YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/7759
KARAR NO : 2021/13278
KARAR TARİHİ : 20.12.2021
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK (TÜKETİCİ) MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki menfi tespit ve istirdat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı; annesi …’nin 02/10/2013 tarihinde vefat ettiğini, davalı bankanın kendisini arayarak müteveffanın iki ayrı kredi borcu olduğunu bildirdiğini, bankaların kredi verdikleri sırada hayat sigortası yaptıklarını bildiğinden durumu araştırdığında 2013 yılı Ağustos ayında kullanılan tüketici kredisi için sigorta poliçesinin bulunduğunu, ancak ölüme neden olan kalp rahatsızlığının sigorta poliçesi öncesinde de var olmasına rağmen doğru bilgi verilmemiş olması nedeniyle hayat sigortası bedelinin ödenmeyeceğinin belirtildiğini, 2011 yılında alınan konut kredisi yönünden ise bankanın iddiasına göre müşterinin talebi üzerine hayat sigortası yapılmadığının anlaşıldığını, ancak annesinin bu konuda bir talimatı olmadığını düşündüğünü ve davalı bankanın sigorta yapması gerektiğini, sigorta şirketince ödeme yapılmayan kredi yönünden de okuma yazma bilmeyen kişiye usulüne uygun bilgilendirmede bulunulmaması, hastalık hâli konusunda yeterli inceleme yapılmaması nedeniyle davalı bankanın kusurlu olduğunu, konut kredisinin ödenmemesi hâlinde icra yoluna başvurulacağının söylenmesi üzerine toplam 20.150 TL’yi ödemek zorunda kaldığını, sözleşme gereği sigorta yapmak ve hatta sözleşme müddetince yenilemek zorunda olan ve bu sorumlulukları yerine getirmeyen davalı bankanın kusurlu olduğunu ileri sürerek, söz konusu krediler nedeniyle davalı bankaya borçlu olmadığının tespitine ve tarafından haksız tahsil edilen 20.150 TL’nin davalıdan istirdadına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece; davalı bankanın hayat sigorta poliçesinin tarafı olmadığı gibi hayat sigorta poliçesi yapmak gibi bir sorumluluğunun da bulunmadığı, davacının ödediği kredi bedelini davalıdan istirdadını isteyemeyeceği, muris …’nin Garanti Emeklilik Hayat A.Ş. ile hayat sigortası düzenlediği, böylelikle poliçeden dolayı sorumluluğun davalıya ait olmadığı gerekçesiyle davanın pasif husumet şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 07/12/2015 tarihli ve 2015/29467 E., 2015/37078 K. sayılı kararıyla; ‘’…mahkeme kararının gerekçesi incelendiğinde; davalı tarafa husumet yöneltilemeyeceği, sözleşmede taraf olmadığı, davalının hayat sigortası yapmak sorumluluğu bulunmadığı gerekçeleri ile davanın hem esastan hemde usulden reddine karar verildiğinin anlaşıldığı, oysa ki açılmış bir davada usulden red sebebi mevcut ise, mahkemece esasa girilmeksizin usulden red kararı verilmesi gerektiği, bir başka anlatımla derdest bir davada aynı anda usulden ve esastan red gerekçesi oluşturularak red kararı verilmesinin olanaklı olmadığı, mahkemenin değinilen bu hususu gözardı ederek hem usulden hem esastan red gerekçesi oluşturmak suretiyle, red kararı vermesinin hatalı olduğu…’’ gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece; 07/06/2016 tarihli karar ile ilk karar gerekçeleri tekrar edilerek ve gerekçede sarf edilen cümlelerin husumet konusunu aydınlatmaya yönelik usulden redde ilişkin gerekçeler olduğu belirtilerek 20/02/2015 tarihli kararında direnilmesine karar verilmiştir.
Direnme kararının davacı vekilince temyizi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/04/2021 tarihli ve 2017/(13)3-657 E. 2021/491 K. sayılı kararı ile “…bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; her ne kadar mahkemece hüküm sonucu “dava dilekçesinin pasif husumet şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine” şeklinde tesis edilmiş ise de, sıfat yokluğunun dava şartı teşkil etmemesi ve bu yönde verilen bir kararın esasa ilişkin bir hüküm mahiyeti taşıması nedeniyle aslında davanın usulden değil esastan reddedildiğinin açık olduğu, dava sıfat yokluğundan reddedilmiş olduğuna göre mahkemenin kavram karmaşasına düşerek usulden ret yönünde hüküm kurmuş olmasının da bu durumu değiştirmeyeceği, bu hâlde, usulden reddedilmiş bir dava bulunmadığından Özel Daire kararında belirtilen şekilde usulden ret kararına rağmen esasa ilişkin gerekçe içermek suretiyle hukuka aykırılık taşıyan bir hükümden bahsedilemeyeceği, başka bir anlatımla; mahkemece sıfat yokluğu nedeniyle kurulan hükmün, esasa ilişkin bir ret nedenine dayalı olduğu gözetildiğinde kararda davanın “usulden reddine” denilmiş olması hatalı ise de, bu durum tek başına HMK’nın 297. maddesine aykırılık ve salt bu nedenden işin esası incelenmeksizin usul yönünden bozma nedeni teşkil etmeyeceği, hâl böyle olunca dava konusu edilen her iki sözleşme yönünden davalı bankaya yöneltilen davada, davalının taraf sıfatı bulunmadığına yönelik verilen direnme kararının da Özel Daire kararında açıklanan şekilde usule ilişkin hukuka aykırılık bulunmadığı, sonuç itibariyle direnme kararının değişik gerekçe ve nedenlerle Kurul çoğunluğunca uygun bulunduğu…’’ gerekçesiyle direnme kararı uygun bulunup davacı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Dairemize gönderilmiştir.
Dava, davacının murisinin vefatı üzerine, murisin bankadan kullandığı kredi taksit ödemelerinin, davalı bankaca hayat sigortasından temin edilmeyerek kendisinden tahsil edilmesi üzerine borçlu bulunmadığının tespitine ve icra tehdidi altında yaptığı toplam 20.150 TL’nin davalıdan tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, her ne kadar davalı bankanın hayat sigorta poliçesinin tarafı olmadığı gibi hayat sigorta poliçesi yapmak gibi bir sorumluluğunun da bulunmadığı, davacının ödediği kredi bedelini davalıdan istirdadını isteyemeyeceği, muris …’nin Garanti Emeklilik Hayat A.Ş. ile hayat sigortası düzenlediği, böylelikle poliçeden dolayı sorumluluğun davalıya ait olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davalı banka davacının murisine kullandırılan tüketici kredisinin tarafı olup, söz konusu hayat sigortasının da bu tüketici kredisine bağlı olarak düzenlendiği ve davalı bankanın da bu sigorta poliçesinin sigorta ettireni olduğu nazara alındığında, eldeki davada davalı bankaya husumet düşeceği kuşkusuzdur.
Somut olayda; dosya kapsamında yer alan bilgi ve belgeler incelendiğinde, davacının murisi …’nin davalı bankadan 15/07/2011 tarihli 30.000 TL’lik konut finansmanı sözleşmesi ile 28/08/2013 tarihli 15.000 TL meblağlı tüketici kredisi kullandığı, 28/08/2013 tarihli tüketici kredisine ilişkin olarak 28/08/2013 başlangıç ve 28/08/2014 bitiş tarihli 1 yıl süreli hayat sigortası poliçesi tanzim edildiği, murisin 02/10/2013 tarihinde vefat ettiği, davalı bankanın kredi borçlarının ödenmesi için sigorta şirketine yaptığı müracaatın “Şirketlerine intikal eden vefat evrakını tetkik ettiklerinde, gönderilen TÜİK Ölüm Belgesinde kalp yetmezliği tanısının iki yıl öncesinde konulduğunun görüldüğü, ancak iş bu hayat sigortası yapılması sırasında bu konuda kendisine sorulmuş olmasına rağmen sigortalı tarafından bu rahatsızlığı hakkında herhangi bir beyanda bulunulmadığının tespit edildiği’’ gerekçesiyle reddi üzerine, kredi borcunun kalan taksitlerinin murisin mirasçısı olan davacıdan tahsil edildiği anlaşılmaktadır.
Dava tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 1487/1. maddesi; “Hayat sigortası ile sigortacı, belli bir prim karşılığında, sigorta ettirene veya onun belirlediği kişiye, sigortalının ölümü veya hayatta kalması hâlinde, sigorta bedelini ödemeyi üstlenir.” düzenlemesini, 1493/7. maddesi ise; “Sigortacıdan edimi istem ve tahsil yetkisi, aksi kararlaştırılmadıkça, lehtara aittir.” düzenlemesini içermektedir.
Uyuşmazlıkta, sigorta poliçesinin davalı banka tarafından açılan krediye teminat olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Tüketici kredisi sözleşmesinde ve tüm sigorta poliçelerinin üzerinde kredi veren bankanın adına dain ve mürtehin kaydı bulunacağı yazılı olup sigorta şirketinin menfi yanıtına karşı, davalı banka lehtar olduğu sigorta poliçesindeki hakları talep ettiğinde, sigorta şirketinin ona karşı ileri sürebileceği bir defi ve itiraz hakkı bulunmamaktadır. Davacının murisi, bankadan kullandığı krediye teminat oluşturmak üzere bankanın talebiyle hayat sigortası yaptırmıştır. Esasen kredi veren bankanın talebi ile tüketici tarafından yaptırılan hayat sigortası, tüketicinin kendi isteğiyle yaptığı bir sigorta olmayıp, bankanın talebi üzerine kredi alacağına teminat oluşturmak üzere yapılan bir sigortadır. Sigorta poliçesinde, tüketici sigortalı, banka lehtar ve sigorta poliçesini düzenleyen sigorta şirketidir. Poliçenin dain ve mürtehini bankadır. Rizikonun gerçekleşmesi halinde, bankanın poliçe teminatı kapsamında kalan bakiye kredi alacağını, öncelikle sigorta şirketinden tahsil etmesi gerekir. Sigorta şirketi lehtar konumunda olduğundan, bankaya karşı tüketicinin sağlık sorunları olduğunu, örneğin, kalp hastası veya kanser hastalığını gizlediğini ileri süremez. Çünkü, sigorta poliçesini düzenleyen, sigorta şirketinin kendisi veya yetkili acentesidir. Bankanın elinde hayat sigortası poliçesi gibi kolayca alacağını tahsil etme imkanı varken, sigortacının ödeme talebini geri çevirdiği şeklindeki bir gerekçeyle, poliçe limiti kapsamında kalan alacağını mirasçılardan talep etmesi TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralına aykırılık oluşturur.
Bu nedenle tüketici işlemi niteliğindeki banka kredileri nedeniyle, hayat sigortası yapılmış olması durumunda, bankanın poliçe limitleri dahilinde kalan kredi alacağını öncelikle sigorta şirketinden tahsil etmesi zorunludur. Banka sadece poliçe limitinin yeterli olmadığı bakiye alacak için tüketicinin mirasçılarından talepte bulunabilir. Kredi kullanan tüketici adına yapılan hayat sigortası poliçesi mevcutken, bankanın tüketicinin ölümü nedeniyle, tüketicinin mirasçısından ödenmeyen bakiye kredi alacağını talep ve tahsil etmesi, sigorta hukukunun temel ilkelerine ve sigorta yapılmasının amacına aykırılık oluşturacağı gibi sigorta yapılmasına duyulan güven ve itimadı da zedeler. Bu nedenle banka alacağını öncelikle sigorta poliçesinden tahsil etmelidir. Medeni Kanun’un 2. maddesinde, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmü düzenlenmiştir. Buna göre, tüm hukuki yollar davalı banka tarafından tüketilmeden mirasçılardan kredi borcunun tahsil edilmesi dürüstlük kuralına uygun düşmemektedir.
Bu itibarla mahkemece; davada, davalı bankaya husumet düşeceği ve davacının eldeki istirdat ve kredi borcunun sigorta poliçesinden karşılanması talepli davayı açmakta hukuki yarar olduğu gözetilerek, hayat sigortası poliçesinin sigorta şirketi tarafından haklı nedenle feshedilip feshedilmediği konusunda bir değerlendirme yapılamayacağı nazara alınarak sonucuna uygun hüküm tesisi yoluna gidilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, 6100 sayılı HMK’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.