Yargıtay Kararı 4. Ceza Dairesi 2020/21754 E. 2022/2803 K. 18.01.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2020/21754
KARAR NO : 2022/2803
KARAR TARİHİ : 18.01.2022

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇLAR : Tehdit, hakaret
HÜKÜMLER : Mahkumiyet

KARAR

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak,
1- Mahkemece kabul edilen oluşa göre, sanığın katılana söylediği kabul edilen “ben sana yapacağımı bilirim, ben seni bu masada oturtmayacağım, ben sana kim olduğumu göstereceğim” demek suretiyle tehdit ettiği gerekçesiyle mahkumiyetine karar verilmiş ise de, somut olayda, sanığın şikayet edeceğini söylediği şeklinde savunmada bulunması ve sözlerin tartışmanın bütünü ve söylendiği bağlam içinde değerlendirildiğinde, tehdit niteliğinde olmayıp şikayet hakkının kullanılması niteliğinde kalması karşısında, sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,
2- Hakaret suçunda, ağırlaştırıcı neden olarak öngörülen aleniyetin gerçekleşmesi için olay yerinde başkalarının bulunması yeterli olmayıp, hakaretin belirlenemeyen sayıda kişi ve herkes tarafından görülme, duyulma ve algılanabilme olasılığının bulunması, herhangi bir sınırlama olmaksızın herkese açık olan yerlerde işlenmesinin gerekmesi karşısında, somut olayda eylemin nüfus idaresinin neresinde gerçekleştiği kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespit edilip, buna göre aleniyet öğesinin ne şekilde oluştuğu tartışılıp açıklanmadan, sanığa ek savunma hakkı verilmeden, iddianamede gösterilmeyen TCK’nın 125/4. maddesinin uygulanması suretiyle CMK’nın 226/2. maddesine de aykırı davranılarak, yetersiz gerekçeyle cezaların anılan kanun maddesi gereğince artırılması,
3- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15/04/2014 gün ve 2013/689 E., 2014/191 sayılı kararında belirtildiği üzere TCK’nın 50/1-f maddesindeki “kat” tabiri kısa süreli hapis cezası yerine hükmolunacak tedbirin azami süresini ifade için kullanılmış olup buna göre “cezanın yarısından bir katına kadar” ibaresindeki cezanın yarısı; hükmolunan cezanın yarısı, bir katının ise; cezanın kendisi olduğu kabul edilmelidir. Bu nedenle yerel mahkemece tehdit suçundan kurulan hükümde 25 gün hapis cezasının, cezanın yarısından, bir katı olan 25 gün süre ile tedbire çevrilebileceği gözetilmeden cezanın bir katını aşacak biçimde tehdit suçundan 1 ay süre ile tedbire çevrilmesi,
4- Hapis cezasının kamuya yararlı işte çalıştırma tedbirine çevrilmesi karşısında, TCK’nın 53/1. maddesindeki hak yoksunluklarına hükmolunamayacağının gözetilmemesi,
5- 2 no.lu bozma nedenine uyularak yapılacak değerlendirme sonucunda aleniyetin oluşmadığının anlaşılması halinde ise,
17/10/2019 gün ve 7188 sayılı Kanun’un 24. maddesiyle değişik CMK’nın 251. maddesinde Basit Yargılama Usulü düzenlenmiş olup, bu düzenlemenin uygulanmasıyla ilgili olarak, CMK’ya 7188 sayılı Kanunla eklenen geçici 5. maddenin birinci fıkrasının (d) bendinde yer alan “hükme bağlanmış” ibaresinin Anayasa Mahkemesinin 14/01/2021 tarihli ve 2020/81 Esas, 2021/4 karar sayılı kararıyla “basit yargılama usulü” yönünden Anayasa’nın 38. maddesine aykırı görülerek iptaline karar verilmesi karşısında, temyiz incelemesi yapılan ve CMK’nın 251/1. maddesi kapsamına giren suçlar yönünden Anayasa’nın 38. maddesi ile 5237 sayılı TCK’nın 7 ve CMK’nın 251 vd. maddeleri gereğince yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu,
Bozmayı gerektirdiğinden, sanık …’in temyiz nedenleri yerinde görülmekle, tebliğnameye kısmen uygun olarak, HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 18/01/2022 tarihinde hakaret suçu yönünden oy çokluğu ile tehdit suçu yönünden oy birliğiyle karar verildi.

KARŞI OY

Barışçıl ve özgür bir toplum hedefi ancak demokratik yönetim ilkelerinin egemen kılınması ile gerçekleşebilir. Bu kapsamda toplumların gelişmesi, insanlığın ilerlemesi ancak demokratik bir toplumda olanaklıdır.
Bir toplumun demokratik olup olmadığının tespiti hiç kuşkusuz tek parametre ile ölçülemez ancak bunlardan biri var ki olmazsa olmaz ölçütü olan ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğünün olmadığı bir toplum demokratik toplum değildir.
AİHM’in 07/12/1976 tarih 5493/12 başvuru nolu Handyside-Birleşik Krallık kararında belirttiği artık klasikleşen bir retorik ile söylersek “İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her ‘formalite’, ‘koşul’, ‘yasak’ ve ‘ceza’, izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır.
AİHS 10. md ile güvence altına alınan ifade özgürlüğün sınırsız olmadığı 10/2. madde de belirlenen gerekçelerle sınırlandırılabileceği hüküm altına alınmıştır. Sözleşmede yer alan bu düzenleme AİHS içtihatları ile açıklığa kavuşturularak Avrupa kamu düzeninin yaşam ve hukuk pratiğinin vazgeçilmezi haline getirilmiştir.
AİHM’nin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerde uyguladığı testi dosyamızdaki somut olaya ilişkin olması nedeniyle sadece başkalarının şöhretini ve haklarını koruma amacıyla ifade özgürlüğünün kısıtlanması ile sınırlı tutarak değerlendireceğiz.
Başkalarının şöhretini ve haklarını koruma amacıyla ifade özgürlüğünün kısıtlanması ulusal otoritelerin öteki gerekçelerden daha fazla öne sürdüğü “meşru amaç” olagelmiştir. Bundan dolayıdır ki, AİHM, bu alanda ifade özgürlüğüne tanınan yüksek korumayı kapsayan geniş çaplı bir içtihat geliştirmiştir.
Bu alandaki temel tartışma konusu, ifade özgürlüğünün kullanılması ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın nasıl ve hangi ölçütlere göre saptanacağı ile ilgilidir. Kişilik hakkının korunma gerekçesiyle ifade özgürlüğü kullanılamaz bir hale getirilmemelidir. Kişilik Haklarının Korunması Sözleşme’nin 8. maddesi tarafından güvence altına alınan bir haktır. AİHM’in Sözleşme’nin 8. ile 10. maddeleri arasında bir çatışma olduğunda, başka bir anlatımla terazide bir yanda “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihini daha çok ifade özgürlüğünden yana kullandığı söylenebilir. Bu nedenle kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığına kuşku yoktur.
Ancak müstehcen, saldırgan, aşağılayıcı, onur kırıcı, şiddeti teşvik eden veya nefret içeren söz ve yazı ile hakaret, sövme, kötüleme, iftira, sırf ar ve hayâ duygularını incitmeyi amaçlayan düşünce açıklamaları hukukun koruma alanı dışında kalırlar.
AİHM’in içtihatlarında kabul edilebilir eleştirinin sınırı bakımından bir hiyerarşi oluşturduğu söylenebilir. Buna göre kabul edilebilir eleştirinin sınırı en geniş anlamda bir siyasal organ söz konusu olduğunda geçerli olmakta, bunu sırası ile politikacılar, kamu görevlileri ve sıradan vatandaşlar takip etmektedir. Somut olay ile sınırlayarak kamu görevlileri yönünden incelersek,
Devlet memurlarının, görevlerini yerine getirirken performanslarını etkilemeyi ve kamuoyunun bu kişilere olan güvenine zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı ve hakaret içerikli saldırılara karşı korunmaları zorunludur.
AİHM, 10. madde çerçevesinde, devlet memurlarına yönelik izin verilebilen eleştirinin sınırlarının kamu makamının kapsamı ve niteliğine ve bu makama verilen yetkilere bağlı olduğunu kabul etmiştir.
Devlet memurları siyasetçilerden farklı olarak, kendilerini kamuoyunun denetimine açmamakta; ayrıca görevlerini yerine getirirken kamuoyunun güvenine ihtiyaç duymaktadırlar.
Burada korunan temel değer, ilgili kamu görevlisinin kişiliği yada şöhretinin yanında o kişinin yerine getirdiği kamusal göreve kamunun duyduğu güvenin demokratik bir toplumdaki önemidir.
Bununla birlikte, kendilerine belirli idari yetkiler verilmiş memurlarının, sözlerine ve eylemlerine getirilen eleştirilere daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiği AİHM içtihatlarında kabul edilmektedir.
AİHM, önüne, devlet memurlarına karşı yapılmış hakaret içerikli ifadelerle ilgili yargısal bir başvuru geldiğinde, başvuruya konu sözlerin, kamuoyunun söz konusu memurun performansına duyduğu güveni ortadan kaldırmaya yönelik gerçek bir tehlike yaratıp yaratmadığı yakından incelemektedir.
AİHM, …davasında, ilk olarak, kabul edilebilir eleştirinin sınırları bakımından sıradan bir vatandaş ile kamu görevlileri arasında bir fark olduğunu kabul etmiştir. Ancak Mahkeme’ye göre, kamu görevlileri için kabul edilebilir eleştiri sınırı, siyasetçiler için kabul edilen eleştiri sınırı kadar geniş değildir. Elbette kamu görevlilerinin her bir kelime ve davranışlarını, siyasetçilerin yaptıkları ve yapmaları da gerektiği gibi, çok açık bir şekilde kamu denetimine açtıkları söylenemez. AİHM, kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirebilmeleri için toplumun güvenini kazanmaları gerektiğini vurgulayarak görevleri sırasında sözlü saldırılardan korunmaları gerektiğine işaret etmiştir.
AİHM kararlarında vurgulandığı üzere ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamanın meşru bir amaca yönelik olması yetmez ayrıca bu sınırlamanın demokratik toplumda gerekli olduğunun da ispatlanması gerekir. Bunun sınırları ise müdahalenin zorlayıcı bir toplumsal talebe dayanması ile ölçülü olması zorunluluğudur.
Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olayı değerlendirecek olursak; olay tarihinde Melikgazi Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğünde, Nüfus Şefi olarak görev yapmakta olan müştekinin suç tarihinde müdür vekili olarak görevliyken şüphelinin, müştekinin yanına gelerek yanında getirdiği çocuk için okuldan gönderdiklerini bu çocuğun kendisinin yanında kalacağını ve kendi yanında çocuğun kaldığına dair yazı vereceksiniz dediği, bunun üzerine müştekinin böyle bir belge vermeden önce çocuğun adres kaydının yapılması gerektiğini bunu şüphelinin yaptıramayacağını anne ve babasının gelmesi gerektiğini söylemesi üzerine şüphelinin, müştekiye sinirlenerek “ben sana yapacağımı bilirim, ben seni bu masada oturtmayacağım, ben sana kim olduğumu göstereceğim, cadaloz avrat” dediği,
Sayın çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık sanığın katılana söylediği “cadaloz avrat” sözünün hakaret suçunu oluşturup oluşturmayacağı noktasındadır.
TDK sözlüğünde cadaloz “çenesi düşük, huysuz, şirret, yaşlı ve çalçene” olarak tanımlanmıştır.
TCK 125. maddede düzenlenen hakaret suçu ile korunan hukuki yarar kişilerin onur, şeref ve saygınlığıdır.
Suçun maddi unsuru ise kişilerin onur, şeref ve saygınlığı rencide edecek nitelikte somut fiil, olgu isnadı veya sövmedir.
Olayımızda sanığın talebinin karşılanmaması üzerine tepkisini kırıcı, kaba bir şekilde ifade ettiğinin kabulü gerekir. AİHM kararlarında vurgulandığı gibi değer yargısına müdahale ifade özgürlüğüne müdahaledir. Sanığın değer yargısı niteliğindeki sözü yakınanın onur ve saygınlığını incitecek bir sövme veya somut fiil isnadı yoktur. Suçun maddi unsuru oluşmamıştır.
Yakınan, kamu görevlisidir. AİHM içtihatlarına göre yukarıda da belirtildiği üzere eleştiriye katlanma konusunda normal vatandaşlara göre daha hoşgörülü olmalıdır. Başvuruya konu sözlerin, kamuoyunun söz konusu memurun performansına duyduğu güveni ortadan kaldırmaya yönelik gerçek bir tehlike yaratıp yaratmadığı yakından incelendiğinde; Sözlerin söylendiği yer kamusal bir alan olmayıp sanığın evidir. Söylenme amacı acil bir hastaya müdahale edilmesini sağlamaktır. Bu durumda sanığı cezalandırmasını haklı kılacak toplumsal bir talepten söz etmek olanaksızdır. Yani sanığı cezalandırmayı haklı kılacak demokratik toplumdaki gereklilik koşulu gerçekleşmemiştir.
Kamu görevlisinin şöhret ve hakları ile kamu görevlisine duyulan güven ile ifade özgürlüğü arasında yapılacak değerlendirmede somut olayımızda takdir hakkının sanık lehine yani ifade özgürlüğü lehine kullanılması gerekir. Aksi yönde bir değerlendirmenin orantılı olmayacağı düşüncesiyle sanığın mahkumiyet yönündeki yerel mahkeme kararının bozulması yerine onanması yönündeki sayın çoğunluğun görüşüne karşıyız.