Yargıtay Kararı 4. Hukuk Dairesi 2010/3176 E. 2010/6535 K. 01.06.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/3176
KARAR NO : 2010/6535
KARAR TARİHİ : 01.06.2010

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … Hiz. A.Ş ve diğerleri aleyhine 25/07/2008 gününde verilen dilekçe ile baz istasyonunun kaldırılması istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 22/12/2009 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı … vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 01/06/2010 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat Fatoş Sakallı ile karşı taraftan davalılardan … A.Ş vekili Avukat … ve davalı … A.Ş vekili Avukat … geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
Dava, komşu binanın çatısında bulunan baz istasyonlarının kaldırılması istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davacının istemi reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Davacı, oturmakta olduğu yere yakın yerde bulunan komşu apartman üzerine davalı … AŞ ve … AŞ tarafından kurulan GSM baz istasyonlarının, insan sağlığı açısından tehlike yarattığını, bu durumun yasal düzenlemelere aykırı olduğunu belirterek baz istasyonlarının sökülerek yarattığı tehlikenin giderilmesini istemiştir.
Davalı Şirketler ise, iddianın kanıtlanması gerektiğini, iddia edilen zararın gerçekleşmediğini, geniş bir halk kitlesine kamu hizmeti sunulduğunu, ilgili yönetmelikte belirtilen kurallara uygun olarak kurulup işletilen baz istasyonunun radyasyon yaymadığını ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Yerel mahkemece, davacının iddiası, davalıların savunmaları ve davaya neden olan olayın özelliği gözetilerek, konusunda uzman bilirkişilerden alınan raporda belirtilen dava konusu baz istasyonlarının yaydığı elektromanyetik dalgaların uluslararası ölçütler ile ilgili yönetmelikte belirtilen değerlerin altında bulunduğu gerekçesiyle istem reddedilmiştir.
Uyuşmazlık son yıllarda kullanılan cep telefonlarındaki haberleşmeyi sağlayan ve baz istasyonları olarak isimlendirilen tesisin kullanılması sonucu bir zararın doğup doğmadığı ve doğmuşsa bu zararın hangi durumlarda söz konusu olabileceği ve yine giderilmesi konusunda ne gibi önlemlerin alınması gerektiği noktasında toplanmaktadır. Dava konusu olan tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi nedeniyle de kamuya hizmet vermeyi amaçladığı tartışmasızdır. Ne var ki, bu hizmetin verilmesi ve tesisin kullanılması sonucu hukuk kurallarının bir gereği olarak doğan zararlardan da tesis sahibi sorumludur. Hatta bu sorumluluk kusura dayanmayan, tehlike sorumluluğu olarak da kabul edilmek gerekir. Bu özelliği nedeniyle tesisi kullanan ve onu işletenin yüksek özen yükümlülüğü bulunmaktadır. Aksi halde en küçük bir özensizliğin maddi değerlerle ölçülemeyecek kadar ağır sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bunun için zarar görenin zararını değil, tesis ve işletme sahibinin, tesisin işletilmesinden dolayı kişilere, bu bağlamda çevreye bir zarar vermediğinin ve herhangi bir olumsuz sonuç yaratmadığının kanıtlanması gerekir. Bu sonuç genel sorumluluk kurallarının aksine, davalı işletmesinin ağır tehlike doğuracak özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Somut olayda dava konusu edilen istasyonlar ile davacıların oturduğu binanın konumunun incelenmesi gerekir. Bu bağlamda, tesisin kurulma amacına uygun olarak işletilmesi durumunda kişi ve çevreye zarar verip vermeyeceğinin belirlenmesi gerekir. Bilirkişiler tarafından yapılan incelemede izin belgesinde (sertifikada) belirtilen limitlerin yönetmelikte belirtilen limitlere uygun olduğu, hatta yönetmelikteki limitlerin de altında bulunduğu belirtilmiştir. Ne var ki, yapılan bu belirlemelerle bir zararın olmayacağı kabul edilemez. Yönetmelik ve bu yönetmelikteki ölçülere göre verilen izin belgesinde, soyut bir belirlemeyi içermektedir. Bu bağlamda, o anda, o yerde ve belirtilen güçte kurulacak istasyonun değerlerini belirtmektedir. Gerçekten, izin belgesinde bu nitelikleri içermekte olup kurulan istasyonun çevresindeki binaları ve giderek konumunu belirtmemektedir. Bu da izin belgesindeki ölçülerin tüm bilimsel verilere uygun olduğu ve zarar doğurmayacağı anlamına gelmez. Kaldı ki, hukuk kurallarındaki yasal düzenlemelere göre yönetmelik ve yönetmeliğe uygun bir işlem yapılsa bile, buna karşın çevreye verilen zarardan, eylemde bulunanın sorumlu olmayacağı sonucu doğmaz. Ayrıca yargıç, uyuşmazlığın çözümünde yönetmeliğe değil yasaya, genel hukuk kurallarına ve bu bağlamda sorumluluk hukukunun temel ilkelerine göre karar vermek zorundadır. Bunun içindir ki, yönetmeliği ve yönetmeliğe göre verilen izin belgesini bağlayıcı olarak kabul etmemek gerekir. Tek başına ölçüm sonuçlarının düşük olması, zarar doğurmayacağı anlamına gelmez. Diğer koşulların, bu bağlamda tesisin kurulduğu yerin, yerleşim yerlerine ve davacıların evine olan yakınlığı da göz önünde tutulmalıdır.
Davalı şirketler, kamu yararına hizmet verdiklerini savunmuşlardır. Gerçekten yukarıda da açıklandığı üzere, davalılar tarafından bu ve benzeri tesislerin işletilmesi sonucu geniş bir halk kitlesinin yarar sağladığı bilinen bir olgudur. Ne var ki, bu yararın sağlanması karşısında kişilerin zarar görmesi hoş görülemez. Bu bakımdan hizmetten elde edilen yarar ve bunun karşısında verilen zararın dengelenmesi gerekmektedir. Hiçbir hizmet, insan yaşamı kadar öncelik ve önem taşımaz. Diğer bir anlatımla, yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insan ölümü uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. İnsan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez. Kaldı ki somut olayda, bu hizmetin aynı yerde verilmesinde zorunluluk da bulunmamaktadır. Daha fazla bir giderle de olsa, başka bir yerde aynı sonuçları sağlayacak bir istasyonun kurulması ve hizmet vermesi olanaklıdır. Bu nedenle davalının bu yöndeki savunma ve itirazları da yerinde değildir.
Bir diğer konu da; bu tür tesislerin konuşmanın yoğun olduğu yerlere yakın kurulması ve bu teknik kuralı gözeterek kurulacak yerin davalı tarafından belirlenmiş olmasıdır. Konuşmacılara sağlanan yarar bakımından bu belirleme davalı şirketler yönünden doğru olabilir.
Ancak tesisin böyle bir yerde ve bu konumu ile kullanılmasının özellikle yakın çevresine zarar verdiği de açıktır. Bu bakımdan, bu tesisten üçüncü kişilerle birlikte davacılar da yararlanmış olsa, sağlanan yararla verilen zararın dengelenmesi genel bir hukuk kuralıdır. Yarar, haberleşmeyi amaçlamaktadır. Zararın ise, insan sağlığı ve yaşamı ile ilgili olduğu gözetildiğinde, ikinci değere önem verilmesi gerekmektedir. Bir istasyon yönetmeliğe uygun olarak çalıştırılsa dahi, zarar verdiği takdirde yönetmeliğe uygun olduğundan söz edilerek zarar verenin sorumluluktan kurtulması ve kullanıma devam edilmesi sonucunu doğurmaz. Yönetmeliğe uygun değilse, zaten hukuka aykırılık gerçekleşmiş olacaktır. Kaldı ki, 18.11.2008 günlü bilirkişi raporuna göre de davalı şirketlere ait tesislerin davacıya ait binaya olan yakınlığının 7.11 metre olması gereken güvenlik uzaklığından çok az bir mesafe ötede, 14.3 metre uzaklıkta, olduğu belirlenmiştir.
Tüm dosya kapsamına göre, kullanılan istasyonun konumu itibariyle, uzun sürede kişi, çevre ve bitkilere zarar verdiği, bu nitelikteki bir istasyonun halen bulunduğu yerde kullanılmasının sakıncalı olduğu, bunun daha uygun ve yerleşim yerlerinden daha uzakta kurulması gerektiği anlaşılmaktadır.
Bu belirlemelere göre, dar anlamda ve para ile ölçülebilen bir zarar yok ise de, baz istasyonunun insanların kalabalık olarak yaşadığı siteye yakınlığı, çevre binalarda ve bu bağlamda davacıların konutlarında bulunanların sağlık yönünden büyük endişeler taşıdığı, aynı bölgede yaşayan insanların yaşamının psikolojik olarak olumsuz biçimde etkilendiği ve bunun da insanların psikolojik yapısında tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı açık olup davacıların zarar gördüğünün kabulü gerekir. Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilerek istemin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve temyiz eden davacı yararına takdir olunan 750,00 TL duruşma avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine 01/06/2010 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.01/06/2010