Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2017/16126 E. 2018/12279 K. 03.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2017/16126
KARAR NO : 2018/12279
KARAR TARİHİ : 03.12.2018

MAHKEMESİ:SULH HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki kira alacağı ve tahliye sebebine dayalı olarak başlatılan icra takibine karşı açılan itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı; davalı borçlular hakkında başlatılan icra takibine borçlulardan …. ‘nin hem borca hem de kira sözleşmesine itiraz ettiğini, borçlulardan …nin borca ve ferilerine itiraz ettiğini, sözleşmenin varlığına itiraz etmediğini, taraflar arasındaki kira sözleşmesini kabul ettiğini, davalıların taşınmazları kiracı sıfatıyla kiraladıklarını ve halen kullanmaya devam ettiklerini, davacı ile davalılar arasındaki kira sözleşmesinin varlığının banka kayıtları ile sabit olduğunu, taşınmazda hissesi bulunan diğer hissedarların müvekkile taşınmazları kiraya verme vb. konularda vekalet verdiğini, hastane inşaatının da davalılar tarafından yapıldığını ve şantiye sorumlusu … ‘ın imzalamış olduğu tutanakta dava konusu taşınmazların yıllık 50,000,00 TL bedel ile kiralandığı ancak bu anlaşmaya istinaden herhangi bir ödeme yapılmadığını, yapılan ödemelerin önceki aylara ilişkin ödemeler olduğunu, davalıların icra takibine yaptığı itirazın iptali ile takibin devamına, davalıların tahliyesine, davalılar kötü niyetli olarak borca itiraz ettiğinden %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalılardan … İnş. Şirketi cevap dilekçesi vermemiş, … İnş. Şirketi ise, davalı olarak … A.Ş. olarak belirtildiğini ancak tebligat zarfında … A.Ş./… Proje Ltd. Şti. Adi ortaklığı yazarak gönderildiğini, adi ortaklığın tüzel kişiliği olmadığından bu şekilde dava yöneltilemeyeceğini, davacının kira sözleşmesinde kiraya veren olmadığını, kira sözleşmesinde kiraya veren kim ise davanın o kişi tarafından açılması ve kiracı kim ise davanın ona yöneltilmesi gerektiğini, dava konusu taşınmazın başka bir firma tarafından şantiye alanı olarak kullanıldığını, tutanak başlıklı tarihsiz ve 14.667,67 TL lik borç kaldığına dair yazının davalı şirketi temsile ve ilzama yetkili kişiye ait olmadığını, bu bakımdan yazıdaki yıllık kira bedeli veya bakiye borç ile ilgili beyanları kabul etmediklerini, davanın reddini dilemiştir.Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hükmü davacı temyiz etmiştir.Yargıtay 6. HD. Nin 09.05.2016 tarih ve 2016/4057 E., 2016/3761 K. sayılı bozma ilamında; “1-Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına ve takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tahliyeye ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacının alacağa ilişkin olarak temyiz itirazlarına gelince; Taraflar arasındaki uyuşmazlık kira ilişkisinin var olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacının banka hesap ekstresi mahkemece getirtilmiş, 2013 yılı içerisinde davacının hesabına değişik tarihlerde … – … Ortaklığı adına bir çok kira ödemesinin yapıldığı görülmüştür. Bundan ayrı davacı temyiz dilekçesine ekli olarak 01.11.2011 başlangıç tarihli, aylık 1.650 TL bedelli, 510 ada 8, 9 ve 10 parsel sahipleri veya vekilleri … ‘ın kiraya veren olarak gözüktüğü, kiracının davalı … A.Ş. ile Artegen Ltd. Şti. iş ortaklığı olduğu bir kira sözleşmesi sunmuştur. Davacının davaya konu 510 ada 8, 9 ve 10 parsellerde 1/3 mülkiyet sahibi olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Malikin kira bedellerini istemesinde bir usulsüzlük olmayıp davacı paydaş payı oranında kira bedellerinin tahsilini isteyebilir. Az yukarıda belirtildiği üzere de davacının hesabına kira bedellerinin de yatırıldığı görülmektedir. Bu durumda bu sözleşme üzerinde durularak alacak ile ilgili olarak işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.” gerekçesi ile hükmü bozmuştur.Mahkemece; bozma ilamına uyulmuş tahliyeye ilişkin kısmen onanan hükmün kesinleşmesi sebebi ile karar verilmesine yer olmadığına, itirazın iptaline karar vererek takibin devamına ve kabul edilen tutar üzerinden %20 icra inkar taminatına karar verilmiş, hükmü davalılar temyiz etmiştir.
1- Yargıtay’ın bozma kararına gerek iradi, gerekse kanuni şekilde uymuş olan yerel mahkeme, bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve hüküm kurmak zorundadır. Mahkeme, uyma kararını kaldırarak, direnme kararı veremeyeceği gibi; hükmün bozma kararı kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan bölümleri hakkında da yeni bir hüküm kuramaz. Bozmaya uyulmakla, bozma lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak doğar.Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda ve Hukuk Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Y.İ.B.K.).Bu ilke, kamu düzeni ile ilgili olup; Yargıtay’ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Hakimin değişmesi dahi açıklanan bu hukuki ilkeye etki yapamaz.(Aynı yönde …nun 26.2.1986 gün ve 1986/1-50 E.-174 K.; 11.5.1994 gün ve 1994/8-252 E.-314 K.; 1.12.1999 gün ve 1999/18-1041 E.-1006 K.; 11.5.2005 gün ve 2005/2-315 E.-333 K.; 27.09.2006 gün ve 2006/19-635 E.-573 K. sayılı ilamları). Somut olayda, bozma ilamında söleşmenin değerlendirilerek karar verilmesi istenmiş ise de yerel mahkemece bozma kararına uymakla birlikte bozma gereğini yerine getirilmemiştir. Alacağın belirlenmesi için gerekirse bilirkişi raporu da alınarak bozma ilamı doğrultusunda araştırma yapılıp hüküm kurulması gerekmekte olup eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulması doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
2- Bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalar ile bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir. Hükmün gerekçe bölümü, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını, ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22 Baskı, Ankara 2011, s.472). Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira, tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.Nitekim, 07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yeralan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye, vurgu yapılmıştır.Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasanın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı …nun 297. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Yine …nun 27.maddesinin 2. bendi “c” bölümünde de hukuki dinlenilme hakkının “Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini” de içerdiği açıklanarak bu husus vurgulanmıştır.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Somut olayda mahkemece “Davacının hesapları üzerinde yapılan incelemelerde ve yargıtayın bozma ilamında belirttiği üzere ortada kira sözleşmesinin olduğu ve alacağın miktarının tespiti gerekmiş bu kapsamda davacı ve davalı beyanları, dosyada sunulan deliller, banka ödeme dökümanları, beyanlar bir bütün olarak incelenmiş; aşağıdaki gibi hüküm kurmak gerekmiştir.” şeklindeki gerekçe ile hüküm kurulduğu görülmektedir. Ancak mahkemece gerekçe olarak belirtilen bu açıklama temyiz aşamasında denetlemeye elverişli bir gerekçe oluşturmamaktadır. Bu sebeple dosyadaki deliller değerlendirilirek denetlemeye elverişli bir gerekçe ile hüküm kurulması gerekmekte olup hükmün bu sebeple bozulması gerekmiştir.
3- 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 73. maddesi ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “hukuki dinlenilme” başlıklı 27. maddesi, T.C. Anayasası’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesi nazara alındığında davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını mahkemenin açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini içeren bu hakkın ve yargılamanın aleniliği ilkelerinin gerçekleşmesinin en önemli aracı duruşma yapılmasıdır. Duruşma günü celseye katılma imkânı olmayan taraf buna ilişkin mazeretini bildirip, belgeleyerek, bildirim giderlerini de yatırarak duruşmanın ertelenmesini isteme olanağına sahiptir. O hâlde duruşma tayin edilerek, usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan yalnız biri duruşmaya katılırsa gelmeyen tarafın geçerli mazeret gönderip göndermediği, gerekli masrafın karşılanıp karşılanmadığı incelenerek; gelen tarafın bu mazeret dilekçesine karşı beyanına göre, dosyanın işlemden kaldırılmasına ya da kaldırılmamasına karar verilecektir. Dosyada duruşma gününün usulüne uygun olarak tebliğ edildiği görülmekle beraber, davalı vekilinin mazeret dilekçesi verdiği, mazeret dilekçesinde yokluğumda karar verilmesi ibaresinin bulunmadığı, duruşmanın karar duruşması olması hususları birlikte dikkate alınarak davalı vekilinin mazeretinin kabulüne karar verildikten sonra yeni duruşma günü verilmesi gerekirken hüküm kurulması doğru olmamıştır.
Hüküm bu nedenlerle bozulmalıdır.
4- Bozma nedenlerine göre, davalıların sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.SONUÇ: Yukarıda birinci, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davalılar yararına BOZULMASINA, dördüncü bentte açıklanan nedenlerle davalıların sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.12.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.