Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2019/4162 E. 2020/1361 K. 17.02.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2019/4162
KARAR NO : 2020/1361
KARAR TARİHİ : 17.02.2020

MAHKEMESİ : … 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasında davanın reddine dair verilen hüküm hakkında, bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelenmesi sonucunda; davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik verilen kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra; dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; yaptığı birikimlerle araç satın almaya karar verdiğini, internet sitesi üzerinden satış ilanı verilen … marka 2013 model … plaka sayılı aracı beğendiğini, sitede sahibi olarak görünen … isimli kişi ile irtibata geçtiğini ve aracın alım satımı hususunda anlaştıklarını; ruhsat sahibinin, babası … olduğundan bahisle, babasının akraba ziyareti amacıyla …’da bulunduğunu, bu sebeple satış işleminin bahse konu ilçede yapılacağını söylediğini; bunun üzerine, hem vekili hem de eşi olan … ile eşinin arkadaşı …’ın satış işlemlerini tamamlamak için …’a giderek, ruhsat sahibi olarak görünen … isimli kişi ile buluştuklarını, davalı noter tarafından araç satış işleminin gerçekleştirildiğini, araç satış bedeli olarak 34.000,00 TL karşılığı 10.000 Eoru’nun satıcı görünen kişilere ödendiğini, ardından araç teslim alınarak Kayseri’ye dönüldüğünü; satışa konu aracın yedek anahtarını almak istediğinde, ruhsat sahibi olarak görünen …’in telefonlarına cevap vermediğini, ruhsatta belirtilen adrese gidildiğinde , … plaka sayılı gerçek araç maliki …’e ulaştığını, isminin … olduğunu ancak, aracını satmadığını, aracının kendisinde olduğunu, satıştan bilgisinin bulunmadığını söylediğini; emniyete müracaat edildiğinde,
Çanakkale ilinden kiralanan … plaka sayılı aracın , sahte plaka düzenlenerek … plaka sayılı araçmış gibi kendisine satıldığını öğrendiğini, bu hususta savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, emniyette yapılan inceleme sonucunda, ruhsatta yazan şase numarası ile aracın şase numarasının birbirinden farklı olduğunun ve davalı notere sunulan … ismine düzenlenmiş nüfus cüzdanının da sahte olduğunun anlaşıldığını; sahte nüfus cüzdanı ile işlem yapan davalı noterin tam kusurlu olduğunu, gerekli dikkat ve özeni göstermediğini, noterlerin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğunu, maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 34.000,00 TL araç satış bedelinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı; mahkemenin görevsiz ve yetkisiz olduğunu, davanın zamanaşımına uğradığını, kendisine husumet yöneltilemeyeceğini; noterin satış işlemi yaparken, satışa konu olan aracı görme imkanının bulunmadığını, satıcının ibraz ettiği nüfus cüzdanındaki bilgilerin, bilgisayar sistemi üzerinden nüfus kayıtları ile karşılaştırıldığını, ibraz edilen nüfus cüzdanının sahte olduğunun çıplak gözle fark edilemediğini, mor ışıkta yapılan güvenlik kontrolünde de şüpheli bir durumun olmadığının görüldüğünü, satış işleminde kullanılan sahte kimlikle aynı zamanda bir başka noter tarafından vekaletname düzenlendiğini, yine Trafik Tescil Dairesinden trafik tescil belgesi alındığını; bu sebeple, sahte kimliğin iğfal kabiliyetinin bulunduğunu, noter veya çalışanından sahte belge üzerinde grafolojik inceleme yapmasının beklenemeyeceğini; kimlik paylaşım sisteminde nüfus kayıt bilgilerinin görülebildiğini, nüfus cüzdanı sahibinin fotoğrafı ve nüfus cüzdanını tanzim eden memurların isimlerinin görülemediğini, motor ve şasi numaralarını kontrol etmeyen, alıcı vekili olarak işleme katılan …’ın zararın oluşmasına bizzat katkıda bulunduğunu, ağır ve tam kusurlu olduğunu, üçüncü kişinin ağır kusuru ile illliyet bağının kesildiğini savunarak; davanın reddini istemiştir.
İlk derece mahkemesince; satıcı tarafından notere sunulan fotoğraflı belge ile satıcının aynı kişi olduğu, nüfus müdürlüğüne bağlı online sistemden belge sahibinin fotoğrafının noter ekranına düşmediği, sahte belge ile sistemde bulunan bilgilerin birebir örtüştüğü dikkate alındığında, satıcı tarafından kullanılan belgenin iğfal kabiliyetine haiz olduğu, noter tarafından üzerine düşen tüm sorumlulukların eksiksiz yerine getirildiği, davalı notere atfedilebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı gerekçesiyle; davanın reddine karar verilmiştir. Hükmü davacı taraf istinaf etmiştir.
Bölge adliye mahkemesince; fotokopi belge üzerinde iğfal kabiliyeti yönünden bilirkişi incelemesi yapılamayacağı, aldatma (iğfal) yeteneği bulunan belgelerin kullanılmasının üçüncü kişinin ağır kusuru olarak nitelendirilmesi ve noterin sorumluluğu bakımından illiyet bağını kestiğinin kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiş; hüküm, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava; Noterlik Kanunu’nun 162.maddesine dayalı noterin kusursuz sorumluluğuna ilişkin tazminat davasıdır.
Noterlik Kanunu’nun 1. maddesinde; noterliğin bir kamu hizmeti olduğu ve noterin, hukukî güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirdiği belirtilmiştir. Görevi belge ve işlemlere resmîyet kazandırmak olan noterlerin, yaptıkları işlemler dolayısıyla meydana gelecek zararlardan ötürü sorumlu tutulması bir zorunluluktur.
Noterler, devlet adına bir takım kamusal yetkileri de kullanmak suretiyle; belgeleri ve beyanları resmîleştiren ve aksinin kanıtlanmasını güçleştiren hatta neredeyse imkânsız hâle getiren, hukukî sonuçlar doğuracak belgelerin düzenlenmesi yetkisiyle donatılmıştır.
Noterlik Kanunu’nun 82. ve İcra İflas Kanunu’nun 38. maddeleri gereğince; noterlerin düzenlemiş oldukları belgelere ispat gücü ve icra edilebilirlik açısından, özel ve ayrıcalıklı bir konum verilmiştir. Bu kadar önemli bir işin yapılmasıyla yetkili kılınan noterlerin sorumluluklarının da düzenlemeye paralel olması gerekir. Noterlerin uzmanlığına inanan ve güvenen iş sahipleri, yapılan iş ve işlemlerin tam ve sağlıklı olduğu konusunda kuşku duymamalıdırlar. Bir işin yapılmamasından veya hatalı yahut eksik yapılmasından dolayı zarar doğmuşsa noterin bundan sorumlu olması doğaldır.
Noterlerin yaptıkları hizmet dolayısıyla sorumlulukları, hâlen yürürlükte bulunan 1512 sayılı Noterlik Kanunu’nun 162. maddesinde hüküm altına alınmış olup; stajyer, katip ve katip adayları tarafından yapılmış olsa bile noterlerin, bir işin yapılmamasından veya hatalı yahut eksik yapılmasından dolayı zarar görmüş olanlara karşı sorumlu oldukları, noterin, ödediği miktar için, işin yapılmaması, hatalı yahut eksik yapılmasına sebep olan stajyer veya noterlik personeline rücu edebileceği hükme bağlanmıştır.
Noterlik Kanunu’nun 162. maddesinde kusurdan söz edilmemiştir. Bu sebeple, noterlerin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır.Tüm kusursuz sorumluluk hallerinde olduğu gibi zarar gören davacı, davalı noterin kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Zarar gören davacı, yalnızca, zararla eylem arasındaki uygun illiyet bağını kanıtlamak zorundadır. İlliyet bağının kesildiği durumlarda kusursuz sorumlu olan kişi sorumlu tutulmayacaktır. Mücbir sebep, zarar görenin tam kusuru ve üçüncü kişinin ağır kusuru ile illiyet bağı kesilir ve kusursuz sorumlu olan kişi sorumluluktan kurtulur. Buna göre, noter, gerekli özeni gösterdiğini iddia ederek sorumluluktan kurtulamayacaktır. Ancak, gerekli özeni göstermiş olsa bile, zararın doğmasına engel olamayacağını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir. Bu husus nedensellik bağının kesilmesidir. Bunun ispatı da davalı notere aittir.
Yargıtay uygulamasında da; noterlerin hukukî sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu genel bir ilke ve prensip olarak benimsenmiştir. Noterin hukukî sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için ortada; noterin veya noter çalışanının bir eyleminin bulunması ve bu eylemden dolayı bir zararın doğması, bu zararla birlikte eylem ile zarar arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Bu şartlardan birisinin gerçekleşmemesi hâlinde noterin hukukî sorumluluğunun doğmayacağı kabul edilmektedir. Noterin bir kamu hizmeti ifa ettiği de dikkate alınarak sorumluluğun belirlenmesinde normal bir insanın göstereceği özenli davranış değil, aynı işi üstlenen noterlik mesleğinde çalışan bir kişinin göstermesi gereken objektif davranış esas alınacaktır. Buradaki tazminat yükümlülüğü; sorumlu kişinin somut olaydaki bireysel davranışından ziyade, daha çok onun toplum ve ekonomi içindeki durumu ile kanunun ona yüklediği ihtimam ve özen görevine bağlanmaktadır.
Noterlerin yaptığı işlemler bakımından söz konusu işlemin gereği gibi yani, özen yükümlülüğüne uygun şekilde yerine getirmiş olsaydı, zarar oluşmayacaktı denilebiliyorsa noter sorumlu olacaktır. Zira; noter işlemi yaparken gözle görülebilecek bir sahteliğe rağmen işlemi devam ettirmişse ve bu işlemden bir zarar doğmuşsa noter doğal olarak sorumlu olacaktır.
Noterin, ilgililerin hukukî menfaatlerini korumak için araştırma ve aydınlatma görevi vardır. Noterlik Kanunu’nun 72. maddesine göre noter, iş yaptıracak kimselerin kimlik, adres ve yeteneğini ve gerçek isteklerinin tamamını öğrenmekle yükümlüdür. Noterin veya çalışanının her zaman belgenin sahte olup olmadığını anlaması ve tetkik etmesi yani grafolojik bir inceleme yapması beklenemez. Ancak; belgenin veya kimliğin ilk bakışta sahte olup olmadığı veya kimlikte şekli anlamda var olması gereken bir bilginin olmaması yahut olmaması gereken bir ibarenin bulunması noter veya çalışan tarafından dikkat edilmesi gereken hususlardandır. Bu gibi hâllerde noterin veya çalışanının gerekli özeni göstermesi beklenir. Aksine davranış özen yükümlülüğünün ihlâlidir.
Belgenin sahteliği hususundaki en önemli kıstas belgenin veya kimliğin aldatma yeteneğine (iğfal) sahip olup olmamasıdır. Zarar doğuran işlem veya eylemde aldatma (iğfal) kabiliyetine sahip bir kimlik veya belgesinin kullanılması hâlinde noterin sorumluluğunun doğmayacağının kabul edilmesi gerekir. Ancak, detaylı bir incelemeyle ortaya çıkacak sahteliğin fark edilmesi noter veya çalışanından beklenemeyecek bir durumdur. Nüfus cüzdanındaki seri ve T.C kimlik numarasının bulunmaması, numaranın on bir haneli olmaması, eksik veya fazla olması, doğum yerinin ilçe veya merkez ilçe olarak yazılmaması, soğuk damganın veya motorlu araç tescil belgesinde mühür bulunmaması, tescil belgesindeki bilgilerin kullanılan kimlik ile veya motor sicil numarası veya şasi numarasının birbirine uymaması gibi hâller “somut sorumluluk nedenleri” olup, noterlerin ve çalışanlarının yapmış oldukları işlemlerde, sorumluluk sebepleri, her somut olayın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Somut olayda; dava dışı üçüncü kişinin kimlik bilgileri kullanılarak sahte kimlik düzenlendiği, bahse konu sahte kimlik esas alınarak, … Noterliği tarafından 24/08/2015 tarihinde davaya konu araç satışının gerçekleştirildiği, gerçek araç maliki tarafından açılan dava ile satış işleminin geçersizliğinin kabulüne karar verildiği, noter işlemi sırasında kullanılan sahte nüfus cüzdan suretinin aslı temin edilemediğinden, sahte nüfus cüzdanının iğfal kabiliyetinin bulunup bulunmadığı yönünde bilirkişi incelemesi yapılamadığı anlaşılmaktadır. Davalı noterin sorumluluğu, Noterlik Kanunu’nun 162. maddesine dayalı kusursuz sorumluluk olup, oluşan zarar ile davalı noter işlemi arasında uygun illiyet bağının kurulduğunun kabulü gerekir. Davalı noterin kusursuz sorumluluğunu ortadan kaldıracak şekilde nedensellik bağının kesildiğini ispat külfeti ise, davalı notere düşmektedir.
Öte yandan; Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; “Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.”
Hal böyle olunca, İlk derece mahkemesince; aslı temin edilemeyen, bu nedenle iğfal kabiliyetinin bulunup bulunmadığı tespit edilemeyen sahte nüfus cüzdanına istinaden, söz konusu araç satış işleminin yapıldığı, davalı noterin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, illiyet bağının kesildiğinin davalı noter tarafından ispat edilemediği dikkate alınarak, zarar doğuran eylem nedeniyle davacının bölüşük ( müterafik ) kusurunun bulunup bulunmadığı da araştırılarak, davacının maddi zararının belirlenmesi suretiyle davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile davanın tümden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, HMK’nın 373/1 maddesi uyarınca, iş bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, 6100 sayılı HMK’nın 373/1 maddesi uyarınca temyiz olunan Bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanunun 371. maddesi uyarınca, İlk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın İlk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge adliye mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 17.02.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.