Yargıtay Kararı 4. Ceza Dairesi 2012/18505 E. 2013/30297 K. 02.12.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 4. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2012/18505
KARAR NO : 2013/30297
KARAR TARİHİ : 02.12.2013

MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tehdit
HÜKÜM : Mahkumiyet

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Sanığa yükletilen tehdit eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı;
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu,
Anlaşılmış ve ileri sürülen başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmediği gibi hükmü etkileyecek oranda hukuka aykırılığa da rastlanmamıştır.
5275 sayılı Kanunun 108/2. maddesi uyarınca tekerrür nedeniyle mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanabilmesi için sonuç olarak hapis cezasına hükmedilmesinin zorunlu bulunması, ancak sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının, TCK’nın 50/1-f. maddesine göre seçenek yaptırıma çevrilmesi karşısında, tekerrür hükümlerinin uygulanamayacağının gözetilmemesi,
Kanuna aykırı, sanık …’nun temyiz iddiaları bu nedenle yerinde ise de, bu aykırılık, yeniden duruşma yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte bir yanılgı olduğundan, temyiz edilen kararın açıklanan noktası tebliğnameye uygun olarak, tekerrür hükümlerinin uygulanmasına ilişkin kısmın karardan çıkarılması biçiminde DÜZELTİLMEK ve başkaca yönleri Kanuna uygun bulunan hükümler, bu bağlamda ONANMAK suretiyle 5320 sayılı Kanunun 8/1. madde ve fıkrası aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi uyarınca davanın esasına, 18/11/2013 tarihinde Başkan …’in karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Sanığın, hayatına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle şikayetçiyi tehdit ettiği kabul edilerek TCK’nın 106. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi uyarınca altı ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, mükerrir olması nedeniyle cezasının TCK’nın 58/7. maddesi gereğince mükerrirlere özgü infaz rejimine göre infaz edilmesine ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verildiği, hükmün devam eden bölümünde de, sanığa verilen hapis cezasının, gerekçelerine yer verilmek suretiyle TCK’nın 50/1-f maddesi uyarınca altı ay süreyle “yardımcı hizmetler sınıfında çalıştırılması seçenek yaptırımına çevrilmesine” hükmedildiği anlaşılmaktadır.
Çözümü gereken hukuki sorun; temel ceza olarak tayin edilen hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesinin mümkün olup olmadığı ve bu yoldaki bir uygulamayı takiben hapsin seçenek tedbire dönüştürülmesi halinde, hapsin mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesi hususundaki ibarenin bu kez seçenek tedbiri de kapsayacak biçimde algılanıp algılanamayacağı hususuna ilişkindir.
TCK’nın 58. maddesinde düzenlenen tekerrür kurumunun uygulanması, ancak hapis cezaları bakımından söz konusu olacaktır. CGTİHK’nın 108. maddesinde, tekerrür hükümleri uygulandığında koşullu salıverilmenin hangi süre ve koşullarla yapılması gerektiği kurala bağlanmıştır. Oysa adli para cezalarının infazına ilişkin 106. maddedeki düzenlemede koşullu salıverilmeye yer verilmediği gibi, bu infaz rejimi diğer seçenek yaptırımların infazında da (tedbirlerde) uygulanamayacaktır. Bu bakımdan, tekerrür sadece hapis cezalarında uygulanabilecek bir hal ve kurumdur.
Nitekim somut olayda yerel mahkeme hapis cezası verdikten sonra bu cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar vermiş, ardından da bu cezayı seçenek tedbire çevirmiştir. Mahkemenin muradı ve uygulaması, seçenek tedbirin mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesi değildir. Seçenek tedbir yerine getirilmediği takdirde, kısmen veya tamamen çektirilmesi lazım gelen hapis cezasının infazının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre yapılmasının sağlanmasıdır.
Şayet mahkeme kararında böyle bir ibare bulunmazsa, kazanılmış hak gereği sonradan hapsin mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesi söz konusu olamayacağı için, bu ifadenin hükümde bulunması bir zorunluluktur. Bu nedenle, esasen seçenek tedbirin infazının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre yapılmasını hedeflemeyen bu ifadenin kararda yer alması bozma nedeni olarak kabul edilmemelidir.
Hemen belirtmek gerekir ki, seçenek tedbir yerine getirilmediğinde, bu kez hapis cezasının çektirilmesi ve TCK’nın 50/6. maddesi uyarınca asıl cezanın hapis cezası olması söz konusu olacaktır. Hapsin bu suretle infazı sırasında şartla salıverilme hükümleri uygulanacağı için, hükümlünün şartla salıverilmeden yararlanacağı sürenin saptanması bakımından, cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesinin hükümde vurgulanması önemli ise de, hapis cezası diğer bir seçenek yaptırım olan adlî para cezasına dönüştürüldüğünde, hüküm fıkrasında hapsin mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirileceğinin belirtilmesi gerekmez; hatta belirtilmesi 1 Mart 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanunla yapılan değişiklikler karşısında açıkça Kanuna aykırılık oluşturur. Zira adlî para cezası ödenmediğinde CGTİHK’nın 106/3 ve 9. madde ve fıkraları gereğince bu ceza hapse dönüşecek, ancak infaz sırasında koşullu salıverilme hükümleri uygulanmayacaktır. Ayrıca hak yoksunlukları bakımından da asıl ceza adlî para cezası olacaktır.
Bu itibarla yerel mahkemenin uygulaması TCK ve CGTİHK sistematiğine uygun ve yerinde olup hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun hükmün bu noktadan bozulması ve düzeltilmesi yönündeki düşüncesine katılmıyorum.
Öte yandan, yerel mahkemenin TCK’nın 50/1-f maddesi uyarınca sanığın “kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına” karar vermekle yetinmesi gerekirken, ayrıca infazı kısıtlayacak biçimde “yardımcı hizmetler sınıfında çalıştırılmasına” karar vermesi hatalıdır. Zira 5275 sayılı Kanunun 105/1. maddesine göre kamuya yararlı bir işte çalıştırma; hükümlünün ücretsiz olarak bir kamu kurumunun veya kamu yararına hizmet veren bir özel kuruluşun belirli hizmetlerinde çalıştırılmasıdır.
Aynı maddenin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye göre, denetimli serbestlik ve yardım merkezleri, bölgelerinde bulunan bu tür kurumlarda hükümlüleri ne suretle çalıştırabileceklerine dair bilgi alacaklar ve hizmetler listesini oluşturacaklardır. Sonra da bu listeleri mahkemelere vereceklerdir. Mahkeme ise, bu listelerden uygun gördüğü hizmeti ve süresini hükümlüye önerecek ve bunu reddetme hakkına sahip olduğunu hatırlatacaktır. Fıkrada geçen “hükümlü” ibaresi, bu önerinin yargılama değil, cezanın kesinleşip sanığın hükümlü sıfatını taşımaya başladığı bir aşamada, diğer bir deyişle infaz sırasında yapılacağını göstermektedir. Nitekim yargılama yapılan yer ile cezanın infaz edileceği yer çoğu kez farklı olacağı ve listede yer alacak hizmet kol ve branşları her yerde bulunmayacağı için, listelerin infaz yerine göre düzenlenmesi, hizmet çeşidi ve süresinin yine infaz sırasında hükümlüye önerilmesi kuralı maslahata da uygundur. Fıkradaki “mahkeme” kavramı ise, hükmü veren mahkemeyi veya cezanın infaz edileceği yerdeki aynı dereceli mahkemeyi ifade etmektedir.
Somut olayda, yerel mahkeme sanığın, Devlet Memurları Kanununda devlet memurları için öngörülen on değişik memuriyet sınıfından biri olan “yardımcı hizmetler sınıfında” çalıştırılmasını hükme bağlamakla seçenek tedbirin bir kamu kurumunda çektirilmesine peşinen karar vermiş olmakta, böylelikle seçenek tedbirin kamu yararına hizmet veren bir özel kuruluşun belirli hizmetlerinde çalıştırılmak suretiyle yerine getirilmesini engellemektedir. Dolayısıyla esasen infaz sırasında saptanacak ve sanığın reddetme hakkına sahip olduğu hususların hükümde belirlenmiş olması nedeniyle, infazı yapacak makamları kısıtlayacak biçimde hüküm kurulması bozmayı ve hükmün bu yönden düzeltilmesini gerektirmektedir.