YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2022/7193
KARAR NO : 2022/8515
KARAR TARİHİ : 07.11.2022
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki asıl ve birleşen davalarda alacak (vekalet sözleşmesinden kaynaklanan) davalarının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, asıl ve birleşen davaların ayrı ayrı reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde asıl ve birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı asıl davasında; malik ve hissedarı olduğu Sultanbeyli ilçe hudutları dahilinde bulunan gayrimenkullerini satmak üzere davalıya ….Noterliği’nden 27.01.2015 günü vekaletname verdiğini, davalının bu vekaleti aldığını ve hesabına bir miktar para gönderdiğini ancak daha sonra hiçbir bilgi vermediğini, 04/02/2015 tarihinde davalıya ihtarname gönderildiğini ve yaptığı işlerin hesabının istendiğini ancak davalının 4 adet parseli satın almak üzere anlaştıklarını, o gün için sağlık raporu halledilemediğinden tapuda işlem yapılamadığını, bu nedenle satış vekaleti aldığını iddia ederek yaptığı işlerin hesabını bugüne kadar vermediğini, davalının bu beyanının gerçek dışı olup vekalet için aynı gün rapor alınıp işlem yapılabildiğine göre tapu için de aynı şekilde rapor alınıp işlem yapılabileceğini, davalının taşınmazları satarak bedeli aldığına dair yazılı belge verdiğini iddia ettiğini ancak böyle bir belgenin verilmediğini, netice itibariyle banka hesabından gönderilen para dışında başkaca hiçbir bedel almadığını ve davalının vekaleten yaptığı işlemlerden haberdar olmadığını beyan ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 10.000.00 TL’nin yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini, birleşen davasında ise; aynı nedenle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 8.000.000,00 TL’nin davalıdan faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı asıl davaya cevabında; davacının tüm taleplerinin zaman aşımına uğradığını, davacının vekaleten hareket ettiğini iddia etse de taraflar arasındaki asıl ilişkinin vekalet ilişkisi olmayıp alım satım ilişkisi olduğunu, davaya konu edilen ve davacıdan satın alınan taşınmazların, yüzlerce hissedarın bulunduğu çok büyük parsellerden oluştuğunu, hissedar sayısının fazla olması ve bir takım mülkiyet sorunlarından dolayı tapuda yapılan işlemlerin çoğu zaman aynı gün halledilemediğini ve davacının yaşı itibariyle günlük sağlık kurulu raporu gerektiğinden davacının, tapuya bizzat gelmek yerine taşınmazların bedelini alıp, vekalet vermeyi teklif ettiğini, kendisinin de davacının ilerlemiş yaşı ve verilen sağlık kurulu raporunun günlük olması ve işlemlerin bir günde bitmeyeceğini öngörerek teklifi kabul ettiğini ve taşınmazlara ilişkin bedeli davacının hesabının bulunduğu Türk Ekonomi Bankası Bostancı E5 Şubesinde bizzat davacıya elden teslim ederek akabinde vekaleti aldığını, daha sonra üçüncü bir alıcı bulduğundan taşınmazı kendi üzerine almadan davacı üzerinden üçüncü şahsa devrettiğini, taraflar arasındaki asıl ilişki satış olduğundan ve davacı taraf belirtilen amaçlarla vekalet verdiğinden maddi olgular yönüyle tanık dinletmek istediğini, tapuda görünüşteki işlem açısından vekil olsa da, asıl hukuki ilişkide vekil sıfatı bulunmadığını, bu yönüyle de davacıya karşı hesap verme, aldıklarını iade etme gibi bir yükümlülüğü bulunmadığını, davacının vekalet vermesindeki amacın vekil sıfatıyla hareket ederek taşınmazları davacının nam ve hesabına başkasına satışı olmadığını savunmuş, birleşen davada verdiği cevap dilekçesinde; asıl davadaki cevapları yanında, taraflar arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesinden kaynaklandığı varsayılsa dahi satış yapıldığı tarih itibariyle davacının hissedar bulunduğu parsellerin değerinin resmi senette belirtilenden çok daha düşük olduğunu, o tarihte taşınmazları hissedarlarından satın alan alıcının Bakanlar Kurulu’nun 06.10.2011 tarih ve 2011/2266 sayılı kararı ile İstanbul İli, Sultanbeyli İlçesinde yapılan iyileştirme, yenileme ve dönüşüm planı çerçevesinde yapılacak trampa işlemlerinden dolayı taşınmazların değerlerini yüksek göstermek istediğini, kendisinin de sakınca görmediğinden bu duruma razı olduğunu, davacının iddiasının aksine gerçek satım bedelinin davacı asile bizzat ödenmiş olup, resmi senette yazılan miktarın taşınmazların gerçek değerlerinden çok fazla olduğunu, bu yönüyle taşınmazların değeri açısından keşif yapılması talepleri de olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece genel mahkemenin görevli olduğuna ilişkin bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda; banka kaydı ve taraf beyanları itibariyle davalının davacıya 27.01.2015 tarihinde 3.353.000 TL ödeme yaptığının ihtilafsız olduğu, benimsenen rapor içeriğindeki olması gereken gerçek bedellerin toplamı ile davalı tarafından davacıya gönderilen bedelin yakın olduğu, satış bedelinin satışlardan evvel davacıya gönderilmiş olması hususları bir bütün olarak dikkate alınarak; taşınmazların satış bedelinin ödendiğine ilişkin banka kaydının davalı lehine yazılı delil başlangıcı olarak değerlendirildiği, bu kabul kapsamında davalı tanıklarının dinlenmesine karar verildiği, taşınmazların bulunduğu Sultanbeyli İlçesinin sosyal ve ekonomik yapısı, taşınmazların imar uygulaması görmeksizin satışının yapılması, dosyada mevcut benzer mahiyetteki satış senet örnekleri dikkate alındığında, bölgede taşınmaz satışına aracılık eden tanıkların, davaya konu olayın ne şekilde gerçekleştiğine yönelik beyanlarına mahkemece itibar edildiği, taşınmazların satışından evvel davacıya gönderilen satış bedelinin, taşınmazların gerçek satış bedelinin ödenmesi amacıyla gönderildiğnin sabit görüldüğü, bu kapsamda davalı vekilin, hesap verme yükümlülüğünü yerine getirdiği anlaşılmakla, davacının, davalıdan talep hakkının olmadığı gerekçeleriyle, asıl ve birleşen davaların ayrı ayrı reddine karar verilmiş, karar asıl ve birleşen dosya davacısı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Asıl ve birleşen dava, vekaletin kötüye kullanılmasından kaynaklanan alacak davasıdır. Davacının, ….Noterliği’nin 27/01/2015 tarih ve 01190 yevmiye numaralı düzenleme şeklinde vekaletnamesi ile maliki olduğu İstanbul İli Sultanbeyli İlçesi hudutlarında bulunan 1561, 1336, 1534 ve 1325 parsellerde kayıtlı taşınmazlardaki hak ve hisselerinin tamamını dilediği bedel ve koşullarda dilediği kişilere satma konusunda davalı vekili yetkilendirdiği, vekilin 28/01/2015 tarihinde davacıya ait 1561 parseldeki hisseyi 11.635.170,00 TL bedelle, 1325 parseldeki hisseyi 67.614,00 TL bedelle, 1336 parseldeki hisseyi 534.312,00 TL bedelle dava dışı … Konakları İnş. Ve Gayr. Yatırım Tic. A.Ş.’ye, 1534 parseldeki hisseyi ise 05/05/2015 tarihinde 24.000,00 TL bedelle, dava dışı …’a satıp devrettiği anlaşılmıştır.
Vekâlet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında, vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. Vekalet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu vekalet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup, işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde de devam etmektedir. TBK’nın 508. maddesi hükmü gereğince vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği her şeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya zorunludur.
6100 sayılı HMK m.189/3 maddesi “Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususla, başka delillerle ispat olunamaz.” hükmünü amirdir. Aynı Kanunun m. 200/1. maddesine göre senetle ispat kuralına göre bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrar ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin yapıldıkları zamanki miktar veya değeri kanunda öngörülen sınırı geçtiği takdirde senetle ispatlanması gerekir. 200/2. maddesinde de “senetle ispat gereken hallerde karşı tarafın açık muvafakati ile tanık dinlenebileceği” hususları düzenlenmektedir. 6100 sayılı HMK’nın 199.maddesinde belge kavramı ”Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film,görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.” şeklinde düzenlenmiştir. Yine, aynı kanunun 202.maddesinde ise delil başlangıcı kavramı ” (1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir. (2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olayda uyuşmazlık konusu hukuki işlemin değeri senetle ispat sınırının üzerindedir. Yukarıda da açıklandığı üzere; bir belgenin delil başlangıcı sayılması için, bu belgenin kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından gönderilmiş yahut verilmiş olması gerekmektedir. Mahkemece her ne kadar davalının taraflar arasındaki ilişkinin satış olduğu yönündeki iddiasıyla ilgili olarak, vekalet sözleşmesinin düzenlendiği gün davacıya bankada elden 3.353.000 TL ödeme yapılmış olması, yazılı delil başlangıcı kabul edilerek, davalının bildirdiği tanıklar dinlenmiş ve sonucuna göre hüküm kurulmuşsa da, davacıya vekaletnamenin düzenlendiği gün ödeme yapılmış olması HMK’nın 202.maddesinde yer alan koşulları taşımadığından delil başlangıcı olarak kabul edilemez ve bu hususta tanık dinlenemez. Taraflar arasında noterde düzenlenmiş vekaletname bulunmakla, davalının taşınmazları vekil sıfatıyla 3.kişilere devrettiği ve müvekkile hesap verme yükümlülüğü bulunduğu kabul edilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, mahkemece yanılgılı gerekçeyle taraflar arasındaki ilişkinin satış ilişkisi olduğunun kabul edilmesi ve bu şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
2-Bilindiği üzere, bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek durumu gizleyerek, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa; bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir. (HGK’nun, 09.02.2005 gün 2005/1-19 E, 2005/42 K; 16.6.2010 gün ve 2010/1-281 E, 2010/323 K.).
Muvazaada, daima, görünüşte var olan, ancak taraflarca gerçekte asla istenmeyen, salt üçüncü kişilere yanlış kanaat verip onları aldatmak amacıyla yapılmış bir hukuki işlem ile bu işlemin aralarında geçerli olmadığına ilişkin bir muvazaa anlaşması mevcuttur.
Bir sözleşmenin konusunda ve koşullarında muvazaa halinde, görünüşteki hukuki işlem tarafların gerçek iradelerine uygundur. Ancak, görünüşteki işlemin bazı şartları ve konusunun belli bir bölümü, aralarındaki gizli işlemden farklı düzenlenmiştir. Burada taraflar görünüşteki sözleşmenin bazı koşullarını değiştirirken sözleşmenin tamamı, yani, niteliği değil, bazı koşulları gizli sözleşmeye uymaz. Örneğin daha az miktarda vergi ödemek için, taşınmazın tapudaki satış değerinin düşük gösterilmesi, şufa hakkının kullanılmasını önlemek kullandığı takdirde fazla kazanç elde etmek maksadıyla görünüşteki (resmi) sözleşmede satış bedelinin fazla gösterilmesinde muvazaa vardır. Açıklandığı üzere taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde de anlaşmaktadırlar. Ancak burada bedel, gerçek bedelden az veya fazla gösterilmektedir. Yani görünüşteki sözleşmenin sadece bedeli değiştirilmektedir. Muvazaa, sözleşmesinin tamamında değil bir bölümündedir. Muvazaa sözleşmesinde şekil koşulu aranmaz.
Yazılı veya sözlü yazılabilir. Görünüşteki sözleşme şekle bağlı olsa dahi muvazaa sözleşmesinin yazılı veya resmi şekilde yapılması gerekmez. Görünüşteki sözleşmenin şekle bağlı olması halinde muvazaanın yazılı delil ile ispat edilmesi kuralı muvazaa sözleşmesinin yazılı olmasının geçerliliği için değil ispat edilebilmesi için aranan bir kuraldır. (YİBK 5.2.1947, 1945/20,1947/6). TBK’nın 19.maddesi uyarınca hiç kimse kendi muvazaasına dayanamaz.
Asıl ve birleşen dosyada davalı, vekaleten 3.kişiye satışı yapılan parsellerin bedelinin, alıcının talebi üzerine Bakanlar Kurulu’nun 06.10.2011 tarih ve 2011/2266 sayılı kararı ile İstanbul İli, Sultanbeyli İlçesinde yapılan iyileştirme, yenileme ve dönüşüm planı çerçevesinde yapılacak trampa işlemlerinden dolayı yüksek gösterildiğini, kendisinin de sakınca görmediğinden bu duruma razı olduğunu savunmuştur. Bu bağlamda; tapuda satış bedellerinin yüksek gösterilmesinde davalının kendisinin muvazaası söz konusudur ve kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten TMK’nın 2. maddesine de aykırıdır. (HGK. 27.01.2010 gün ve 2010/1-1 E., 2010/32 K.)
Davacı tarafça taşınmazların bedelinin tapuda belli olduğu, bu nedenle tekrar keşif yapılmasına ve rapor alınmasına gerek olmadığı, tapudaki bedellerin tahsilinin gerektiği beyan edilmesine rağmen mahkemece bilirkişi eşliğinde keşif yapılmış ve bilirkişi heyetinden alınan raporda belirlenen bedelin davacıya ödenen bedele yakın olduğu gerekçesiyle de davanın reddine karar verilmişse de, tapudaki işlemin tarafı davalı vekil ve parselleri satın alan dava dışı 3.kişiler olup, kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından, davacının talebi doğrultusunda, müvekkili lehine hareket etmekle yükümlü olan davalı vekilin tapuda gösterilen bedeli müvekkiline iade etmekle yükümlü olduğu gözetilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, aksi şekilde yanılgılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1. ve 2.bentte açıklanan nedenlerle asıl ve birleşen dosyada davacının temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün asıl ve birleşen dosyada davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/11/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.