YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/145
KARAR NO : 2018/6253
KARAR TARİHİ : 16.10.2018
MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi … Hukuk Dairesi
İLK DERECE MAHKEMESİ : … Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve … Aktif Televizyon Prodüksiyon AŞ aleyhine 03/02/2016 gününde verilen dilekçe ile yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıya dayalı manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 12/06/2017 günlü karara karşı davacı tarafın istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemede; istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen 09/11/2017 günlü … Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi kararının Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 16/10/2018 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat … ile karşı taraftan davalılardan … Televizyon Prodüksiyon AŞ vekili Avukat … geldiler. Diğer davalı adına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıya dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi tarafından, davacının istinaf başvurusunun esastan reddine hükmedilmiştir. Karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, müvekkilinin boşandığı eşinin ATV isimli televizyon kanalında 30/09/2015 tarihinde yayınlanan “…’la Evlen Benimle” isimli programa katıldığını, yayın sırasında defalarca müvekkilinin ad ve soyadını zikrettiğini, bankada çalıştığını söylediğini ve küçük düşürücü, aşağılayıcı, kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan beyanlarda bulunduğunu, sunucunun desteği ile iddiaların duygu sömürüsü haline getirildiğini, katılanların da yorumlarıyla müvekkilinin alkolik, şiddet uygulayan bir erkek olarak kabul edilip programda yargılandığını, özel hayatının deşifre edildiğini belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar vekilleri, programın canlı olarak yayınlandığını, sunucunun katılımcıya soru dahi sormamışken katılımcının tüm hayatını ve evliliğini anlattığını, yapılan açıklamaların kişilik haklarına saldırı niteliği taşımadığını belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
İlk derece mahkemesince, davalı …’in davacı ile ilgili yorumda bulunmadığı, eğitim, kadın cinayetleri, eşe karşı şiddet ile ilgili toplumu ilgilendiren konularda açıklamalarda bulunduğu, davalıların hakaret ya da özel hayatın ifşası niteliği taşıyan yahut doğrudan davacıyı hedef alarak yayın yaptığı yönünde delil bulunmadığı, programda söylenen sözlerin eleştiri niteliğinde olduğu ve eski eşin değer yargılarını içerdiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesince, güncel bir konuda, o andaki görünür gerçeğe uygun olarak yayın yapıldığı, yayının içeriği itibarıyla kadına yönelik şiddete ilişkin olması nedeniyle kamuoyunun ilgisini çeken bir konuya temas ettiği, haberin veriliş tarzında öz ile biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, basın özgürlüğüne sınırlama getirilmesini gerektirir bir durumun mevcut olmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Somut olayda: basın özgürlüğü ile özel hayata saygı hakkının karşı karşıya geldiği ve yarışan bu haklardan hangisine üstünlük tanınacağının değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
AİHS’in 8. maddesi uyarınca herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre özel hayat, bütün yönleriyle tanımlanamayacak kadar geniş bir kavramdır. Ancak bu kavram,
açık bir biçimde mahremiyet hakkından daha geniştir. Bireyin isim ve soyismi, ev adresi, mesleki bilgileri de özel hayat kapsamına giren kişisel bir veri veya bilgi olup bundan dolayı
kendisine tanınan korumadan yararlanacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, her bireyin kişiliğinin gelişimi için özel hayatının korunması gereğinin temel önemini yineleyerek, kamuoyunda tanınan kişiler de dahil olmak üzere, herkesin özel hayatının korunması ve özel hayatına saygı duyulması hususlarında meşru bir beklentiye sahip olabileceğine ve bu haklardan da faydalandırılması gerektiğine işaret eder.
AİHM, özel hayatın korunmasını, ifade ve basın özgürlüğü karşısında dengelemek zorunda olduğu davalarda, her zaman basında yayınlanan bilgilerin kamu menfaatine yaptığı katkıya vurgu yapmıştır. Bu şartlar altında basın özgürlüğü daha dar bir yorumlamayı gerektirmektedir. Anayasa Mahkemesi kararları da bu konuda AİHM kararlarına paralellik göstermektedir.
Davaya konu olayda; davacının boşandığı dava dışı eşi, davalı … tarafından sunulan “…’la Evlen Benimle” isimli programa katılmış ve evliliklerinden bahsederken birkaç kez davacının adını, soyadını ve yaptığı işi zikretmiştir. Davacı Merkez Bankası’nda birim amiri olarak çalışmakta olup kamuoyunda tanınan bir kişi değildir. Öte yandan, davaya konu yayın kamunun bilgilendirilmesi yahut bilinçlendirilmesi amacıyla hazırlanmış bir haber programı olmayıp kamuoyunda evlendirme programı olarak adlandırılan bir eğlence programıdır. Bu tür yayınlarda, katılımcıların yaşadıkları toplumsal nitelik taşıyan olayları paylaşmaları ve buradan hareketle kadına karşı şiddet ve eğitim konularında izleyicilerin bilinçlendirilmesi hedeflenebilir ise de; bu amacın gerçekleştirilmesi için vakıalardan bahsetmek yeterli olup ayrıca kişisel bilgilerin kullanılmasına gerek bulunmamaktadır.
Şu halde; özel hayatın korunması hakkı ile basın özgürlüğü arasında kurulacak adil dengenin tespiti, yayınlanan bilgilerin kamu yararı içeren tartışmalara bir katkısının olup olmadığında yatmaktadır. Bu ilke somut olaya indirgendiğinde, davacının ismi ve soyismi ile mesleki bilgilerinin kamuoyu tarafından öğrenilmesinde kamu yararı olduğu düşünülemez. Yayında katılımcının bu açıklamalarının izleyiciler tarafından duyulması engellenebilecekken, kişisel bilgilerin duyurulması davacının özel hayatının gizliliğini ihlal niteliğindedir. Manevi tazminat koşulları oluşmuştur. Kişilik haklarına saldırı nedeniyle davacı yararına uygun bir manevi tazminata karar verilmesi gerekirken, açıklanan hususlar gözetilmeksizin ilk derece mahkemesince yazılı şekilde davanın, Bölge Adliye Mahkemesince ise davacının istinaf başvurusunun reddine hükmedilmesi, usul ve yasaya uygun düşmediğinden Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılarak, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK 373/1. maddesi gereğince KALDIRILMASINA ve İlk Derece Mahkemesi kararının HMK 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE ve davacı yararına takdir olunan 1.630,00 TL duruşma avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine, peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 16/10/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.