YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/857
KARAR NO : 2015/11619
KARAR TARİHİ : 23.06.2015
MAHKEMESİ : OSMANCIK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 01/04/2014
NUMARASI : 2012/94-2014/569
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiş, hükmün duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle; daha önceden belirlenen 23.06.2015 tarihli duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Av. T.. K.. geldi. Davalı adına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili dilekçesinde; davalının, dava dışı kooperatifle yaptığı kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca edinecek olduğu dairenin satımı hususunda müvekkili ile 15.01.2007 tarihli sözleşmeyi imzaladığını, satış bedeli olan 130.000 TL’nin müvekkili tarafından davalıya ödendiğini, ancak davalının 22.10.2009 tarihinde taşınmazı 3. kişiye sattığını ileri sürerek; ödenen satış bedelinin, denkleştirici adalet ilkesi uyarınca ulaştığı değerin tespiti ile bu değerin faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin dava dışı kooperatif ile yapmış olduğu sözleşme uyarınca edineceği 11 numaralı daireyi, 15.01.2007 tarihli sözleşme ile davacı ve oğlu Koray’a sattığını, ancak dairenin iddia edildiği gibi 130.000 TL bedelle satılmasının söz konusu olmadığını, söz konusu dairenin satış bedelinin 49.000 TL olduğunu, bilahare dairenin numarasının 12 olarak değiştiğini ve davacının istediği doğrultusunda oğlu Koray’a tapu devrinin yapıldığını savunarak; davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; aldırılan bilirkişi raporu ile dava konusu taşınmazın 22.10.2009 tarihi ile değerinin 70.000 TL, dava tarihi ile değerinin ise 110.000 TL olduğunun belirlendiği, hükmedilecek bedelin ise taşınmazın piyasa fiyatını geçemeyeceği gerekçesiyle; davanın kısmen kabulüne, 110.000 TL’nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre; davalı tarafın temyiz itirazları yerinde değildir.
Dava, 15.01.2007 tarihli adi yazılı sözleşme ile davacı tarafından davalıdan satın alınan taşınmazın, tapu devrinin imkansız hale gelmiş olduğu iddiasıyla, ödenilen satış bedelinin denkleştirici adalet ilkesi uyarınca ulaştığı değerin tahsili istemine ilişkindir.
Taraflarca imzalanan tapulu taşınmazın satışına ilişkin 15.01.2007 tarihli adi yazılı sözleşme, resmi biçimde yapılmadığından hukuken geçersizdir(TMK. md 706, TBK. md 237, Tapu Kanunu md 26 ve Noterlik Kanunu md 60). O nedenle geçerli sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz. Bu durumda taraflar verdiklerini haksız iktisap kuralları gereğince geri isteyebilirler.
Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için, öncelikle haksız iktisabın kapsamını tespitteki ilke ve esasların açıklanmasında yarar görülmüştür.
Geçerli bir sebebe dayanmaksızın, bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi, denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin, elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.
Bilindiği gibi, ülkemizde yaşanan enflasyon uzun yıllar boyu yüksek oranlarda seyretmiş ve paramızın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmüştür. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.
Bugüne kadar uygulanan kurallara göre; geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sarsıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilince bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdırlar. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur.
Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken, derkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hakkaniyetin ve adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki
Zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır. Ancak burada denkleştirme yapılırken, bu hususa daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihte iade kapsamını tespitte önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira geçersiz sözleşmenin artık ifa edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan istemelidir.
Bu durumda, mahkemece; uzman bilirkişi aracılığı ile davacının 15.01.2007 tarihinde ödediği satış bedelinin, ifanın imkansız hale geldiği (taşınmazın 3. kişiye devredildiği) 22.10.2009 tarihinde ulaşacağı alım gücü; çeşitli ekonomik etkenlerin (enflasyon, ÜFE, TÜFE, faiz, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vs) ortalamaları alınmak suretiyle belirlemesi ve bu yöntemle belirlenecek miktara hükmedilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davacı taraf için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekâlet ücretinin davalı taraftan alınıp davacı tarafa verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacı tarafa iadesine, 23.06.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi
KARŞI OY
Sayın çoğunluğun kararın bozulmasına ilişkin kararına, karşı oyumuzun gerekçeleri aşağıda sunulmuştur.
Dava konusu uyuşmazlık; davacının, satıma konu taşınmaz için ödediği satış bedelinin, dava tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücünün tespiti ile tahsili istemine ilişkindir.
Kural olarak, hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet ilkesinin uygulanması gerekir. Ancak, geçersiz sözleşme nedeniyle alıcının isteyebileceği iade tutarı, geçerli sözleşme ile elde edeceği menfaatten fazla olamaz.
Somut olayda ise; davacının, sözleşmenin imzalandığı 15.01.2007 tarihinde satış bedeli olarak 130.000 TL ödediği sabittir. Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesinde ise, ifanın imkansız hale geldiği 22.10.2009 tarihinde taşınmazın rayiç değeri 70.000 TL olarak belirlenmiştir. Ne var ki rayiç değer, ödenen satış bedelinin de altında kalmaktadır.
Bu durumda, mahkemece; somut olayın özelliği de gözönünde tutularak, davacı tarafından satış bedeli olarak ödenilen 130.000 TL nin davalıdan tahsiline karar verilmesi ile yetinilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, yerel mahkemenin kararının bu gerekçe ile bozulması gerektiği kanâatinde olduğumuzdan, Sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılamıyoruz. 23.06.2015