararda sarf edilen “gülüç, soytarıca, kaba” ifadelerin ifade özgürlüğünün sınırlarını aşan hakaret niteliği taşıdığından yazar hüküm giymiş ise de siyasi tahrik sık sık kişisel alana taşınır. Ancak haber yorumcusunun siyasi görüşleri tarafından biçimlendirilmiş bir kanaati dile getirmiştir denmiştir. Bunun yanında “özel kişilerin” şöhreti ve onurunu korunmasında mahkeme kamuya mal olmuş kişilerle karşılaştırıldığında özel kişilere yönelik eleştirinin sınırları açıkça daha dardır.
Yine kamuya mal olmuş kişilerin şöhretinin ve şerefinin korunması (Lingens-Avusturya davası-1986) mahkemeye göre “Bir Şikayetçi Parlementoda yapılan bir tartışmada bir siyasi rakibine “hakaret” niteliğinde veya “aşağılayıcı” bir eleştiri yöneltildiğinde “özellikle bu durum ciddi maliyette bir iddia olarak değerlendiriliyorsa” siyasetçi eleştirinin maddi temelini kanıtlama yükümlülüğünden muaf değildir.
Yine “keller” davasında mahkeme gerekçesiyle milletvekili , Bakanın babasının “nazi yanlısı grupları desteklediği için sağ grupların faaliyetlerini soruşturmadığı” ileri sürmesinden kişinin tazminata mahkum edilmesine babanın kişisel nedenlerle Bakanlık görevini yerine getirmeyi kasten ihmal etmekle suçlamasında “henüz ispatlanmamış ciddi bir iddiadır” diyerek tazminatı”ifade özgürlüğü” kapsamı dışında tutmuştur.
A.İ.H.M (Dobrowski-Polonya davasında) A.İ.H. Sözleşmesinin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar verilirken gerekçesinde “hırsızlık suçundan” mahkum olmuş Belediye Başkanının gazetecinin bir dereceye abartma hakkına sahip olmasına ve kamuya mal olmuş Belediye Başkanına “soyguncu Belediye Başkanı” olarak tanımlaması olgusal temelden yoksun olmayan “değer yargısı” olarak değerlendirilebilecek eleştirilere karşı daha fazla hoşgörü göstermek zorunda olmasına özel bir ağırlık vermiştir.
A.İ.H.M. Parti liderinin “geri zekalı” olarak tanımlaması “hakaret” suçundan mahkum olmasında A.İ.H. Sözleşmesinin 10. md kapsamında korumayı hak eden bir “görüş” olarak kabul etmiş.
A.İ.H.M. gerekçelerinde “olgusal ifadeler” ve “değer yargıları” arasında farkları incelerken, değer yargıları ile olgusal ifadeler arasındaki farkları çoğu davada bulanık olduğu kolayca ayırt edilmediğinin bu konunun olguların ispat düzeyinin incelenmesi ile çözülmeyi gerektiğini kabul etmektedir.
Yine A.İ.H.M. gerekçelerinde değer yargılarındaki en azından belli düzeyde olğusal temel içermelidir derken (Brasiler-Fransa davasında) bir değer yargısı ile onu destekleyen olgular arasındaki bağlantı olması gerekliliği kendisine özgü şartların bağlı olarak
değişebilmektedir. Örneğin bir Belediye Başkanının bir mahkeme tarafından “oylamada hile yapılması” ile ilgili olarak “yargılanması” seçimlerde hile yapmakla itham edilmesi için yeterli görülmüştür. Bu tür kararlardan siyasetçiler yönünden ciddi suçlamalarda A.İ.H.M “olgusal temel” in varlığı için “yargılamayı” esas almıştır. (Lingens-1986 davasında) iki gazete yazısında Almanya Başbakanına (siyaseti) “en adi türden fırsatçılıkla, “ahlaksızca” ve “utanç verici” sözleri için olgular ile değer yargıları arasında önemli bir ayrım yapmak gerekir demiştir.
Bütün bu alıntılar yazarları Dr. … ve Ö. Boyle- Ed. Bates- C.Bokley olan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” kitabından yine Editör Prof. Dr. … -2013 A.İ.H. Sözleşmesi ve Anayasa kitabından alınmıştır.
Yazarlar Dr. … ve arkadaşları eserlerinin sonuç kısmında ifade özgürlüğüne sağlanan korumanın “yorum tekniği” ile geliştirildiği açıklamışlar ve “ifadenin niteliği ve biçimi ile ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin konumu, denetim standardının ve seçilen metodolojinin değerlendirilmesine kilit önem taşımaya devam edecektir. Ancak bu hususlar kesinlik kazanmaktan uzaktır. Yorumlarda güçlükleri dahada artırmaktadır. Bu durum içtihatlardan “genel nitelikli sonuçlara” varılmasına ve tutarlı ve teorik çerçeve ortaya konulmasını zorlaştırmaktadır. Mahkemenin içtihatları bazı soruları yanıtsız bırakmıştır. Mahkemenin karmaşık davalarda ifade özgürlüğüne sağladığı güçlendirilmiş korumaya görünüşte bir açıklama bulmak için kavrama bir araç olarak başvurmasına olanak sağlayan pratik bir avantaj olmuştur.
Diğer bir kaynak Bireysel Başvuru İnceleme usulü ve kabul edilebilirlik kriterleri (A.İ.H.M. ve anayasa mahkemesi 2013)
Bireysel başvuru 12 eylül 2010 referandumu ile kabul edilmiş 20.05.2010 tarih 5982 sayılı yasanın 18. madde ile Anayasanın 148. maddesine (Anayasa Mahkemesi görevi ve yetkileri) ilave yapıldı. “Bireysel başvuruların incelenmesi”
A.İ.H.M. 35. md. iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve kesin karardan itibaren 6 aylık süre içerisinde mahkemeye başvurabilir.
Bu durum yani iç hukukun tüketilmesi Devletlerin egemenliklerin savunulması ve buna öncelik tanıması olarak açıklanmaktadır.
Bu bağlamda A.İ.H.M … Türkiye (Başvuru no:16558/18) davayı aşamalarını açıklamakta fayda olacaktır.
Başvurucunun (…) 31.01.2012 ve 07.02.2012 tarihli konuşmalarında; Tortumda devam eden “HES” yapımı , “…” ve “Uluderede Öldürülen 34 kişi” “Başbakan (…) 2002 den beri ülkeyi demir yumrukla yönetiyor-dikta yönetimi vs. beyanlarından dolayı ifade özgürlüğünün sınırını aştığı gerekçesiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat davasında her iki konuşma nedeniyle 5.000,00 ‘er TL tazminata hükmedilmiş ve kararlar Yargıtayca onanmıştır.
Anayasa Mahkemesine 06.02.2014 de bireysel başvuru sonucunda mahkeme 25.10.2017 de ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasının doğru olduğuna karar verirken gerekçesinde; Başvurucu Anamuhalefet Partisi Gen. Başk. Diğeri ise “Başbakandır” politik görüşlerin aktarılmasında ifade özgürlüğü değerlidir. Tarafların konumları itibariyle eleştiri sınırları daha geniştir. Bununla birlikte “Başbakanla” girilen polemik sırasında kullandığı kimi sözlerin “bireysel saldırı” içerdiği kabul edilmelidir. “Hırsızları koruduğu” ifadesi sert eleştiri olsa da soyut şekilde “fitne çıkarttığı, “nefret ürettiği”, “bölücülük yaptığı”, “sen din tüccarısın” vs bu hitaplar siyasi eleştiri olmaktan çok “bir hakaret zinciri” olduğu kabul edilmelidir.
Başvurucu milletvekili olsa da yasama dokunulmazlığı Anayasa 83. md. Düzenlenmiş ve Anayasa 17. Md “herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve gleiştirme hakkına sahiptir.” Yaşama dokunulmazlığının gerekli olduğu bir zeminde ileri sürülen ve başkalarının şahsiyet haklarına saldırı niteliği bulunan sözler nedeniyle başvurucuya karşı hukuk davası yoluyla tazminat davası açılabileceği kabul edilmelidir. Eleştiri sırasında kullanılan sözler ile sözlerin konusu arasındaki düşünsel bağlılık anlamında “öz ve biçim” dengesinin korunmadığı bahsi geçen sözlerin yorum ve değerlendirmelerde kullanılması gerekli değildir.
Başvurucu ifade özgürlüğünü kullanırken kendisi içinde geçerli olan “görev ve sorumluluklara uygun davranmamıştır.”
A.İ.H.M. sürecinde ise mahkeme A.İ.H. Sözleşmesi 10. ve 10/2. maddeleri çerçevesinde ilkeleri sıraladıktan sonra olay ve olgular ile değer yargıları arasında bir ayrıma gidilmesi gerektiği, bir ifadenin değer yargısı teşkil etmesi durumunda bir müdahalenin ölçülülüğü davaya konu ifade için yeterli “olgusal dayanak” olup olmamasına bağlı olabilir yoksa “değer yargısı” haddini aşabilir dedikten sonra başvurucunun iki siyasi konuşmasında söylediği “sözler yargılaması devam eden” çeşitli güncel meselelere dair “kamu menfaatini” ilgilendiren bir tartışmaya katkı sağladığı göz önünde bulundurulduğunda ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu kararda mahkeme üyelerinden “hakim Yüksel” karşı görüşünde “olay ve olguların varlığı ortaya konabilir. Oysa değer yargıları kanıta duyarlı değildir. Başvurucunun “yolsuzluk” iddialarına dair davalara ilişkin sözlerinin kolaylıkla “değer yargıları” olarak görülebileceğinden şüphe duymaktayım. Başvurucu tarafından sarf edilen bazı sözler olayların ifade edilmesi olarak sınıflandırılabilir ve başvurucunun ve “olayların varlığını” kanıtlamasını gerektirir. Anayasa mahkemesinin “siyasetçilerin görev ve sorumluluklarını” vurgulayan mütalalarına” tam olarak katılıyorum. Şayet yerel mahkemenin kararları ve mevcut hükümü “gerekli irdelemeden” geçmiş olsaydı ve gerekçelendirme süresinde olaylar ve değer yargıları arasında gerekli ayrım yapıldıktan sonra başvurucunun ifadelerinin içeriği değerlendirilmiş olsaydı ve “10. md. sağladığı koruma sınırlarının aşılıp aşılmadığı hususunda benim vardığım sonucun (içtihada göre ihlal var demiştir) aynı olacağından şüphelerim devam etmektedir.
Bütün bu açıklamalar ve konu ile ilgili eserlerden alınan A.İ.H.M. Kararlarındaki özet gerekçelerinde gösterilen ifade özgürlüğünün sınırlandırılma için öngörülen kriterlerin bir çoğunun olayda gerçekleştiriği görülmektedir.
Davalı eldeki olayda ve Dairemizde temyiz incelemesi yapılan diğer dosyalarda davalının siyasi konuşmalarında sözünü ettiği ve bir takım suçlamalarda bulunduğu davacılardan … Cumhurbaşkanıdır, diğerleri ise yakınlarıdır. Anayasanın 101. Md. Hükümlerine göre … siyasi değildir. Davalı siyasi konuşmalarında … ve yakınlarının yurt dışına milyonlarca dolar para transfer ettiler diyerek (grup toplantısında diğer siyasi etkinliklerde, televizyon konuşmalarında) kamu oyu ile içeriğini gösterip paylaşmadığı bir takım belgeler göstermiştir. Bu belgeleri daha ileri tarihte Cumhuriyet Başsavcılığının talebi ile teslim etmişlerdir. Teslim tarihine kadar aynı suçlamalar yapılmıştır. Bunun yanında hakaret teşkil eden bir çok sözler sarf edilmiştir.
A.İ.H.M ve Anayasa Mahkemesinin içtihatlarının bir çoğunda açıklandığı gibi siyasilerin “ödev ve sorumlulukları” vardır somut olayda ise davalı ödev ve sorumluluklarına uygun davranmamıştır. Söz konusu içtihatlarda, ciddi bir suçlama yapıldığında yeterli olgusal dayanak olup olmaması önem arz eder. Yoksa “değer yargısı” haddini aşabilecektir. Davalının gösterdiği belgeler ve diğerleri davacıların yurt dışına milyonlarca dolar para transfer ettikleri ile ilgili değil bir kısım davacılara yurt dışından para gelişi ile ilgilidir.
Uluslararası ticaret gereği doviz cinsinden gelen para önce yurt dışı (Amerikan) bankalarına gider sonra yurt içindeki banka hesaplarına girer. (swift belgeleri), (davalının temyiz incelemesi yapılan diğer dosyada dava konusu televizyon konuşmasında belirttiği gibi) A.İ.H.M içtihatlarında görüldüğü gibi “ciddi bir iddia” ispatlanmalıdır. Oysa ortada ispatlanmamış ciddi bir iddia vardır. Somut olayda yargılama sırasında ileri sürülen iddianın ispatlanması için bir takım delil toplanması istenmiş ancak bu talepler elde olan belgelerden başka sonuca götürmeyecektir. O halde davalı tarafından gösterilen belgeler “yeterli olgusal” dayanak olarak kabul edilemez. A.İ.H.M siyasiler için oluşturduğu içtihadında siyasilerin ağır eleştirilerde (inciticide olsa) hoşgörülü olmaları belirtilmiş olmasına rağmen sivil kişiler yönünden ise bu alanı daraltmıştır. Mahkeme siyasiler yönünden bu kararları verirken örnek kararlara bakıldığında siyasiler yönünden bir “yargılama” söz konusu olduğunda bu yargılama konusunda yapılan incitici sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu içtihat edilmiştir. Yine … Türkiye Devasında A.İ.H.M. İçtihadına uygun olarak “…”, “HES”,”34 sivilin öldürülmesi” olaylarının dava konusu olduğunu kamu oyuna mal olmuş olgusal dayağı olan bu olayların siyasi olarak eleştiri konusu yapılabileceğinden başvurucunun talebi kabul edilmiştir. Esasın söz konusu davaya konu açıklamalar …’ın Başbakan olduğu döneme aittir. Eldeki davaya emsal teşkil etmeyecektir.
Açıklanan bu maddi ve hukuksal belirlemelere göre, davalı tarafından yapılan suçlamaların ciddi olduğu olgusal bir dayanağının olmadığı bu ve diğer nedenlerle davalının ifade özgürlüğü sınırlarını aştığından BAM kararının onanması gerekirken sayın çoğunluğun yazılı gerekçe ile kararın Bozulması yönündeki görüşüne katılmıyoruz.