Yargıtay Kararı 4. Hukuk Dairesi 2016/2726 E. 2018/8112 K. 19.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/2726
KARAR NO : 2018/8112
KARAR TARİHİ : 19.12.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) adına yetkilisi … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 09/12/2014 gününde verilen dilekçe ile kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat ve hükmün yayınlanması istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 15/10/2015 günlü kararın Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle miktar itibarıyla duruşma isteminin reddine ve temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat ve hükmün yayınlanması istemlerine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel başkanı olan davalının, 06/12/2014 tarihinde hakkında açılan tazminat davası ile ilgili soru soran gazetecilere yaptığı açıklamada, davacı Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) hakkında gerçeklikle ilgisi olmayan, hakaret ve iftira içeren, yorum ve eleştiri sınırları içerisinde değerlendirilemeyecek ifadelere yer verdiğini ve davacı Vakfın kişilik haklarının saldırıya uğradığını belirterek uğranılan manevi zararın giderilmesi ve hükmün yayınlanması istemlerinde bulunmuştur.
Davalı vekili; müvekkilinin, CHP genel başkanı sıfatıyla yaptığı açıklamaların odağında davacı vakfın bulunmadığını, kamu yararı gözetilerek kamuyu bilgilendirmek amacıyla açıklamaların yapıldığını, toplumu bilgilendirme, eleştiri yapma hak ve görevinin yerine getirildiğini beyan ederek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece; davalının basın mensuplarına yaptığı açıklamada davacı tüzel kişiliğe yönelik olarak; “rüşvetin toplandığı merkez”, ”nüfuz ticareti yapılan yer” şeklindeki sözlerinin davacı Vakfın kişilik haklarına saldırı teşkil edecek nitelikte olduğu, davacı tüzel kişiliğin özel hukuk hükümlerine göre kurulan vakıf olması nedeniyle davalının sarfettiği sözlerin eleştiri ve düşünce açıklaması kapsamında ve hoşgörü sınırları içinde kabul edilemeyeceği gerekçesiyle istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya kapsamından; davalının, dönemin ana muhalefet partisi CHP genel başkanı olduğu, hakkında açılan tazminat davası ile ilgili soru soran gazetecilere yaptığı açıklamada, “…TÜRGEV rüşvetin merkezidir. Devletten ihale alanlar, ihale almadan önce TÜRGEV’e para veriyorlar, bunun adı nüfuz ticaretidir. TÜRGEV’in yetkililerinden rica ediyorum, kim size ne kadar bağış yaptı, gelir gider tablolarınız nedir, neden bunları saklıyorsunuz? TÜRGEV istediği kadar dava açabilir. Adımın Kemal olduğunu bildiğim kadar TÜRGEV’in rüşvetin merkezi olduğunu biliyorum, bunu da yargıda ortaya çıkartacağım. Bütün mesele şu, bilançolarını ve kimlerden bağış aldıklarını bir an önce mahkeme dosyasına koysunlar, görecekler orada ihale alanların nasıl götürüp oraya rüşvet yatırdıklarını, rüşvetle beslenen bir yapı var orada… ” ifadelerinin yer aldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlık; davalının, davacı TÜRGEV hakkında sarfettiği sözlerin ifade özgürlüğü ya da kişilerin şöhret ve itibarına saygı gösterilmesini isteme haklarından hangisinin kapsamında kaldığına ilişkindir.
İfade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir. Muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir (Anayasa Mahkemesi (AYM); Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015; Mehmet Ali Aydın, B. No: 2013/9343, 4/6/2015; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015).
İfade özgürlüğü; aynı zamanda demokratik toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Von Hannover/Almanya, B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 ve AYM; … (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018).
İfade özgürlüğü, temsil ettikleri seçmenlerinin kaygılarına dikkat çektikleri ve onların menfaatlerini savunmak zorunda oldukları için halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahiptir (AİHM; Lombarda ve diğerleri Malta, B. No: 7333/06, 24/4/2007).
Öte yandan; maddi olgular ile değer yargısı arasında da ayrıma gidilmeli, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı gözetilmelidir (AİHM; Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986). Zira, taraflara değer yargılarının doğruluğunu ispat külfeti getirilmesi, hakkın kullanımını imkânsız kılacaktır. Bununla birlikte, değer yargısının da makul bir olgusal temele sahip olması gerektiği, orantılı ve ölçülü bir biçimde ifade edilip edilmediği denetlenmelidir (AİHM; Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001).
Ancak belirtmek gerekir ki ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başta siyasi kişiler olmak üzere, en geniş hâlde dahi ifade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa’nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur (AYM; Fatih Taş, B. No: 2013/1461, 12/11/2014). Bu itibarla, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şöhret ve itibarının korunmasıdır. Davalının söylediği sözlerin, ifade özgürlüğünün sınırlarını aştığını tespit ederken mahkemece ortaya konulan gerekçenin, bu özgürlüğü sınırlamak için yeterli ve ilgili olmasının yanında, ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik, ölçülü, orantılı ve istisnai nitelikte olması gerekir. Buna göre, ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez. Bunu ancak davanın bütününe bakarak anlayabiliriz.
Bu tür davalarda mahkemece yapılması gereken; kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde bu iki hak arasında makul bir dengenin kurulmasıdır. Dengeleme yapılırken her bir somut olay bakımından şu hususları göz önüne
almak gerekmektedir: Dava konusu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, açıklama veya yayının konusu, kapsamı, şekli ve etkileri, ilgili kişinin daha önceki davranışları, bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği ile uygulanan yaptırımın niteliği (AYM; … (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018).
Eldeki davada, CHP Genel Başkanı olan davalının kamuoyuna hitaben yaptığı birçok konuşmada davacı Vakfa yurt dışından usulsüz para aktarıldığına ilişkin iddialarda bulunduğu, bu iddialarını İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmüş olan soruşturmalara dayandırdığı anlaşılmaktadır. Hatta davacı Vakfa yurt dışından yapılan döviz transferine ilişkin makbuz bulunduğuna ilişkin maddi bir delilin dosyada mevcut olduğu da iddia edilmektedir.
Yine göz önünde bulundurulması gereken ilk husus, davanın taraflarının toplumsal konumlarıdır. Bir yanda olayların meydana geldiği dönemde ana muhalefet görevinde bulunan partinin lideri olan davalı, diğer yanda ise dönemin iktidar partisi lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu N. Bilal Erdoğan’ın yönetiminde yer aldığı davacı TÜRGEV bulunmaktadır. Eleştirilerin hedefinde olan davacı Vakfın, hem yönetimindeki kişilerin toplumsal konumu ve tanınırlığı, hem de bağış toplamada ve topluma çeşitli hizmetler sunmada bir kısım kamusal ayrıcalıklara sahip kamuya yararlı vakıf olması nedeniyle makul eleştiri sınırları daha geniş kabul edilmelidir. Temsil ettiği seçmenlerinin talep, endişe ve düşüncelerini politik alana aktaran ve onların çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlama, eğer bir siyasetçinin ve özellikle dönemin ana muhalefet partisi genel başkanının ifade özgürlüğüne yönelik ise dava konusu istemlerin çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir.
Olayımızda göz önünde tutulması gereken ikinci husus ise davalının konuşmalarında dile getirdiği iddiaların kamusal çıkarlarla ilgili olmasıdır. Toplumu yakından ilgilendiren konuşmaların çerçevesinin baskın bir şekilde politik alanda kaldığı açıktır. Bu çerçevede kamuya yararlı vakıf sıfatıyla önemli kamusal hizmetler sunan davacı TÜRGEV’in adının geçtiği soruşturmaların bir siyasi parti lideri olan davalının sıkı ve yakın denetimi altında olması doğaldır. Bu nedenle de adı geçen Vakfın şöhret ve itibarı ile davalının ifade özgürlüğünün çatıştığı mevcut davada dengelemenin yapılması sırasında kamunun menfaatlerinin gözetilmesi hayatidir. Kaldı ki davalı, dava konusu konuşmasında doğrudan davacı Vakfı hedef almamış, konuşmasını esasen siyasi rakiplerinin davranışlarına yöneltmiştir.
Bu davada göz önünde bulundurulması gereken üçüncü husus da dava konusu sözlerin, maddi vakıaların açıklanması ile ilgili olduğu hususudur. Davalının, TBMM Genel Kurulunda ve çeşitli platformlarda yaptığı konuşmalarda ileri sürdüğü iddialar davacı Vakfı ve Vakfın yöneticilerini de ilgilendiren soruşturmalarda yer alan bir takım bilgi ve belgelere dayandırılmaktadır. Dava konusu olayda, davacı Vakfın, kamu ihalesi alan şirketlerden bağış kabul ettiği belirtilerek bunun siyasilerin hukuka aykırı istekleri sonucu gerçekleştiğine vurgu yapılmaktadır. Bu hususlarla ilgili olarak inceleme ve soruşturmalar başlatılmış ve kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararlar verilmiştir. Dolayısıyla davalının kullandığı ifadeler bakımından olgusal bir temel bulunduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan, davalının konuşmasında kullandığı rüşvetin toplandığı yer ifadelerinin suçlayıcı ve rahatsız edici olduğu açıktır. Ancak konuşmanın bütününe bakıldığında, bu ibare ile özellikle yurt dışından yapıldığı anlaşılan döviz transferi olmak üzere, kabul edilen bağışların kastedildiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki siyasetçilerin kullandıkları bazı sözler açıkça polemik çıkarmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olarak kabul edilmelidir (AYM; …).
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dönemin ana muhalefet partisi lideri olan davalı tarafından yaşanan güncel olaylara ilişkin olarak açıklamalarda ve
davacı TÜRGEV’e yapılan yardım ve bağışlara yönelik eleştirilerde bulunulduğu, davaya konu ifadelerin, Yargıtay, AYM ve AİHM’nin istikrar bulmuş içtihatlarına göre; ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığı ve davacı TÜRGEV’in şöhret ve itibarına saldırı oluşturmadığı anlaşıldığından mahkemece istemin tümden reddi yerine kısmen kabulüne karar verilmesi yerinde görülmemiş, bu nedenle kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 19/12/2018 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
(M) (M)
KARŞI OY YAZISI
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş; karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili; davalının davacı vakıf tarafından açılan tazminat davalarının basın tarafından kendisine sorulması üzerine yaptığı açıklamalarda, davacı vakfa yönelik olarak “TÜRGEV rüşvetin merkezidir. Devletten ihale alanlar ihale almadan önce TÜRGEV’e para veriyorlar, bunun adı nüfuz ticaretidir” şeklinde gerçekle ilgisi olmayan, hakaret içerikli sözler sarfederek davacının onur ve saygınlığının zedelenmesine neden olduğunu davalının bu açıklamalarının 07/12/2014 günlü Birgün, Cumhuriyet, Sözcü, Yurt ve Zaman gazeteleri ile internet sitelerinde ve bazı televizyon kanallarında yayınlandığını iddia ederek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili cevabında müevekkilinin açıklamalarının doğru olgulara dayandığını, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yapıldığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalının davacıya yönelik “rüşvetin toplandığı merkez”, “nüfuz ticareti yapılan yer” şeklindeki beyanlarının eleştiri ve düşünce açıklaması mahiyetinde olmadığı, kesinleşmiş bir yargı kararına da dayanmayan bu ifadelerin davacının şahsiyet haklarını ihlal eder nitelikte olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dava konusu konuşmanın yapıldığı tarihte, davacı özel hukuk hükümlerine tabi vakıf, davalı ise ana muhalefet partisinin genel başkanıdır. Davalının taşıdığı sıfat itibarıyla, ülkede meydana gelen yahut gelme ihtimali olan ekonomik, siyasi, sosyal ve toplumsal olaylarla ilgili görüş ve düşüncelerini açıklaması, gerektiğinde sert, incitici ve ağır eleştirilerde bulunması gerek Dairemizin, gerekse AİHM’nin istikrar kazanmış uygulamalarında kabul edilebilir bir durum olmakla birlikte; davalının eleştirilerini dile getirirken ve kamuoyunun gündemindeki hususları değerlendirirken konuşmasında davacı vakıf için “rüşvetin merkezi”, “nüfuz ticareti yapılan yer” şeklinde doğrudan olgu isnadında bulunup kesin yargı içeren, özle biçim dengesini aşan ifadeler kullanması ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği gibi eleştiri sınırları da aşılmıştır. Bu nedenle, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu düşündüğümüzden miktara ilişkin görüşümüz saklı kalmak kaydıyla sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmamaktayız. 19/12/2018