Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2017/6543 E. 2019/3083 K. 08.04.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2017/6543
KARAR NO : 2019/3083
KARAR TARİHİ : 08.04.2019

MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı, dava dilekçesinde özetle; üzerine kayıtlı Alışveriş Merkezinde yer alan 118 m2 büyüklüğündeki 48 no’lu mağazanın, 18.02.2013 tarihinde Sabit Kiralı Kira Sözleşmesi ile 5 yıl süreli olarak …’a kiralandığını, kira sözleşmesine davalı …’ın garantör olarak imza attığını, kira sözleşmesinin 12. maddesi çerçevesinde kira bedelini her ayın ilk beş iş günü içerisinde nakden ve peşin olarak ödeneceğinin kararlaştırıldığını,bu nedenle davacı tarafından davalı adına dökümü dava dilekçesinde belirtilen faturalar düzenlendiğini ve davalıya tebliğ edildiğini,davalının fatura bedellerini ödemediğini, bu nedenle icra takibi başlattıklarını, davalının borca haksız yere itiraz ettiğini, yapılan itirazın iptalini, takibin devamı ile davalı taraf aleyhine % 20 oranında icra inkar tazminatı hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, cevap dilekçesi ile; davaya konu kira sözleşmesinde garantör olarak yer aldığını, dava dışı takip boçlusu Sezgin Aydın’ın kira bedelleri ile ortak ve genel gider kapsamındaki bedelleri ödememesi nedeniyle 51.906,20TL ifa yükümlülüğünün bulunduğu iddiasıyla hem kiracı adına hem de adına icra takibi başlattıklarını, takibe konu borca ilişkin sorumluluğunun bulunmadığını, sözleşmede müşterek müteselsil borçlu ve kefil sıfatının bulunmadığını ve takibe konu borcun sorumluluğu dışında kaldığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, somut olayda uyuşmazlık konusu sözleşmenin niteliğinin kefalet sözleşmesi olduğu, Borçlar Kanununun 583. maddesinde kefalet şekline ilişkin hükümlerin yer aldığını, mevcut kefalet sözleşmesinin bu şartları taşımaması nedeniyle adi kefalet hükmünde olduğu, Borçlar Kanununun 585. maddesi hükmüne göre de adi kefalette alacaklının, borçlu aleyhine yapılan takibin sonucunda kesin aciz belgesi almadan kefili takip edemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nun 04.07.2001 gün ve E:2001/19-534, K:2001/583 sayılı kararında da belirtildiği üzere, kişisel (şahsi) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir. Her iki sözleşme de temel amaçları itibari ile aynı hedefe yönelmekle birlikte, gerek doktrinde, gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü niteliğindeki 11.06.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’ndaki belirlemelere göre, aralarında ana farklar bulunmaktadır:
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 583. maddesi hükmü uyarınca, kefalet sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekle tabi olup sözleşmede kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktarın gösterilmesi gerektiği halde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 128. maddesindeki “üçüncü kişinin fiilini üstlenme” başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesinin geçerliliği herhangi bir şekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlanmış olması da öngörülmemiştir. Öte yandan, kefalette 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 591. maddesi hükmü uyarınca kefil, borçluya ait defileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahipken, garanti sözleşmesinde teminat veren kişiye bu hak tanınmış değildir. Bunların dışında kefilin kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 596. maddesi hükmü uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü rücu hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmamıştır. Nihayet, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 598. maddesi gereğince kefalette, kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, garanti sözleşmesi, bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşula tabi tutulmamıştır.
Yukarıda belirtilen farklılıklardan anlaşılacağı üzere, garanti veren yani üçüncü kişinin fiilini üstlenen kişinin sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan çok daha ağır koşullara tabi tutulmuştur. Bu nedenle sözleşmenin niteliğinin tespit ve yorumunda teminat veren kimsenin iradesi de bu yönden titizlikle değerlendirilmelidir. İşte bu nedenledir ki, doktrinde ve uygulamada her iki sözleşmenin birbirinden ayırt edilebilmesi için çeşitli kıstaslar belirlenmiştir.
Bu kıstaslardan ilk grubu yardımcı olarak belirlenen kıstaslardır ki, bunlar ana hatları itibariyle; sözleşmede kullanılan deyimler, üstlenilen rizikonun niteliği, borçlu yerine ifa veya tazminat ödeme yükümlülüğü, para borcunun tekeffülü veya bir fiilin tekeffülü gibi kıstaslardır. Bunlar, aşağıda belirtilecek ana kıstasların yanında kullanılması mümkün olan feri nitelikteki kıstaslardır. Yine doktrin ve anılan İçtihadı Birleştirme Kararında da belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince: Bunlardan ilki, asli-feri yükümlülük kriteridir. Buna göre, garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur; kefalette ise, asıl olan bir başka borcun (temel ilişkinin) olması ve verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de, bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması ferilik karinesini teşkil eder. Ana kıstaslardan ikincisi, yükümlülüğün kapsam ve niteliğidir. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmelidir. Ana kıstaslardan üçüncüsü menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı olmadığı halde, garanti sözleşmesinde ilke olarak, böyle bir teminat verenin yararı mevcuttur. Nihayet, ana kıstaslardan bir diğeri ise, kişiye yönelik teminat verme kıstası olup, buna göre teminatın bir

kişi gözönüne tutularak verilmesi kefalete işaret olacak, objektif olarak belli bir sonucun gerçekleşmesi amacına yönelik olarak verilmesi halinde ise garanti sözleşmesinin amaçlandığı kabul edilecektir (Bütün bu açıklamalar için bkz. Prof. Dr. S. Reisoğlu, Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet, Ank. 1992 sh. 78 vd., Prof. Dr. H. Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C. II 3. Bası, Ank. 1987, Sh. 818 vd., Prof. Dr. K. Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, İst. 1997 Cilt l, Sh. 980 vd., Dr. H. Becker, İsviçre Medeni Kanun Şerhi, Borçlar Kanunu, Genel Hükümler, Madde 111).
Uyuşmazlık çözümünde bu şekilde iki sözleşme türünün farkları ile kıstasları belirlendikten sonra, bu kriterler uygulanmak suretiyle dava konusu sözleşmenin niteliği saptanmalıdır.
Somut olayda davacı ile dava dışı …. arasında işyeri kirasına ilişkin sözleşme bulunmakta olup bu sözleşme davalı tarafından “garantör” sıfatıyla imzalanmıştır. Uyuşmazlık davalının hukuki durumunun kefil olarak mı garantör olarak mı değerlendirileceği noktasındadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hukuk yargılamasının temel ilkelerini de düzenlemiş olup 33. maddesi uyarınca hakim Türk hukukunu resen uygular. Maddi vakıaları getirmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak ve bu doğrultuda hukuku uygulamak ise hakime aittir ve hakim tarafların hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir.
Davalı yukarıda da değinildiği üzere sözleşmeyi garantör sıfatıyla imzalamış olup sözleşmenin 2. maddesinde tanımlamalara yer verilerek “m” bendinde garantörün tanımının yapıldığı ve kiracının sözleşmeden doğmuş ve doğacak tüm borçlarını sözleşmede yazılı süreler içinde ödememesi halinde müteselsil sorumlu gerçek kişi olduğunun düzenlendiği, 36. maddesinde garanti taahhüdü başlığı altında garantörün kiracının kira sözleşmesinden doğmuş veya doğacak tüm borçlarını sözleşmede belirtilen süre ve koşullarda ödeyeceğinin, herhangi bir limite bağlı olmaksızın Borçlar Kanunu’nun 110. ve devamındaki maddeleri uyarınca garanti ettiğinin, herhangi bir defi ve itiraz ileri sürmeksizin ve kiracının rızasına gerek olmaksızın yahut kiracı ile kiraya veren arasındaki herhangi bir ihtilafın neticeleri beklenmeksizin ödeyeceğinin düzenlendiği görülmüştür. 818 sayılı mülga Borçlar Kanunun 110. maddesi başkasının fiilini tahhütü düzenlemekte olup yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda bu kurum başkasının fiilini üstlenme başlığı altında düzenlenmiştir. Yine sözleşmeyi kiracı sıfatıyla imzalayan …’ın … Kuaför Salonu işletme adı altında imzaladığı da görülmektedir. Dolayısıyla, davalının sözleşmenin her sayfasını garantör sıfatı altında imzaladığı, 36. maddesinin içeriği incelendiğinde garanti tahhüdünün düzenlendiği, tanımlamalarda bu sıfatın kullanıldığı, teminatın edimin objektif olarak yerine getirilmesine ilişkin olduğu, kiracının faaliyet gösterdiği işletme adının … olduğu da dikkate alındığında diğer kıstasların yanı sıra menfaat kıstasının da somut olayda mevcut olduğu, tarafların sözleşmeyi düzenleme biçimleri bakımından taraflar arasındaki hukuki ilişkinin kefalet sözleşmesi olmayıp garanti sözleşmesi olduğu anlaşılmakla davalının hukuki durumunun buna göre değerlendirilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kefalet olarak nitelendirme yapılarak davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.04.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.