YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/1096
KARAR NO : 2020/3825
KARAR TARİHİ : 10.11.2020
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifleri Genel Müdürlüğü vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve diğerleri aleyhine 19/01/2001 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 09/12/2014 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davalılar …, …, …, …, …, …, …, …, …, … (…) …, …, …, …, …, …, …, …, … (…) …, …, …, …, …, …, … vekilleri duruşmasız olarak incelenmesi davalılar …, …, …, … …, …, …, … vekilleri, davalı … vekili, davalı … vekili davalı …, mirasçıları …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … vekilleri tarafından istenilmekle daha önceden belirlenen 10/11/2020 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davalılar …, …, …, …, …, …, …, …, …, … (…) …, …, …, …, …, …, …, …, … (…) …, …, …, …, …, …, … vekili Avukat … ile karşı taraftan davacı vekili Avukat … geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.Dava, haksız eylem nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar …, …, …, …, …, …, …, …, …, … (…) …, …, …, …, …, …, …, …, … (…) …, …, …, …, …, …, … vekilleri, …, …, …, …, …, …, … vekilleri, … vekili, … vekili, … … mirasçıları …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.Davacı vekili dava dilekçesi ve yargılamadaki beyanlarında; 05/07/2000 tarihinde … E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bir kısım hükümlü … tutuklunun idareye yönelik isyan başlattıklarını, olayda mahkumların bina ve eşyalara zarar verdiklerini, isyanın sabah saatlerinde başlayıp akşam saatlerinde lojman duvarının iş makinasıyla delinmesine kadar sürdüğünü, bu iş makinesi ile duvarda açılan deliğin hem mahkumların etkisiz hale getirilip dışarı çıkarılmalarını sağlamak, hem de yine mahkumların oluşturduğu olumsuz koşullardan onları kurtarmak amacıyla zaruri olarak davalıların sebebiyet vermesi neticesi açıldığını, davalılardan …’ın kolunun koptuğu olayın da dava konusuyla doğrudan ilgisi olmadığını, davalıların hazineyi zarara uğrattıklarını, cezaevinde oluşan hasara ilişkin tespit yaptırıldığını belirterek, uğranılan zararın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir. Bir kısım davalı; davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.Mahkemece; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin … ve Diğerleri-Türkiye (05/07/2011 tarih ve B.No: 43044/05 ve 45001/05) kararında başvuranlar yönünden meydana gelen olayda zararın ne şekilde oluştuğuna, kusurun Devlette mi mahkumlarda mı olduğuna, nedensellik ve illiyet bağına yönelik herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı, davaya konu olayda yasa dışı örgüt üyeliği suçundan mahkum olan hükümlülerin duruşmaya çıkmadıkları, mahkemenin talimatı üzerine kolluk görevlilerinin cezaevine gelerek öncelikle
mahkumları ikna yoluna başvurdukları, ancak mahkumların bunu kabul etmedikleri, hükümlüler tarafından duvar delinerek erkek koğuşlarından bayanlar koğuşuna geçildiği, cezaevinde düzenin tamamen bozulduğu, bunun üzerine … Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bozulan asayiş ve düzenin tekrar sağlanması için kolluk görevlilerinin cezaevine görevlendirildikleri, bir kısım davalının koğuşlardaki dolap ve ranzalardan barikatlar kurduğu, bazı malzemelerin yakılarak yangın çıkarıldığı, her ne kadar AİHM’nin ihlal kararında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturmanın etkin bir şekilde yapılmadığı belirtilmişse de bunun cezaevinde mahkumlar tarafından isyan çıkartıldığı gerçeğini değiştirmediği, cezaevinde asayiş ve düzenin sağlanması amacıyla idarenin kolluk kuvvetleriyle müdahale ederek isyanı bastırmasının zorunlu hale geldiği, böylece idarenin kamu hizmetini yerine getirmiş olduğu, davalıların isyan çıkartmaları sebebiyle kusurlu oldukları, ancak kamu hizmetini yerine getirirken daha özenli ve dikkatli şekilde isyanı bastırması gereken davacı idarenin de zararın meydana gelmesinde ihmali ve müterafik kusuru bulunduğu, oluşan zararın tamamından davalıların sorumlu tutulmasının hakkaniyete uygun olmadığı, takdiren % 15 oranında davalılar lehine indirim yapıldığı gerekçesiyle, davacı davasını kısmen ispatladığından istemin kısmen kabulü ile 25,369,57 TL’nin olay tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Anayasanın “Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma” kenar başlıklı 90. maddesinin 5. fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek Cümle: 07/05/2004-5170/7.md) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” şeklinde düzenlenmiştir.Belirtilen düzenlemeyle, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalarda yer alan düzenlemelerin kanun hükmünde olduğu belirtilerek, 07/05/2004 tarihinde yapılan değişiklikle fıkraya eklenen son cümle ile hukukumuzda kanunlar ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalar arasında bir çeşit hiyerarşi ihdas edilmiş ve aralarında uyuşmazlık bulunması halinde andlaşmalara öncelik tanınacağı hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme uyarınca, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası bir antlaşma ile bir kanun hükmünün çatışması halinde, uluslararası antlaşma hükmünün öncelikle uygulanması gerekir. Bu durumda başta yargı mercileri olmak üzere, birbiriyle çatışan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşma hükmü ile bir kanun hükmünü önlerindeki bir olaya uygulamak durumunda olan uygulayıcıların, kanunu göz ardı ederek uluslararası andlaşmayı uygulama yükümlülükleri vardır. AİHS’nin AİHM’ce yorumu, iç hukuk yönünden bağlayıcı etki doğurur. Taraf devlet AİHM’in kararından sonra sözleşmeye aykırı işlemin sonuçlarını ortadan kaldırmak ve işlemin yapılmasından önceki duruma dönülmesini sağlamak zorundadır. Bir başka deyişle, ihlal kararı verilmesinden sonra taraf devlet, ihlale son vermek, ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak ve benzer ihlallerin tekrarını önleyecek tedbirleri almak yükümlülüğündedir. Belirtilen düzenleme uyarınca, insan hakları hukukunun temel belgelerinden olan ve Türkiye’nin usulüne uygun olarak onaylayıp taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin
uluslararası Sözleşme, iç hukukta doğrudan uygulanma kabiliyetini haizdir. Anayasa’nın 90. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca, sözleşmeler hukuk sistemimizin bir parçası olup, kanunlar gibi uygulanma özelliğine sahiptir. Yine aynı fıkraya göre, uygulamada bir kanun hükmü ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin Sözleşme hükümleri arasında bir uyuşmazlık bulunması halinde, sözleşme hükümlerinin esas alınması zorunludur. Bu kural zımni ilga kuralı olup, temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşme hükümleriyle çatışan kanun hükümlerinin uygulanma kabiliyetini ortadan kaldırmaktadır.
Açıklananlar ışığında, en gelişmiş ve etkili insan hakları sözleşmesi olan İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme, Türkiye tarafından 18/05/1954 tarihinde onaylanmıştır. Bu sözleşme, iç hukukumuzda Anayasa’ya aykırlığı ileri sürülemeyen Kanun gücündedir (AY m.90/5). Bu durum, hukukumuzun sözleşmeye uygun yorumlanmasını gerektirmektedir. Fakat daha önemli yanı, sözleşmenin iç hukukun bir parçası oluşu ve Sözleşmeyle teminat altına alınan ve esasen 1982 Anayasasında da yer alan hakların, hukukumuzda da kendiliğinden uygulanır oluşu, ayrıca bir düzenleme yapılmasına gerek bulunmayışıdır. Somut durumda; olaylar sırasında yaralanan mahkumlar olaydan sonraki günlerde savcılık sorgularında kötü muamele ve işkenceye maruz kaldıklarını ifade edip sorumlular hakkında şikâyetçi olmuşlar, Cumhuriyet savcılığı tarafından askerlerin eylemlerinin tutukluların davranışları karşısında kaçınılmaz olduğu sonucuna varılarak 30/03/2005 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, bu karara yapılan itirazlar reddedilmiştir. Eldeki davanın davalıları olan 61 mahkum hakkında ise toplu isyan suçundan açılan ceza davasında iki sanığın vefatı sonucu ölüm ve diğer sanıklar yönünden ise zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine 12/02/2008 tarihinde karar verilmiştir. Olaylar sırasında yaralanan davalılardan …’ın İdare Mahkemesinde açtığı davada ilk olarak, cezaevinde ağır iş makinası kullanımının olağandışı olduğu, gerekli olduğu farz edilse dahi bu davalının askerler tarafından kullanılan gazdan etkilendiği ve kepçeyle duvarda açılan delikten temiz hava almaya çalıştığı sırada davalı Bakanlıkların orantısız güç kullanarak kolunun kopması suretiyle yaralanmasında sorumlu olduğu gereçesiyle maddi ve manevi tazminata hükmedilmiş, karardan sonra hükmedilen tazminatlar …’a ödenmiş, bu kararın temyizi üzerine Danıştayca karar bozulmuş, Isparta İdare Mahkemesince bozmaya uyularak verilen kararda ise cezaevinde çıkan ve yaralanmasına neden olan olaylarda aktif rol oynayan …’ın da aralarında bulunduğu hüküm ve tutukluların yapılan tüm uyarılara rağmen ısrarla eylemlerine devam ettikleri, cezaevi idaresine karşı katıldığı eylemde kişisel kusuru bulunan davacının yaralanmasının idarenin eylemi ile zarar arasındaki illiyet bağını kestiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, Danıştayca bu karar onanmış, karar düzeltme istemi de reddedilerek 16/07/2014 tarihinde kesinleşmiştir….’ın da aralarında bulunduğu 25 davalı tarafından cezaevinde maruz kaldıkları kötü muamele ve iddialarına dair etkin soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaptıkları başvuru üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin … ve Diğerleri-Türkiye (05/07/2011 tarih ve B.No: 43044/05 ve 45001/05) başvurusunda verdiği “Nihai Esaslar ile Kısmi Adil Tazmin” kararında; askerlerin cezaevine gelmesine kadar cezaevinde herhangi bir sorun ve ayaklanma yaşanmadığı, askerlerin mahkumları cezaevinin 25-30 metrekarelik bir bölümünde sıkıştırdığında bu kısmın duvarlarının iş makineleriyle yıkıldığı ve içeriye göz yaşartıcı bomba atıldığı, bu sırada mahkumların kaçabileceği herhangi bir yer bulunmaması nedeniyle bu eylemin gereksiz bir eylem olduğu, zira askerlerin sadece mahkumların teslim olmalarını beklemesinin mümkün olduğu, bunun yerine güvenlik güçlerinin başvuranları sistematik, orantısız ve haksız güç kullanımına maruz bıraktıkları, mahkumların güvenliklerinin mahkemeye giderken ve dönerken sağlanması konusunda şüphelerinin bulunduğu yönündeki iddialarına ilişkin olarak ulusal makamların bu iddiaların sorgulanması ve gerekirse güvenliklerinin temin edilmesi girişiminde bulunmadıklarının anlaşıldığı, tam aksine yerel makamların durumun yalnızca güç kullanılarak çözüme ulaştırılabileceğini düşünerek müdahale için çok sayıda asker talep ettikleri, ancak … Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, Cezaevi Müdürü ve O yer Cumhuriyet Savcısının bu yöndeki yazılarından askerlerin gelmesinden önce cezaevinde herhangi bir ayaklanma olmadığının anlaşıldığı, cezaevindeki olayların askerlerin gelmesi ile başladığının askerlerin kendilerinin hazırladığı raporlarla da kanıtlandığı, başvuranların ise kendilerini askerlerin saldırılarından korumak için barikat kurdukları şeklindeki beyanlarının inandırıcı bulunduğu, başvuranların askerlere karşı güç kullandıklarına dair delil bulunmadığı, aynı zamanda başvuranların iddialarına ilişkin müteakip soruşturmanın AİHS’nin 3. maddesine ilişkin etkin bir soruşturmanın en önemli unsurlarından olan bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksun olduğu, bu konuya ilişkin olarak öncelikle başvuranların yaralarının nitelik ve kapsamlarının yeterince incelendiği ve iddiaların soruşturmadan sorumlu makamlar tarafından ciddiye alındığını gösteren belge ya da bilgi sunulmadığı, ikinci olarak başvuranların yaralarının kaza sonucu oluşmuş olma ihtimalinin düşük olduğu, ne var ki savcının soruşturmayı kapatmaya karar verirken bu yaralanmaları tamamen yok sayarak sadece resmi beyanları dikkate aldığı, böylece etkin bir soruşturmanın gereklerinin yerine getirilmediği, açıklanan kusurlar nedeniyle soruşturmanın başvuranların gördüğü kötü muamele olayını çevreleyen gerçek koşulların tespitini sağlayamadığı, hükümetin başvuranların cezaevinde tutuklu iken nasıl yaralandıklarına ilişkin makul bir açıklama getirme yükünden kurtulamadığı gerekçeleriyle; AİHS’nin 3. maddesinde düzenlenen işkence yasağının 25 başvurana ilişkin olarak hem esastan hem de usulden ihlal edildiğine, …’ın açtığı idari davanın sonuçlanmaması nedeniyle maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin olarak AİHS’nin 41. maddesinin uygulanması hususunun saklı tutulmasına, diğer başvuranlara manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.Diğer taraftan …’ın maddi ve manevi zararları için idare mahkemesinde açtığı davada 24/06/2010 tarihinde red kararı verilmesi ve bu kararın Danıştayca 26/06/2013 tarihinde onanmak, 16/07/2014 tarihinde karar düzeltme istemi de reddedilmek suretiyle kesinleşmesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin … ve Diğerleri-Türkiye (14/04/2015 tarih ve B.No: 43044/05 ve 45001/05) başvurusunda verdiği “…’la ilgili Adil Tazmin” kararında; başvurucuya idare mahkemesinin kararı gereği 23/12/2005 ve 06/01/2006 tarihlerinde Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı tarafından tazminat ödendiği, ancak Adalet Bakanlığının yetkili makamlara …’a ödenen paranın iadesi için işlemlere başlatılmasını emrettiğinin kaydedildiği, bu koşullarda davalı Hükümetin kararın kesinleştiği tarihten başlamak üzere 3 ay içinde …’a maddi ve manevi zarar kapsamında ödediği miktara ilişkin iade talebinden ve … tarafından başlatılan idari yargılamalarda Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının kendisini savunmak adına yaptığı harcama ve masraflar kapsamında öne sürebileceği herhangi bir ek talepten feragat etmesine; …’ın geri ödemesi ihtimalinde Hükümetin aynı miktarı faiziyle birlikte ödemesine karar verilmiştir. Davalı … tarafından AİHM’in yukarıda açıklanan 14/04/2015 tarihli adil tazmin kararına dayalı olarak … İdare Mahkemesinden yargılamanın iadesi isteminde bulunulmuş, Isparta İdare Mahkemesi 19/02/2019 tarihli ve 2018/1649 esas, 2019/197 karar sayılı kararıyla davacının bu istemini kabul ederek, mahkemenin önceki 24/06/2009 tarihli red kararının kaldırılmasına, davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin kabulüne, hükmedilen tazminatların ödendiği görüldüğünden tahsilinde tekerrür oluşturacağından tekrar ödenmesine yer olmadığına karar vermiştir.Somut olayda; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ve tüm dosya kapsamından, davalıların cezaevinde isyan çıkarmadıkları gibi kötü muameleye maruz kalarak yaralandıkları, ancak buna ilişkin etkin bir soruşturma da yürütülmediği, davalıların askerlere karşı güç kullanmadıkları, aksine askerlerin davalılara orantısız ve haksız güç kullanmaları nedeniyle davalıların kendilerini askerlerin saldırılarından korumak için barikat kurdukları, cezaevi duvarının askerlerce iş makineleri ile yıkıldığı, dava konusu eyleme ilişkin AİHM’nce etkin bir soruşturma yürütülmediği ve AİHS’nin 3. maddesinde düzenlenen işkence yasağının ihlal edildiğine karar verdiği anlaşılmakla, eldeki davada davacının tazminat isteminin bir dayanağı bulunmamaktadır. Şu halde mahkemece; açıklanan yönler, yasal düzenlemeler gözetilerek istemin reddine karar verilmesi gerekirken, AİHM’nin ihlal kararı gözetilmeksizin yanılgılı gerekçeyle istemin kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz isteminde bulunan davalılar yararına BOZULMASINA ve duruşma istekli olarak temyiz eden davalılar … ve diğerleri yararına takdir olunan 2.540,00 TL duruşma avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine, temyiz eden davalılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 10/11/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.