YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/9827
KARAR NO : 2021/2448
KARAR TARİHİ : 09.03.2021
MAHKEMESİ : … BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 5. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen itirazın iptali davasının kısmen kabulüne dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davalı tarafın istinaf başvurusunun reddine, davacı tarafın istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile davanın kısmen kabulüne dair yeniden esas hakkında verilen karar, davalı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 09/03/2021 tarihinde davacı vekili Av…. ile davalı … ve vekili Av…. geldiler. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı; ….Köyü 6 pafta 751 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan ve davalıya ait 50.000 kapasiteli kümesi 05/03/2014 tarihli sözleşme ile 200.000 TL’si peşin olmak üzere toplam 500.000 TL bedelle tarafına satıldığını; 200.000 TL’nin peşin olarak ödendiğini ancak kümesin 12/06/2015 tarihinde dava dışı 3. kişiye satıldığını, bu sebeple herhangi bir devir yapılamayacağından davalının parayı iade yükümü altında olduğunu, 200.000 TL anapara ve faizinin tahsili için başlattığı takibe davalının itiraz ettiğini ileri sürerek; takibe vaki itirazın iptali ile davalının kötü niyet tazminatına mahkum edilmesini talep etmiştir.
Davalı; borcun sebebi olarak gösterilen 05/03/2014 tarihli protokol ile taraflar arasında sonradan düzenlenen 20/01/2015 tarihli protokol ile mülga olduğunu, protokolden anlaşıldığı üzere davacının dava konusu kümese sonradan ortak olduğunu, protokol içeriğinde davacıya yapılan ödemelerin sıralandığı kayıtta 4 nolu ödemede belirtilen 38.202 TL tutarındaki ödemenin 20/01/2015 tarihinde Garanti Bankası Bolu Şubesi üzerinden yapıldığına dair dekontun iddialarını doğruladığını, kümesin birlikte işletilmesine yönelik olarak kurulmuş adi ortaklık olup davacının da ortaklıkla ilgili olarak alacak iddiası var ise tüm ortaklara yönetlmesi ya da ortaklığın tasfiyesini istemesi gerektiğini, kendisi ile dava dışı … arasında önceden bahse konu kümeslerin birlikte işletilmesine yönelik olarak kurulmuş bir adi ortaklığın mevcut olduğunu, bu hususun davacı tarafından bilindiğini, davacının uzun süre dava
açmamasının nedeninin ortaklığın zarar etmesi olduğunu, ortak sıfatı ile kar ve zarara ortak olması gerektiğini, toplamda 120.652 TL nakdi ödeme yapıldığını, ödeme yapılmasına rağmen 200.000 TL talep etmesinin kötüniyetli olduğunu savunarak; davanın reddi ile davacının kötü niyet tazminatına mahkum edilmesini istemiştir.
İlk derece mahkemesince; “…davacı tarafından davalıya ödenen meblağın adi ortaklığa ortak olmak için verildiği, bu çerçevede dosya kapsamında bulunan bila tarih tutanağın düzenlendiği, davacı tarafından ileri sürülmüştür. Söz konusu tutanak incelendiğinde … ve … tarafından işletilen tavuk kümesi için üçüncü ortak olarak giren …’ten para alındığının anlaşıldığı, ancak tutanağın diğer ortak …. tarafından imzalanmaması nedeniyle davacının adi ortaklığa ortak sıfatı ile katıldığının kabulüne yukarıda belirtilen yasal hükümler çerçevesinde imkan bulunmamaktadır. Bu nedenle davacı tarafından verilen paranın adi ortaklık payının tasfiyesi çerçevesinde değerlendirilerek işleme alınması da söz konusu olmayacaktır. Dosya kapsamında bulunan bilirkişi raporu doğrultusunda, itirazın iptaline takibin 73.253 TL asıl alacak üzerinden devamına, hüküm altına alınan asıl alacak miktarı 73.253 TL’nin %20’sine karşılık gelen 14.650,60 TL ‘nin davalıdan tahsil edilerek davacıya ödenmesine” karar verilmiş; karara karşı, taraflarca istinaf yoluna müracaat edilmiştir.
Bölge adliye mahkemesince; davalı tarafından yapılan 126.747 TL ödemenin dava konusu peşinat ödemesine mahsuben gönderilen bir para olduğuna dair ispat yükünün davalıda olduğu, davalının iddiasını yasal delillerle ispat edemediği dikkate alınarak davanın 200.000 TL asıl alacak yönünden kabulüne karar verilmesi gerekirken ilk derece mahkemesince yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle; ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davalının istinaf başvurusunun esastan reddine, davacının istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile takibe vaki itirazın iptaline; takibin 200.000 TL asıl alacak üzerinden devamına, fazlaya ilişkin alacak ve faiz talebinin reddine, 40.000 TL icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davalı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Bir davada ileri sürülen maddi olguları kanıtlamak taraflara, bu maddi olgulara dayalı olarak uyuşmazlığı nitelemek ve uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve uygulamak hakime ait bir görevdir ( HMK md.33).
Eldeki davada çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen “gayrimenkul satış sözleşmesi” ve “tutanak” başlıklı sözleşmelerin niteliği ile bu sözleşmeler arasında maddi ve hukuki bir bağlantı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Somut olayda; davacı, 05/03/2014 tarihli gayrimenkul satış sözleşmesine dayanmış ve sözleşmeye konu taşınmazın devrinin gerçekleşmediğini belirterek ödediği bedelin iadesini talep etmiş, davalı ise bila tarihli tutanak başlıklı belgeyi ibraz ederek, taraflar arasında bir adi ortaklık ilişkisi bulunduğunu, davacının verdiği bedelin taşınmaz devrinin gerçekleştirilememesi nedeniyle ortaklık sermaye payı olarak değerlendirildiğini; daha sonra bu bedele mahsuben bir kısım ödemeler yapıldığını savunarak, bu ödemelerin eldeki davada dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.
Bir sözleşmenin niteliğini, yazılışı ve taşıdığı hükümler tayin eder. Yorum, bir irade beyanının manasının tespitidir. Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır. (TBK mad. 19/1)
Bu açıklamalar ışığında, adi ortaklığın hukuki niteliğinin incelenmesinde ve taraflar arasında adi ortaklık kurulup kurulmadığının tespitinde fayda bulunmaktadır.
Türk Borçlar Kanunu’nun 620 nci maddesinde; “Adi Ortaklık Sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir” denilerek sözleşme unsuru açıkça belirtilmiştir.
Ortaklar, ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere bir sözleşme etrafında birleşirler. Sözleşmenin kurulması için tarafların karşılıklı ve birbirlerine uygun irade beyanlarını açıklamaları gerekir. Adi ortaklık, ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere kurulur. Ortak amaçtan bahsedebilmek için, sözleşme ile ulaşılmak istenen hedefin bütün ortaklar için müşterek olması gerekir.
Diğer bir anlatımla, adi ortaklık; birbirini tanıyan, birbirlerinin kabiliyet ve şahsiyetlerine güvenen, eşit ve aynı durumda olan gerçek veya tüzel kişilerin, müşterek amacın gerçekleştirilmesini sağlayacak vasıtaları (sermaye paylarını) ortaklığa getirme konusunda karşılıklı ve uygun irade beyanlarının birbirine ulaşmasıyla teşkil eden bir kişi topluluğudur.
TBK’nın 620 nci maddesinde; “ortak bir amaca erişmek üzere” ifadesiyle açıkça belirtilen ortak amaç unsuru, sözleşmenin temel unsurudur. Ortakların, ortak bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmeleri de yeterli değildir. Bu nedenle, ortakların ayrıca bu amacı gerçekleştirmek üzere çalışmalara katılmayı ve bu amaçla işbirliği yaparak birlikte çaba göstermeyi de taahhüt etmeleri ve bu hususta üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Yani ortaklar, ortak amacın gerçekleşmesi için eşit durumda gayret ve özen gösterme yükümlülüğü altındadırlar.
Buna göre adi ortaklığın unsurları; kişi, müşterek amaç, müşterek amaç uğruna birlikte çaba, katılım payı (sermaye) ve sözleşme bağı şeklinde belirtilebilir. Bu nedenle, her olayda bu unsurların var olup olmadığının araştırılması gerekir.
Yine aynı Kanun’un 632 nci maddesi uyarınca, ortaklığa yeni bir ortak alınması bütün ortakların rızasına bağlı olup, ortaklardan biri tek taraflı olarak bir üçüncü kişiyi ortaklıktaki payına ortak eder veya bir üçüncü kişiye payını devrederse bu üçüncü kişi ortak sıfatını kazanamaz.
Yapılan açıklamalar ve TBK’nın 19 uncu maddesinin birinci fıkrası ışığında taraflar arasındaki sözleşmeler yorumlandığında; 05.03.2014 tarihli sözleşmenin harici gayrimenkul satış sözleşmesi olduğu, sözleşmeye konu bedelin davacı tarafından ödendiği ve taraflar arasında da bu hususta bir ihtilafın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak davalı tarafından dosyaya sunulan bila tarihli tutanağın incelenmesinde “Mudurnu Munduşlar köyünde bulunan … ve Tuncer Tuğ tarafından işletilen tavuk kümesi için üçüncü ortak olarak giren Gülsün Evrendilek’den alınan paraya karşılık olarak … tarafından ödenen meblağ aşağıdaki gibidir.” ifadesinin yazdığı, devamında bir kısım ödemelerin yapıldığı, sözleşmenin taraflarca imzalandığı ancak diğer ortak olarak ismi zikredilen Tuncer Tuğ’un imzasının olmadığı görülmektedir.
Buna göre, adi ortaklığa yeni bir ortak alınması bütün ortakların rızasına bağlı olduğundan eş söyleyişle ortaklardan birinin tek taraflı olarak bir üçüncü kişiyi ortaklığa dahil etmesi, ortaklıktaki payına ortak etmesi veya payını devretmesi üçüncü kişiye ortaklık sıfatını kazandırmadığından davacının da bu kapsamda adi ortak olmadığı; yine sözleşmenin, müşterek amaç ve müşterek amaç için birlikte çaba unsurunu içermemesi nedeniyle tarafların gerçek amaçlarının adi ortaklık olarak tavuk kümesi işletme olmayıp, davacıdan alınan paraya karşılık olarak davalı tarafından yapılan ve yapılacak bir kısım ödemelere ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Diğer taraftan, her ne kadar bölge adliye mahkemesi tarafından taraflar arasındaki ilişki ikrar ve vasıflı ikrar bağlamında değerlendirilerek davalının savunmasını ispat edemediği gerekçesiyle, davacı tarafın istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmiş ise de; bilindiği üzere ikrar, taraflardan birinin kendi aleyhinde hukuki sonuç doğurabilecek nitelikte bir maddi vakıanın doğruluğunu bildirmesidir. İkrardan söz edilebilmesi için, lehine ikrar yapılacak olan tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması diğer tarafın da, aleyhinde hukuki sonuç doğurabilecek bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. Eldeki davada davalı, davacı iddiasına karşılık olarak imzası davacı tarafından da inkar edilmeyen tutanak başlıklı belgeyi ibraz etmiş ve bu belgede yer alan (elden ödendi, kredi taksitleri ödenecek) ödemelere ilişkin bir kısım dekontları dosyaya ibraz etmiş olduğundan, artık davalının iddiasını yasal delillerle ispat edemediği yönündeki değerlendirme doğru görülmemiştir.
Bu durumda bölge adliye mahkemesince; taraflarca dosyaya sunulan her iki sözleşmenin birlikte değerlendirilmesi suretiyle, bilirkişi raporu ile tespit edilen ve davalı tarafından yapılan ödemeler davacı alacağından mahsup edildikten sonra davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının HMK’nın 371 inci maddesi uyarınca davalı yararına BOZULMASINA, 3.050 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, HMK’nın 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca yeniden esas hakkında karar verilmek üzere dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 09/03/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.