Yargıtay Kararı 4. Hukuk Dairesi 2014/13260 E. 2015/10975 K. 08.10.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/13260
KARAR NO : 2015/10975
KARAR TARİHİ : 08.10.2015

MAHKEMESİ : Bakırköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 13/05/2014
NUMARASI : 2013/128-2014/173

Davacı O.. M.. vekili Avukat Nurallah tarafından, davalılar H.. K.. ve diğerleri aleyhine 19/03/2013 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 13/05/2014 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalı şirketin sahibi olduğu R. Gazetesi’nin 30/01/2013 tarihli sayısında diğer davalı yazar C.. Ç.. tarafından yazılan “İ. S. N.” başlıklı yazı içerinin kişilik haklarına saldırı içermesi nedeniyle uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalılar, dava konusu edilen köşe yazısının davacı ile ilgili bulunmadığı, davacının Milat Gazetesi’ne verdiği bir ropörtaj nedeniyle cevap hakkı doğduğundan yazarın yazının son bölümünde davacıya cevap mahiyetinde bir açıklama yaptığını yazının eleştiri sınırları içinde ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.
Mahkemece, dava konusu yazı içeriğinde davacı için kullanıldığı anlaşılan cahş kelimesinin kürtçede hakaret ve satılmış anlamına geldiği, bir bütün olarak yazının davacının kişilik haklarına saldırı içermesi nedeniyle takdiren 4.000 TL manevi tazminat ödetilmesine karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dosya arasındaki bilgi ve belgelerden, dava konusu edilen yazı nedeni ile davalı C.. Ç.. hakkında basın yoluyla hakaret suçundan soruşturma açıldığı, yazının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı değerlendirilerek kamu adına takibat yapılmasına yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Dava konusu edilen yazının son bölümünde “Açıklama” denilerek ayrı bir paragraf açıldığı, davalı C.. Ç..’ın kürt sorununa karşı yaklaşımları nedeni ile psikolojik bir harekata maruz kaldığı, O.. M.. adlı kişinin de bu harekata katıldığı, hakkında sarf ettiği sözler nedeniyle açıklama yapmak gereğini duyduğu, bir gazetenin PKK’nın silah bırakmasını kim istemez sorusuna verdiği cevapta, C.. Ç.. gibi Türk aydınlarının da oralara gittiklerinde PKK’nın silah bırakmaması gerektiğini söylerler zaten…dediği, kürtler arasında cahş ve korucu gibi sıfatların ne anlama geldiğini çok iyi bildiği, bu tür insanlarla hiçbir zaman işinin olmadığı ve bundan sonra da olmayacağını…, beyan ettiği anlaşılmaktadır.
AİHM’nin 22 Nisan 2013 tarihli 48876/08 başvuru nolu kararında “İfade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun vazgeçilmez esasını ve bu toplumun gelişiminin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşulunu oluşturduğunu, 10. maddenin 2. fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla ifade özgürlüğünün sadece kabul edilen, zararsız ya da farklı olan «bilgi» ya da «düşünceler» için değil ama ayrıca hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğunu, bunların, «demokratik toplumun» onlarsız olamayacağı çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olduğunu, 10. maddede açıklandığı gibi bu özgürlüğe yapılan sınırlamaların her halde dar yorumlanması gerektiğini ve herhangi bir sınırlama gereksiniminin ikna edici bir biçimde ortaya koyulması gerektiğini,…” ifade etmektedir.
Somut olaya gelince, tarafların her ikisi de gazeteci yazar olup siyasi politik konulardaki görüş ve düşüncelerini basın aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmaktadırlar. Davacının davalı ile ilgili beyanları nedeniyle davalı yazarında kendi köşesinde düşüncelerini açıklayarak cevap verdiği, düşüncelerin yukarıda değinildiği gibi hoşa gitmeyen, sarsıcı hatta rahatsız edici olanları dahi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi, Anayasa 26. maddesi uyarınca ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği, kişisel değer yargısı niteliğindeki beyanların eleştiri sınırlarında kaldığının kabulü ile istemin tümden reddi yerine kısmen kabulü doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalıların öteki temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 08/10/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.