YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/12045
KARAR NO : 2018/7715
KARAR TARİHİ : 06.12.2018
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … ve … aleyhine 07/03/2014 gününde adli yardım talepli olarak verilen dilekçe ile basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece adli yardım talebi kabul edilerek yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 31/05/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine ve davalı … dava konusu haberin yayınlandığı gazetenin sorumlu müdürü olup, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 13. maddesine göre sorumluluğu bulunmaması nedeniyle davanın bu davalı yönünden husumetten reddi gerekirken esastan reddi doğru değil ise de, verilen karar sonuç itibarıyla doğru olduğuna göre davacı vekilinin davalı … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davacı vekilinin davalı … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, davacı ile dava dışı eşi arasında devam eden boşanma davası olduğunu ve davacının dava dışı eşin şiddetine, iftiralarına maruz kaldığını, davalı …’nun yayın sahibi, davalı …’ın sorumlu müdürü olduğu Yeni Akit gazetesinde 10/03/2013 tarihinde yayınlanan “Ya Benim Eliflerim” başlıklı haberde, davacının eşinin açıklamalarına yer verildiğini, ancak haber yapılırken açıklamalara dair araştırma yapılmadığını, masumiyet karinesinin ihlal edildiğini, ırksal ayrımcılık yapıldığını, şiddet mağduru davacının ismine ve çocuklarının fotoğraflarına yer verildiğini, kişilik haklarına saldırı mahiyetinde ifadelerin kullanıldığını belirterek uğranılan manevi zararın tazmini isteminde bulunmuştur
Davalılar vekili, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu haberin, davacının eşinin beyanları ve davacı ile eşi arasındaki dosyalara ilişkin mahkeme kararları dikkate alındığında görünen gerçekle uygun, güncel nitelikte olduğu, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın; olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve
böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler Bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddelerinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) birçok kararında; “…Sözleşme’nin 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “fikirler” için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını, bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğunu, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamayacağını …” belirtmiştir.
İfade özgürlüğü ve bu bağlamda basın özgürlüğünün asıl, sınırlamanın ise istisna olduğu unutulmamalıdır. Sınırlamanın kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli ve orantılı olması da gözetilmelidir.
Tüm bu açıklamalar ışığında; davalı …’nun yayın sahibi olduğu gazetede yayınlanan ve dava konusu edilen haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacının eşinin açıklamalarına yer verilmekle birlikte, kullanılan söz ve ifadelerin haber verme hakkı ve eleştiri sınırlarını aşarak davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu anlaşılmaktadır. O halde davacı yararına uygun miktarda manevi tazminata karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA; davacı vekilinin davalı … hakkında verilen karara yönelik temyiz itirazlarının ilk bentte gösterilen nedenlerle reddine 06/12/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.