Yargıtay Kararı 4. Ceza Dairesi 2013/28039 E. 2015/39893 K. 14.12.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2013/28039
KARAR NO : 2015/39893
KARAR TARİHİ : 14.12.2015

Tebliğname No : 4 – 2011/357576
MAHKEMESİ : Karaburun (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 24/05/2011
NUMARASI : 2010/37 (E) ve 2011/67 (K)
SUÇ : Tehdit

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
1-Sanık Ş.. D.. hakkında tehdit suçuna ilişkin kararda öngörülen cezanın nitelik ve niceliğine göre, verildiği tarih itibariyle hükmün temyiz edilemez olduğu anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca sanık Ş.. D.. müdafiinin tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE,
2-Sanık H.. Ö.. hakkındaki hükme gelince;
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Tehdit suçu, TCK’nın “Kişilere karşı suçlar” başlıklı ikinci kısmının 7. bölümünde, “Hürriyete karşı suçlar” arasında düzenlenmiştir. Bu suçla kişinin hayat, vücut bütünlüğü, cinsel dokunulmazlığı başta olmak üzere mal varlığı ve diğer konularda huzur, sükun ve güven duygusu içinde yaşaması, bağımsız ve özgür iradesi ile karar alabilmesi, aldığı karar doğrultusunda hareket edebilme hürriyeti korunmak istenmiştir. Bu nedenle tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgu olarak kabul edilmektedir.
Tehdit eylemi, doğrudan kişinin hayatı, vücut bütünlüğü, cinsel dokunulmazlığı, malvarlığı ve diğer haklarına yönelen bir kötülük olması hasebiyle irade özgürlüğüne haksız saldırı niteliğindedir. Kanun koyucu, kişinin özgür iradesi ile tasarrufu kendisine ait olan, üçüncü kişilerin hukuka aykırı müdahalesine kapalı, normatif düzenlemelerle korunan temel değerlere yönelen haksız saldırıyı, mağdurun irade özgürlüğüne yönelen saldırı olarak kabul edip yaptırıma bağlamıştır. Suçla korunan hukuki yarar gözetildiğinde, mağdurun ruhsal durumu itibariyle tehdidin konusunu oluşturan saldırının içerdiği kötülüğün, tehlikenin ve zarar ihtimalinin anlam ve sonuçlarını idrak edebilecek durumda olması gerekir. Ruhsal ve fiziksel/zihinsel durumu itibariyle algılama yeteneği yeterince gelişmemiş, bu yeteneğini kaybetmiş ya da hiç oluşmamış kişilerin, tehdit yoluyla özgür iradelerinin etkilenmesi, baskı altına alınması mümkün olamaz. Şayet mağdur, tehdit fiili ile ortaya konulan eylemin kötülüğünü, tehlike halini veya zarar ihtimalini idrak edemeyecek durumda ise, iradesinin etkilenmesi söz konusu olmayacağından bu kişiye karşı tehdit suçu da oluşmayacaktır. Bunun yanında, tehdit, fiilin sonuçlarını idrak edebilecek durumda olmayan kişilere yönelmekle birlikte, anne, baba, kardeş, bakımını üstlenen kişi gibi yakınlarının iradesini etkileyebilecek sonuçlar doğuruyorsa, tehdit suçunun oluşacağı açıktır. Örneğin iki yaşında olan çocuğun, babasının yanında tehdit edilmesinde çocuk, fiilin sonuçlarını idrak etme yeteneğinden yoksun ise de, babasının ruh dinginliği bozulacak, iç huzuru, bilinç ve irade özgürlüğü ihlal edilecektir. TCK’nın 106/1. maddesinde, suçun, mutlaka mağdura yönelmesinin zorunlu olmadığı da açıkça ifade edilmiştir.
Tehdit fiilinin içerdiği kötülüğü, tehlikeyi veya zarar ihtimalini idrak edebilecek durumda olup olmadığı tam olarak bilinemeyen mağdurun, yargılama aşamasında suçtan zarar gören olarak temsil edilebilmesi için, yasal temsilcisinin duruşmaya çağrılması, yasal temsilcisinin olmaması halinde TMK’nın 426/2 maddesi gereğince temsil kayyımı atanmasının sağlanması, şikayet ve davaya katılma hakkını yasal temsilcinin kullanması, bunun yanı sıra hukuki haklarının korunması açısından ise CMK’nın 234/2, 239/2 maddesi gereğince vekil tayin edilmesi gerekmektedir. Katılma, şikayetten vazgeçme, hükmü temyiz etme gibi doğrudan kişiyi temsille ilgili hususlarda yasal temsilci ile vekilin iradelerinin çatışması halinde yasal temsilcinin iradesinin geçerli olacağı gözetilmelidir.
Yargılamaya konu somut olayda; Mağdur hakkında Manisa Ruh Sağlığı Hastalıkları Hastanesi tarafından 08.11.2010 tarihinde düzenlenen raporda paranoid bozukluk tanısı konulduğu, vesayet altına alınmasının uygun olduğunun bildirildiği, Karaburun Sulh Hukuk Mahkemesinin 2010/201 esas sayılı dosyasında vesayet altına alınması için yargılama yapıldığı, hüküm tarihi itibariyle davanın sonuçlanmadığı, sonuçlanmış ise dosyaya yansımadığı, vesayete ilişin raporun varlığını öğrenen mahkemenin CMK’nın 234/2 maddesi gereğince mağdura vekil atadığı, mağdurun dosyada bulunan dilekçelerine ve duruşmadaki anlatımlarına göre vesayet altına alınma girişiminin yerinde olduğu anlaşılmıştır.
Mağdur, yasal temsilcisi olmaksızın takip ettiği duruşmalarda önce sanıklardan şikayetçi olduğunu beyan etmiş, takip eden duruşmaların birinde sanık Ş.. D..den şikayetçi olmadığını söylemiş, daha sonra ise yine sanıklardan şikayetçi olmuştur. Her ne kadar sanıkların her ikisi hakkında da tehdit suçundan dava açılmış ise de, dosyadaki kanıtlara göre, sanıkların tehdit eylemlerinin farklı nedenlere dayandığı ve arada kısa da olsa zaman farkı bulunduğu, bu nedenle TCK’nın 106/2-c bendinde tanımlanan birlikte tehdit suçunun oluşmayacağı, sanık Ş.. D..’e yüklenen suçun, takibi şikayete bağlı TCK’nın 106/1 maddesinin ikinci cümlesinde tanımlanan sair tehdit suçu olduğu değerlendirilmiştir.
Açıklanan gerekçelere göre; Öncelikle mağdurun, ruhsal durumu itibariyle kendisine yönelen tehdit eylemlerinin içerdiği kötülüğü, tehlikeyi veya zarar ihtimalini sonuçlarıyla birlikte idrak edip edemediği, anlatımlarına itibar edilip edilemeyeceğine ilişkin Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinden rapor aldırılması, mağdurun tehdidi idrak edememesi durumunda, ifadelerden olay yerinde olduğu iddia edilen kardeşi A.. D.. duruşmaya çağrılarak dinlenmesi tehdit içeren sözleri duyup duymadığının sorulması, mağdur vesayet altına alınmış ise şikayet ve davaya katılma hakkının kullanımı açısından vasinin duruşmaya çağrılması, vasi atanmadığı takdirde ise TMK’nın 426/2 maddesi gereğince temsil kayyımı atanmasının sağlanması, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik incelemeyle hüküm kurulması,
Kanuna aykırı ve sanık H.. Ö.. müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle HÜKMÜN BOZULMASINA, bozma kararının, nedenlerine göre CMUK’nın 325. maddesi gereğince, hakkındaki hükmün kesin olması nedeniyle temyiz incelemesi yapılamayan sanık Ş.. D..’e de sirayet ettirilmesine, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 14/12/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.