Yargıtay Kararı 4. Ceza Dairesi 2017/11941 E. 2018/10701 K. 29.05.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2017/11941
KARAR NO : 2018/10701
KARAR TARİHİ : 29.05.2018

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tehdit
HÜKÜM : Mahkumiyet
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Sanığın adli sicil kaydında bulunan kasıtlı bir suçtan dolayı 3 aydan fazla hapis cezasına ilişkin mahkumiyetinin ertelemeye engel olduğu gözetilmeden, sanık hakkında verilen hapis cezasının ertelenmesine karar verilmesi karşı temyiz olmadığından bozma sebebi yapılmamıştır.Ancak;
1)Sanık hakkında hüküm kurulurken TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca yapılan arttırım sırasındaki hesap hatası nedeniyle sonuç cezanın 4 ay 13 gün hapis yerine, 5 ay hapis olarak fazla belirlenmesi,
2)02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin HÜKMÜN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 29/05/2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ

Sanık … Torpil hakkında; Mersin 18 Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; Tehdit suçundan TCK’nın 106/1-1, 43, 62, 51-1-3-6-7. maddeleri uyarınca 5 Ay Hapis Cezasına, hükmedilmiş, anılan kararın o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 29/05/218 gün, 2017/11941 E-2018/10701 K sayılı ilamı ile; özet olarak adli sicil kaydında ertelemeye engel hükümlülüğü bulunan sanık hakkındaki hükmün ertelenmesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmayarak eleştirilmesine karşın, diğer taraftan TCK’nın 43. maddesinin uygulanması sırasında yanlış hesap sonucu fazla ceza tayin edildiğinden ve ayrıca hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesindeki değişiklik nedeniyle sanığa isnat edilen suçun uzlaşma kapsamına alınmış olması nedeniyle sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğundan sanık hakkındaki mahkumiyet hükmünün BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay Yüksek 4. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu ile aramızda hakaret suçundan dolayı yanlış hesap sonucu eksik ceza tayini aleyhe temyiz olmamasına karşın, başka bozma nedenine eklenip eklenemeyeceği hususunda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için 5320 sayılı kanunun 8/1. maddesi delaletiyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesindeki koşulların irdelenerek; ceza muhakemesi hukukunun amacı, hakkaniyet ve kanun önünde eşitlik gibi hukukun evrensel ilkeleri ile ilişkilendirilmesi ve somut olayımızda olduğu gibi ilk derece mahkemelerince verilen ve içerisinde hata barındıran hükümlerin temyiz incelemesine konu edilmesi halinde “aleyhe değiştirmeme zorunluluğu” ya da “aleyhe düzeltme yasağı” kavramlarından ne anlaşılması gerektiğinin yasal düzenleme ve yargı kararlarından yararlanılarak ortaya konması gerekmektedir.
Ceza usulü, ya da günümüzün deyimi ile ceza muhakemesi hukuku, kişi için öylesine önemlidir ki dünyada ceza usulü kadar hiçbir şey insanları ilgilendirmez. Hatta ceza usulü kusurlu bulunan bir toplumda huzurdan söz edilemez. Ceza kanunlarına karşı gelmemek insanların elinde olan bir şey olmasına karşın, kimsenin haksız yere takibata uğramayacağından söz etmek olası değildir. Bu hukuk dalının özgürlükler için ne denli önem arz ettiğini Ferri’nin şu sözleri en güzel şekilde açıklamaktadır; “ceza kanunu suçluların, usul kanunu, suçluluğu sabit oluncaya kadar masumların teminatıdır”.
Bu açıklamalardan sonra denilebilir ki devletin cezalandırma hakkı ile sanığın özgürlüğü arasındaki çatışmayı çözüme ulaştırıp, hükme bağlamak, ceza yargılamasına bırakılmıştır. Görüldüğü üzere devlet, suç işleyenden, iktidar gücünü kullanarak “intikam alma” yerine, bu görevi ulus adına yargılama yapmaya yetkili bir makama, yargıya bırakmıştır. Böylece ortaya çıkacak sonuca hem devlet ve hem de sanık katlanacaktır.
İnsanlık, dolayısıyla devlet, üç aşamadan geçerek günümüzün örgütlü toplumu haline gelmiştir. Bunlardan birisi, insanlığın karışıklıklardan usanarak bir düzene kavuşması, düzeni sağladıktan sonra bireysel özgürlüklere ihtiyaç duyması, ilk ikisini sağladıktan sonra ise hem düzeni ve hem de özgürlükleri koruma ihtiyacı hissetmesidir.
./..

-3-
Ceza muhakemesi hukuku da tıpkı insanlık gibi üç aşamadan geçmiştir. Dolayısı ile toplum bu alanda ilk önce, suçlunun cezalandırılması safhasını, daha sonra sanığın korunması safhasını ve nihayet de maddi gerçeğin araştırılması safhasını yaşamıştır. Böylece ilk aşamada, belirli bir hukuki düzene kavuşmamış ilkel toplumlarda sanık, peşinen suçlu kabul edilip hemen cezalandırıldığı için, bu aşamada ceza muhakemesi, cezalandırmak için bir vasıta konumundadır. Ceza yargılaması hukukunun amacı “sanığın korunması” olmuştur.
İşte bu aşamada, hakimlerin keyfiliğine, sanığı peşinen suçlu görme temayüllerine karşı “sanık, suçlu olduğu hükmen kanıtlanıncaya değin masum sayılır” şeklinde vecizeleştirilen ve uygulamada da “masumluk karinesi” olarak kabul edilen ilke ceza muhakemesi hukukuna girmiştir.
Hem kişilerin, hem de toplumun çıkarlarını korumak, gerçeğe uygunluk demek olan, maddi hakikati araştırmakla mümkün olacaktır. Bu bağlamda şüphesiz, en iyi ceza muhakemesi, maddi gerçeği yüzde yüz yansıtandır. Bu amaçla da ceza muhakemesi kanunları kabul edilmiştir. Bu sebeple Ceza Muhakemesi Hukuku, kişilerin hak ve özgürlüklerini sağlamak üzere kimi şekil ve formaliteler kabul etmiştir. Bu kurallar, genelde yürütme ve yargının bu konudaki yetkilerini sınırlandırdığı için insan hak ve özgürlüklerinin bekçisi olmuştur.
Bunun içindir ki “şekle bağlanmayan adalet cebir ve istibdattır” denilmiş, “şeklin hukuki emniyeti sağladığı” söylenmiştir.
Ceza muhakemesinin amacı yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlallerine yol açmadan araştırılıp bulunmalı, adalet gerçekleştirilmeli ve hukuki barış sağlanmalıdır.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu 15/03/2016 gün, 2014/12-482 E-2016/125 K sayılı ilamında; aleyhe değiştirmeme zorunluluğunu aşağıdaki şekilde açıklarken, somut olayımızda olduğu gibi aleyhe temyiz olmaması nedeniyle eleştiri nedeninin bozmaya dahil edilmemesi halinde meydana gelebilecek sakıncalar da çok açık bir şekilde vurgulanmıştır.
“Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı öğreti ve uygulamada; “temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında hükümde yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması” şeklinde tanımlanmaktadır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen bir usul kuralı olduğu gibi, bozmadan sonraki aşamada da ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama ilkesidir. Bu sebeple temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilip, inceleme buna göre yapılmalı ve sanık lehine tecelli eden bir hatanın doğuracağı hukuki neticeler aleyhte başvuru bulunmadıkça değiştirilmemelidir.
Latince “reformatio in pejus judici appellato non licet” olarak adlandırılan, “bir hükmün aleyhe değiştirilmesi caiz değildir. Şeklinde tercüme edilen, öğreti ve uygulamada ise, “lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme, aleyhe bozmama zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, yaptırım ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da
ağırlaştıramama kuralı, aleyhe bozma yasağı” olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine bozulabileceğini düşünen sanığın bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” şeklinde kanuni düzenlemeye dönüştürülmüştür. Buna göre ceza hukukumuzda genel anlamda bir kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan “cezayı aleyhe değiştirememe” veya “aleyhte düzeltme yasağı”nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu kuralla ilgili olarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde ise; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz” düzenlemesine yer verilmiştir.
Kanundaki açık düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere; yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olacak, sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen ceza ve sonuç önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacaktır.
Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırım ve sonuçları aleyhe değiştirme yasağına aykırılığın söz konusu olup olmadığı önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
Ceza Genel Kurulunun 20.06.2006 gün ve 124-165 sayılı kararında; istinaf ve temyiz kanun yolları bakımından pozitif hukukumuzda yer alan “cezanın aleyhe değiştirilmemesi” ilkesinin, ceza muhakemesinin mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan ve evrensel hukukun benimsediği bir ilke olmadığı, kanunun düzenleniş biçimi ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara karşı kesin hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz kanun yoluna başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensip olduğu açıklanmıştır.
Belirtildiği üzere aleyhe değiştirme yasağı münhasıran “cezalar” ile ilgili ve sınırlı olup, fiilin nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Cezalar 5237 sayılı TCK’nun 45. maddesinde; hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik tedbirleri ile diğer müesseselerin bu yasak kapsamda değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilegelmiştir.
Temyiz nedenini oluşturacak hukuka aykırılıklar CMUK’nun 307 ve 308. maddelerinde gösterilmiştir. CMUK’nun 307. maddesinin 1. fıkrasında, “Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur” denildikten sonra 2. fıkrasında, “Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesini” kanuna muhalefet
maddelerinde gösterilmiştir. CMUK’nun 307. maddesinin 1. fıkrasında, “Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur” denildikten sonra 2. fıkrasında, “Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesini” kanuna muhalefet
olarak belirtilmiş, 308. maddesinde ise sekiz bent halinde gösterilen hususlarda kanuna “mutlaka muhalefet” edilmiş sayılacağı kabul edilmiştir.
Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm hukuka aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilecektir. Yargıtay’ca yapılacak denetimde, mevcut delillerin yerel mahkemece yanlış değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelemenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa, karar esastan bozulmakla birlikte, uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilmelidir. Lehe temyiz davasında ise, suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın tür ve miktarı yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı şartı ile kanuna aykırı olan hükmün bozulmasına karar verilmeli, suç niteliği dışındaki sair hallerde ise, yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek, aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hüküm onanmalıdır.
Buna göre eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak “onama” kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Aksi takdirde sanığın; önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 17/01/2017 gün, 2016/11-945 E-2017/12 K, 24/01/2017 gün, 2014/274 E-2017/25 K sayılı ilamlarında vurgulandığı üzere;
Eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak “onama” kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Aksi takdirde sanığın; önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
Görüldüğü gibi, hükmün bozulmasını gerektiren başka bir nedenin bulunması halinde, yerel mahkemece düzeltilmesi mümkün olabilecek nitelikteki hukuka aykırılıklar da eleştiri konusu yapılmakla yetinilmeyerek bozma nedenine eklenmelidir. Böylece bozma üzerine kurulacak yeni hükümde cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak gözetilerek hukuka aykırılıklar giderilmiş olunacaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra tekerrüre esas hükümlülüğü bulunan sanık hakkında, koşulları oluştuğu halde TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması ve aleyhe temyiz bulunmaması durumunda, bu hususunun diğer bozma nedenlerine eklenmesi mi yoksa eleştiri konusu mu yapılması gerektiği tartışılmalıdır.
Tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilmesinin sonucu olarak; mükerrir sanık hakkında, sonraki suç nedeniyle kanun maddesinde seçimlik ceza olarak hapis veya adli para cezası öngörülmüşse hapis cezasına hükmolunması, hükmolunan cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesi ve hükümlü hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanması gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında da; adli sicil kaydında tekerrüre esas hükümlülüğü bulunan sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünde tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilmemiş olması ve aleyhe yönelen temyizin de bulunmaması durumunda “aleyhe değiştirmeme” ilkesinin gözetilmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Hükmün bozulmasını gerektirir başka bir nedenin bulunması halinde de, şartlarının oluşmasına karşın sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmaması ve aleyhe yönelen temyizin bulunmaması durumunda, bu husus bozma nedenlerine eklenmemeli ve eleştiri ile yetinilmelidir. Zira bu halde, önceki hükmün sadece sanık lehine temyiz edilmiş olması nedeniyle, tespit edilen bu tür bir hukuka aykırılığın bozma üzerine verilecek hükümde 1412 sayılı CMUK’nun 326/son maddesi gözetildiğinde giderilmesi imkânı bulunmamaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.04.2014 gün ve 323-181 sayılı kararında da bu husus vurgulanmıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere, başka bir bozma nedeninin bulunması halinde, aleyhe temyiz olmamasına karşın sanık aleyhine tespit edilen bozma nedeninin bozmaya eklenmesi tereddütsüzce kabul edilirken sadece TCK’nın 58. maddesinin koşulların oluşmasına rağmen uygulanmamasının 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi ile giderilmesi mümkün olmadığından aleyhe temyiz olmaması durumunda eleştiri ile yetinilmesi istisna olarak kabul edilmiştir. Aksi takdirde bozma sonrası TCK’nın 58. maddesi hem uygulanacak, hemde kazanılmış hak nedeniyle dikkate alınmamasına karar verilerek aynı hüküm içerisinde çelişkiye düşülecek ve bunun sonucunda uygulamada telafisi imkansız hataların ortaya çıkmasına sebebiyet verilmesi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun aşağıda özetlenen içtihadı somut olayımızla bire bir aynı olup, bu içtihatta kabul edilen prensip, gerek Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu, gerekse Yargıtay Yüksek Ceza Daireleri tarafından tereddütsüzce benimsenerek yerleşik uygulamaya dönüşüştüğü aşağıda özetlenen içtihatlarda açıkça vurgulanmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22/04/2014 gün, 2013/120 E-2014/209 K sayılı ilamında;
Sanığın kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçlarından mahkûmiyetine karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Özel Dairece eleştiri konusu yapılan; “TCK’nun 87/3. maddesi uygulandığında 1 yıl 13 ay 15 gün yerine 2 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası tayin edilmesi ve TCK’nun 62. maddesi ile cezada indirim yapıldığında 1 yıl 3 ay 27 gün yerine sonuç cezasının 1 yıl 3 ay 25 gün olarak eksik tayin edilmesine” ilişkin aykırılıkların bozma nedenlerine eklenmesi gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm hukuka aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilecektir. Yargıtayca yapılacak denetimde, mevcut delillerin yerel mahkemece yanlış değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelemenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa, karar esastan bozulmakla birlikte, uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilmelidir. Lehe temyiz davasında ise, suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın tür ve miktarı yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı şartı ile kanuna aykırı olan hükmün bozulmasına karar verilmeli, suç niteliği dışındaki sair hallerde ise, yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek, aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hüküm onanmalıdır.
Buna göre eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak “onama” kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Aksi takdirde sanığın; önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
Görüldüğü gibi, hükmün bozulmasını gerektiren başka bir nedenin bulunması halinde, yerel mahkemece düzeltilmesi mümkün olabilecek nitelikteki hukuka aykırılıklar da eleştiri konusu yapılmakla yetinilmeyerek bozma nedenine eklenmelidir. Böylece bozma üzerine kurulacak yeni hükümde cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak gözetilerek hukuka aykırılıklar giderilmiş olunacaktır. Ancak, şartlarının oluşmasına karşın yerel mahkemece sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmaması gibi bazı hukuka aykırılıklar başka bozma nedeni bulunsa bile bozma nedenlerine eklenmemeli ve eleştiri ile yetinilmelidir. Zira bu halde, önceki hükmün sadece sanık lehine temyiz edilmiş olması nedeniyle, tespit edilen bu tür bir hukuka aykırılığın bozma üzerine verilecek hükümde 1412 sayılı CMUK’nun 326/son maddesi gözetildiğinde giderilmesi imkanı bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
“Özel Dairece sanık hakkındaki hükümler CMK’nun 231. maddesinin uygulanmama gerekçesinin kanuni ve yeterli olmadığı ile adli para cezasının taksitlendirilmesi konusunda da karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulduğu halde, kasten yaralama suçu yönünden; “TCK’nun 87/3. maddesi uygulandığında 1 yıl 13 ay 15 gün yerine 2 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası tayini ve TCK’nun 62. maddesi ile cezada indirim yapıldığında 1 yıl 3 ay 27 gün yerine sonuç cezasının eksik tayin edilmesi” isabetsizliklerinin aleyhe temyiz bulunmaması gerekçesiyle eleştiri sebebi yapılması, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına neden olacağından, sanık aleyhine tespit edilen bu hukuka aykırılıkların da bozma sebebi yapılarak, kazanılmış hak saklı tutulmak kaydı ile hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmeli, böylece yerel mahkemece yeniden kurulacak hükümde temyiz merciince tespit edilen bütün hukuka
aykırılıkların giderilmesi sağlanmalıdır.” denilerek sonuç itibariyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı kabul edilerek; Yargıtay Yüksek 8. Ceza Dairesinin eleştiri nedeni bozma hükmüne eklenerek, 1412 sayılı kanunun 326/son maddesi uyarınca kazanılmış hakkın gözetilmesine karar verilmiştir.
Benzer bir olayda aleyhe temyizin olmaması nedeniyle eleştiriyi başka bir bozma nedenine eklemeyen Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin kararına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından itiraz edilmesi üzerine;
Aynı dairenin 2014/4026 E/2014/4111 K sayılı ilamında;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “tam kusurlu sanık hakkında temel cezanın alt sınırdan tayininin, aleyhe temyiz bulunmaması sebebiyle eleştiri konusu yapılması yerine, bu hususun bozma nedeni olarak sayılması ve kazanılmış hakların saklı tutulması” gerekçesine dayalı itirazı yerinde görüldüğünden itirazın KISMEN KABULÜNE,
2-18.11.2013 gün, 2013/4899 Esas ve 2013/25945 Karar sayılı bozma kararında yer alan “Tam kusurlu olarak meydana getirdiği kaza sonucu katılanın basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ve vücudunda ağır 4. derecede kemik kırığı oluşacak şekilde yaralanmasına neden olan sanık hakkında, TCK’nın 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi gözetilerek adalet ve hakkaniyet kuralları uyarınca asgari hadden uzaklaşmak suretiyle ceza tayini gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmak suretiyle eksik cezaya hükmedilmesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma konusu yapılmamıştır.” cümlesinin ÇIKARTILMASINA ve ilamın son paragrafının “3- Tam kusurlu olarak meydana getirdiği kaza sonucu katılanın basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ve vücudunda ağır 4. derecede kemik kırığı oluşacak şekilde yaralanmasına neden olan sanık hakkında, TCK’nın 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi gözetilerek adalet ve hakkaniyet kuralları uyarınca asgari hadden uzaklaşmak suretiyle ceza tayini gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmak suretiyle eksik cezaya hükmedilmesi, Kanuna aykırı olup, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. ve 326. maddeleri uyarınca, sanığın kazanılmış hakkı da gözetilerek isteme aykırı olarak BOZULMASINA” ibaresinin EKLENMESİNE, karar verilmiştir.
Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 09/04/2018 gün, 2016/11549 E-2018/4136 K sayılı ilamında;
1-Dosya kapsamına göre suça sürüklenen çocuğun müşteki ihbarı üzerine polis ekiplerince suça konu kapıyı götürürken yakalandığının ve bunun üzerine çaldığı yeri gösterdiğinin anlaşılması karşısında, hakkında TCK’nın 168. maddesinin uygulanma koşullarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,
2- Dairemizin 11.01.2016 gün ve 2014/20429 E. ve 2016/72 K. sayılı bozma ilamında da belirtilmesine rağmen suça sürüklenen çocuk hakkında TCK’nın 35. maddesinin uygulanmama ihtimaline göre ek savunma hakkı tanınmadan TCK’nın 142/1-b maddesi uyarınca hüküm kurulmak suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 226. maddesine muhalefet edilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca bu sebepten dolayı istem gibi BOZULMASINA,
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 08/03/2018 gün, 2017/9036 E-2018/4031 K sayılı ilamı,
1)Hükmün açıklanmasına neden olan 5237 sayılı TCK’nin 151/1. maddesinde tanımlanan mala zarar verme suçunun, hükümden sonra 02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de
yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nin 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma kapsamına alınmış olması gözetilerek, mahkemesince uzlaştırma yapılıp yapılmadığı araştırılarak, anılan suç yönünden uzlaştırma işleminin olumlu sonuçlanmış olması durumunda, sanığın denetim süresinde işlediği başkaca kasıtlı suçlardan mahkum olup olmadığı tespit edilip sonucuna göre, açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanıp açıklanmayacağının değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması;
Kabule göre de ;
2)Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair verilen kararda TCK’nin 29. maddesinde yazılı haksız tahrik hükmünün uygulanmadığı, hükmü açıklayan mahkemece haksız tahrik hükmünün uygulandığı anlaşılmakla, hükmün aynen açıklanması ile yetinilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik ceza tayini,
3)Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas- 2015/85 karar sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nin 53. maddesindeki bazı ibarelerin iptal edilmesi nedeniyle 5237 sayılı TCK’nin 53. maddesinde belirtilen hak yoksunlukları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden 1412 sayılı CMUK’un 326/son maddesi uyarınca sanığın kazanılmış hakkı saklı kalmak kaydı ile 6723 sayılı Kanunun 33. maddesi ile değişik 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, karar verilmiştir
Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 15/03/2018 gün, 2016/14429 E-2018/3790 K sayılı ilamında,
1-Suça konu motorsikletin, soruşturma aşamasında mağdura hasarlı bir şekilde iadesini sağlayan suça sürüklenen çocuk hakkında kısmi iade nedeniyle etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için mağdurun rızasının bulunması gerektiği gözetilmeksizin ceza indirimine rızası bulunup bulunmadığı hususu mağdura sorulmadan 168. maddenin tatbik edilmesi,
2-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan cezadan indirim yapılmasını öngören şahsi sebebe ilişkin 5237 sayılı TCK’nın 168/1. maddesinin, suça sürüklenen çocuğun yaşı nedeniyle indirimi öngören aynı Kanun’un 31/3. maddesinden önce uygulanması suretiyle TCK’nın 61. maddesine aykırı davranılması,
3-5237 sayılı TCK’nın 53/4. maddesine göre, suç tarihi itibariyle 18 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuk hakkında aynı Yasanın 53/1. maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi,
4-Kabule göre de; Suç tarihinde 18 yaşından küçük olup daha önce hapis cezasına mahkum edilmemiş olan suça sürüklenen çocuk hakkında mağdura karşı eyleminden dolayı hükmedilen kısa süreli hapis cezasının aynı Kanunun 50/1. maddesinde öngörülen seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesinde zorunluluk bulunduğunun gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk Cihat Salih Kara müdafiinin temyiz nedeni bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 1412 saylı CMUK 326/son maddesi uyarınca ceza süresi bakımından kazanılmış hakkın saklı tutulmasına, karar verilmiştir.
Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 19/02/2018 gün, 2016/2356 E-2018/2012 K sayılı ilamı,
1-İmar kirliliğine neden olma suçunda, 17/01/2013 tarihli tutanak ile sanıkların ruhsatsız inşaat yaptıkları tespit edilerek mühürleme işlemi yapıldıktan sonra, 19/02/2013 tarihli tutanakta, suça konu inşaata devam edildiğinin tespit edilmesi karşısında; sanıkların imar kirliliğine neden olma suçunu, bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda birden fazla kez işlemelerine karşın, haklarında TCK’nın 43/1. maddesi uygulanmaması,
2-Sanıklar müdafiinin 15/07/2014 tarihli duruşmadaki lehe hükümlerin uygulanması talebinin, TCK’nın 50. maddesindeki hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesini de kapsadığı gözetilerek, CMK’nın 230/1-d maddesi uyarınca, bu hususta kanuni dayanakları da gösterilerek olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi,
3-Sanıklar hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerinde, temel cezaların alt sınırdan belirlenmesi karşısında, denetim sürelerinin yeterli gerekçe gösterilmeden üst sınırdan tayini,
Kanuna aykırı, sanıklar Fatih Destebaşı ve Kotan Mehmet Destebaşı müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmekle tebliğnameye uygun olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca kazanılmış hakkın saklı tutulmasına, karar verilmiştir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 28/02/2018 gün, 2017/1662 E-2018/2275 K sayılı ilamında;
1-Kasıtlı suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nın 61/1. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kastı, suçun işleniş biçimi ile meydana gelen tehlikenin ağırlığı nazara alınmak suretiyle TCK’nın 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, sanığın yapmış olduğu kaza neticesinde yapılan alkol ölçümünde 2,12 promil alkollü olarak araç kullandığının tespit edildiği gözetilerek, hak ve nasafete uygun bir ceza yerine alt sınırdan ceza tayin edilmesi,
2-CMK’nın 231. maddesindeki “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” düzenlemesi için öngörülen koşulların, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlarla birlikte, denetime olanak verecek şekilde, somut gerekçeler gösterilmek suretiyle değerlendirildikten sonra, sanık hakkında “hükmün açıklanmasının geri bırakılması”na ilişkin düzenlemenin uygulanıp uygulanmayacağına karar verilmesi gerektiği; adli sicil kaydına göre sabıkası bulunmayan, duruşma tutanaklarına yansıyan herhangi bir olumsuz davranışı bulunmayan, hakkında belirlenen cezada takdiri indirim uygulanan sanık hakkında “Sanığın kendisinde mevcut alkol oranının yüksekliği ve sanığın bu alkol oranı ile kaza yaptığı hususları göz önüne alındığında, kastının yoğun olduğu kanaati ve bir daha yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaat edinilemediğinden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına” şeklindeki dosya kapsamına uygun olmayan yetersiz gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi,
3-Daha önce hapis cezasına mahkum edilmemiş bulunan sanık hakkında tayin edilen 25 gün hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilirken, 5237 sayılı TCK’nın 50/3. maddesi delaletiyle 50/1-a maddesinin dayanak gösterilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, aynı Kanunun 326/son maddesi gereğince ceza miktarı yönünden sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, karar verilmiştir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 15/01/2018 gün, 2017/5178 E-2018/674 K sayılı ilamı;
1)Hükmün açıklanmasına neden olan kasıtlı suçun, TCK’nın 151/1. maddesi uyarınca hükmolunan mala zarar verme olması, 02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen bu suç önceden de uzlaşma kapsamında ise de, 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesinin 24 ve 25. fıkralarındaki uzlaştırma bürosuna ilişkin düzenleme dikkate alınıp, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması karşısında, mala zarar verme suçu yönünden, uyarlama yargılaması yapılıp yapılmadığı araştırılarak, anılan hüküm yönünden uzlaştırma işleminin olumlu sonuçlanmış olması durumunda, sanığın denetim süresinde işlediği başkaca kasıtlı suçlardan mahkum olup olmadığı tespit edilip sonucuna göre, açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanıp açıklanmayacağının değerlendirilmesi zorunluluğu,
2)Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin 05/02/2013 yerine 2013 olarak gösterilmesi,
3)Sanığın, aynı suç işleme kararının icrası kapsamında farklı zamanlarda katılanı tehdit ettiğinin iddia edilmesi karşısında, sanık hakkında TCK’nın 43. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması,
4)02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık Ekrem Aydoğmuş’un temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, bir, iki ve üç numaralı bozma nedenleri hariç diğer yönleri incelenmeksizin HÜKMÜN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken 1412 sayılı CMUK 326/son maddesinin gözetilmesine, karar verilmiş, TCKnın 43 maddesinin uygulanmaması, bozma hükmüne eklenerek bu husustaki yerleşik uygulamalara uygun davranılmasına karşın, Yargıtay Yüksek 4. Ceza Dairesinin uyuşmazlığa konu içtihadı ile çelişkiye düşülmüştür.
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 24/04/2018 gün, 2017/2143 E-2018/3704 K sayılı ilamında;
1-Sanığın bahçesinde dikili olarak ele geçirilen, toplam 67 kök kenevirden, olgunlaştığında elde edilecek esrarın, kişisel kullanımı için gerekli miktardan çok fazla olacağı, Dairemizin genel uygulamalarına göre, başka delil yoksa 20 köke kadar dikili kenevirin kişisel kullanım kapsamına değerlendirilebileceği bu nedenle sanığın eyleminin 6545 sayılı Kanun ile değişik 2313 sayılı Kanun’un 23/5. maddesinin 1. cümlesi kapsamında suç teşkil ettiği gözetilmeden aynı Kanun’un 23/5. maddesinin 2. cümlesine göre hüküm kurulması,
2- Hükümden sonra 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı kararı ile, 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi nedeniyle, bu maddenin uygulanması açısından, sanığın durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün BOZULMASINA, 5320 sayılı Kanun’un 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddeleri uyarınca sonuç ceza yönünden sanığın kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, karar verilmiştir.
Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 2016/10076 E-2016/22505 K sayılı ilamında;
Sanığın denetim süresinde kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle hükmün açıklanmasına karar verilirken açıklanan hükümde, Anayasa’nın 141/3, 5271 sayılı CMK’nın 34 ve 230. maddeleri ile Ceza Genel Kurulu’nun 05.05.2015 tarih ve 2014/145 Esas sayılı kararı gereğince mahkemenin gerekçeli kararında iddia, savunma, tanık beyanları ve diğer deliller somut olarak açıklanarak suçun öğeleri, kanıtlandığı kabul edilen olaylar denetime elverişli şekilde gösterilerek ve deliller tartışılarak mahkemenin ulaştığı sonuç sanık, katılan, Cumhuriyet savcısı ve diğer okuyan herkesi tatmin edici olması gerekirken, yazılı şekilde gerekçesiz karar verilerek 5271 sayılı CMK’nın 231/11 ve 232/6. maddelerine aykırı davranılması,
Kabule göre de;
1-5271 sayılı CMK’nın 231/11. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten ve bu karar kesinleştikten sonra, denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlenmesi durumunda, önceden verilen açıklanması geri bırakılan hükmün aynen açıklanması ile yetinilmesi gerekirken, verilen hapis cezasının TCK’nın 50/1-a maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilmesi,
2- Yedieminde bulunan emvalin müsaderesi hususunda olumlu ya da olumsuz yönde bir karar verilmemesi,
Kanuna aykırı ve sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle CMUK’nın 326. maddesi uyarınca kazanılmış hakkının saklı tutulmasına; karar verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2014/251 E-2015/287 K sayılı ilamında;
Buna göre, ceza hukukunda genel anlamda bir “kazanılmış hak” kavramından bahsedilemeyeceği ancak, 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddenin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir “cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi”, “Reformatio in pejus” veya “aleyhte düzeltme yasağı”nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Aleyhe değiştirme yasağı münhasıran “cezalar” ile ilgili olup; cezalar da 5237 sayılı TCK’nun 45. maddesinde; hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik tedbirlerinin ve diğer müesseselerin bu kapsamda değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilegelmiştir.
Bu bağlamda; Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 11.05.2010 gün ve 87-112 ve 23.02.2010 gün 230-32 sayılı kararlarında 5237 sayılı TCK’nun 51. maddenin 3. fıkrası gereğince belirlenen denetim süresinin kazanılmış hakka konu olmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın nitelikli hırsızlık suçundan 5237 sayılı TCK’nun 142/1-b, 39/2-c, 43/1, 31/3, 62 ve 51/1-3-6. maddeleri uyarınca 8 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 1 yıl süre ile denetim altına alınmasına, denetim süresinin herhangi bir yükümlülük belirlemeden veya uzman kişi görevlendirmeden geçirilmesine karar verilen ancak müşterek fail olarak suça katıldığı halde TCK’nun 39/2-c maddesi uyarınca cezasından indirim yapılmasının hatalı olduğu belirlenen olayda; Özel Dairece hükmün yalnız sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi nedeniyle gözetilmesi gereken 1412 sayılı CMUK’nun 326/son maddesinde düzenlenmiş bulunan “aleyhte düzeltme yasağı”nın cezanın türü ve miktarıyla sınırlı olup ertelemedeki denetim süresini kapsamadığı gözetilmeden, doğru uygulama yapıldığında hükmolunacak ceza miktarına göre bu miktardan az, üç yıldan fazla olmamak üzere denetim süresinin belirlenmesi amacıyla hükmün bozulması gerektiği halde sanık hakkında TCK’nun 39/2-c maddesinin uygulanması nedeniyle eksik ceza tayin edilmesinin eleştiri konusu yapılmasıyla yetinilmesi isabetli değildir.
Aksine kabul; haksız ve hatalı bir uygulama ile “aleyhe değiştirmeme” kuralı uyarınca kanun gereği ceza miktarı yönünden sanığa bir kez tanınan atıfete, denetim süresini de kapsayacak şekilde bir yenisini eklemek suretiyle eşitlik, hak ve adalet ilkesinin zedelenmesine yol açar. Aleyhe değiştirmeme kuralı ile kanun koyucunun amacı hatalı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezanın sanığın eyleminin karşılığı olduğunu göstermek değil infaz edilebilecek cezanın tür ve miktarını belirlemektir. Bu nedenle CMUK’nun 326/son maddesi uyarınca infaz edilebilecek ceza süresine göre değil TCK’nun 51/3. maddesi uyarınca mahkum olunan asıl ceza süresine göre ertelemede denetim süresi belirlenmelidir.
Öte yandan, her ne kadar yerel mahkemece, daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş ve fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış olan sanığın 8 ay 20 gün süreli hapis cezasının, TCK’nun 50. maddesinin üçüncü fıkrasının amir hükmü gereğince aynı maddenin birinci fıkrasında yazılı seçenek yaptırım veya tedbirlerden birine çevrilmesine karar verilmemiş bulunmakta ise de, sanığın eyleminin asıl cezası 8 ay 20 gün olmayıp, 1 yıl 5 ay 10 gün olduğundan, hükmolunması gereken ceza miktarı itibariyle anılan hükmün uygulanmasına kanunen imkan bulunmadığı cihetle, bu husus bozma nedeni yapılmamalıdır.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, yukarıda özetlenen içtihadında açıklandığı üzere, sadece infaz edilecek ceza süresi yönünden kazanılmış hak kabul edilirken, gerek tedbir süresi gerekse yanılgılı uygulama sonucunda zorunlu olarak adli para cezası veya diğer tedbirlere çevrilme sınırında kalan kısa süreli hapis cezasının, hükmedilmesi gereken ceza süresine göre adli para cezası ve diğer tedbirlere çevrilmesine yasal imkan bulunmadığı
gerekçesiyle bu husus bozma nedeni sayılmayarak somut olayımızda, Yargıtay Yüksek 4. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun görüşü ile çelişen görüşümüz ile aynı doğrultuda olduğu görülmektedir.
Gerek Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, gerekse Yargıtay Yüksek Dairelerinin örnek gösterilen içtihatlarında vurgulandığı üzere, hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak “onama” kararlarında söz konusudur. Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu, bu ana kuralın tek istisnası olarak TCK’nın 58 maddesinin koşullarının oluşmasına rağmen uygulanmaması ve aleyhe temyizinde olmaması durumunda, hukuka aykırılığa işaret etmek amacıyla anılan maddenin uygulanmamasının başka bozma nedenine rağmen eleştiri nedeni olarak gösterilebileceğini kabul etmiş, ana kuraldan ayrılmaya gerekçe olarak ta TCK’nın 58 maddesinin bir artırım maddesi olmaması nedeniyle 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi ile düzeltilmesinin mümkün olmaması gösterilmiştir. Uyuşmazlığa konu somut olayımızda olduğu gibi aleyhe temyiz olmaması nedeniyle başka bir bozma nedenine eklenmeyen eleştirinin doğuracağı sakıncaları şu şekilde sıralamak mümkündür.
1-)Önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılması sağlanarak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
2-)Bozma ile hüküm tamamen ortadan kaldırılmış olduğundan, bozmaya uyan mahkeme tarafından tamamen delillerin serbeste değerlendirilmesi sonucunda yeni hüküm kurulması konusunda, gerek uygulamada gerekse teoride hiç bir duraksamanın olmamasına karşın, bir taraftan bozma ile ilk hüküm tamamen ortadan kaldırılırken, delilleri serbeste değerlendirme yetkisini kazanan hakim, diğer taraftan eleştiri nedeni ile kısıtlanarak , ikinci kez bozma öncesi yaptığı hatayı yapmaya zorlanarak, çelişkili bir durumun ortaya çıkmasına neden olunacaktır. Yerleşik uygulamalarda ter üzere, temyiz edilmeksizin kesinleşen ve sanık lehine kazanılmış hak teşkil eden cezaların, kanun yararına bozma yoluyla, sanık aleyhine sonuç doğurmasının mümkün olmamasına karşın, aleyhe tesir etmemek üzere sırf yapılan yanlışlığın düzeltilmesi için olağan üstü yasa yolu olan kanun yararına bozma imkanı tanınırken, bozma öncesi hata yapan mahkemenin kararındaki hatanın bozma hükmüne dahil edilmeyerek eleştiri ile yetinilmesi durumunda, ikinci kez aynı hatayı yapmaya yüksek mahkeme kararı ile bir anlamda zorlanmasının bu husustaki kanuni düzenlemelere ve yerleşik uygulamalara aykırı olacağı gibi belli kurallara uymak suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı hedefleyen ve hukuk devletinin olmazsa olmazını teşkil ceza muhakemesi hukukunun ruhuna da aykırı olacağı açıktır.
Somut olayımızda ertelemeye engel hükümlülüğü bulunan sanık hakkındaki hükmün yasaya aykırı olarak ertelenmesinin diğer bozma nedenlerine ilave edilmesi durumunda; bozma sonrası yeniden kurulan hükümde ertelenmeyen hükümlülük adli sicil kaydına yansıyacak ve sadece kazanılmış hak nedeniyle cezanın infazında ertelemenin dikkate alınacak olmasına karşın, eleştiri ile yetinilmesi durumunda; sanığın adli sicil kaydına erteli hükümlülük yansıtılacak ve buna bağlı olarak sanığın çifte atıfet müessesesinden yararlanmasının önü açılacaktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, adli sicil kaydında ertelemeye engel hükümlülüğü bulunan sanık … Torpil hakkındaki mahkumiyet hükmünün yasaya aykırı bir şekilde ertelenmesinin diğer bozma nedenlerine ilave edilerek sonuç itibariyle 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesi suretiyle hukuka aykırılığı gidermesi gerekirken, diğer bozma nedenlerine rağmen eleştiri ile yetindiği için bozma sonrası yerel mahkemeyi aynı hatayı yapmaya mecbur bıraktığı gibi ayrıca hem Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, hemde farklı dairelerin yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarına aykırı olacak şekilde bir anlamda çifte atıfet müessesinin önünü açan Yargıtay Yüksek 4. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak edilmemiştir.