Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2015/4300 E. 2015/11951 K. 29.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/4300
KARAR NO : 2015/11951
KARAR TARİHİ : 29.06.2015

MAHKEMESİ : EDREMİT 2. ASLİYE HUKUK(AİLE) MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/12/2014
NUMARASI : 2014/323-2014/589

Taraflar arasındaki tedbir nafakası davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı dava dilekçesi ile;davalı ile 2007 yılında evlendiklerini,davalının eve bakmadığını,evin ihtiyaçlarını karşılamadığını,bu nedenle ayrı yaşamaya başladıklarını,hiç bir yerden geliri olmadığını,belirterek kendisi için 600 TL nafaka takdir edilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı,davacının evi terk ettiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece;tarafların iki yıl birlikte yaşadıktan sonra ayrı yaşamaya başladıklarını,davacının oğlu ile birlikte yaşadığını,davacının rahatsızlığı nedeniyle çalışamadığını,muhtaç durumda olduğunu belirterek aylık 400.00 TL tedbir nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine,kararın kesinleşmesini müteakip nafakanın yoksulluk nafakasına dönüştürülmesine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle usul kanunlarında yer alan süreler hususuna değinmek gerekmektedir.
Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler bulunmakta olup, her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.  
Mülga 1086 sayılı HUMK ile 6100 sayılı HMK’nda öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır:  
Mahkemeler için öngörülen sürelerin, taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle hakim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir.Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur.    
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler; kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:  
Kanunda belirtilen süreler; kanun tarafından öngörülmüş (cevap süresi, temyiz süresi gibi) süreler olup, bu süreler kesindir. Bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir.  
Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir (Kuru, Baki/ Arslan Ramazan/ Yılmaz, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).  
Hakim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nun 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir ve bu sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.159).      
Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin olmayıp, kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur:  
İlk koşul, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olması ve bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4, HMK. 94/2); bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi, sonuç değişmez.  
İkinci halde ise; yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının ilgili tarafa ihtar edilmesi gerekir.  
Mülga 1086 sayılı HUMK’nun 163. maddesi ile 6100 sayılı HMK’nun 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması taraflara yüklenen yükümlülüklerin, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her iş için yatırılacak ücretin hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekir. Ayrıca verilen sürenin amaca uygun, yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonuçların açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka
dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.  Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. (Benzer ilkelere YHGK’nun 18.02.1983 gün 1980/1-1284, 1983/141; 22.11.1972 gün 8/832, 935; 13.10.2010 gün 2010/17-510-485; 28.04.2010 gün 2010/2-221-241 ve 28.03.2012 gün 2012/19-55-2012-249 sayılı kararlarında da değinilmiştir.).  
Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar; dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını, mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup, hakim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hakimin, bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hallerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde, gereğinin hakim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir. (HGK. nun 12.12.2012 günlü ve 2012/9-1180 E. 2012/1182 K. sayılı ilamı).
Somut olayın incelenmesinde; tensip zaptı ile birlikte davalıya HMK.nun 129 maddesindeki bütün unsurları içeren ve iddialara karşı savunmalarını,savunmalarının dayanağı olan bütün vakıaları,hangi delillerle ispat edileceğini,dayanılan hukuki sebepleri,ilk itirazlarını içeren cevap dilekçesini karşı tarafa tebliğ masraflarıyla birlikte 2 haftalık süre içerisinde mahkeme kalemine vermesi,aksi takdirde dava dilekçesinde ileri sürülen vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağına ilişkin ihtar da şerh edilmiştir.
Davalının süresi içerisinde ibraz ettiği cevap dilekçesinde tanıklarını bildirdiği, mahkemece de davalı tarafın tanık giderlerini yatırmadığı,gerekçe gösterilerek davalı tanıklarının dinlenmesinden vazgeçildiği görülmüştür.
Bu durumda, 6100 sayılı HMK.nun 140/5 maddesinde öngörüldüğü şekilde davalıya ön inceleme duruşmasında tanık giderlerini yatırması için kesin süre verilmesi gerekirken, tanıklarını dinletmesi için imkan tanınmadan mevcut deliller uyarınca davanın kısmen kabulüne karar verildiği açıktır.
Davalıya tanık bildirimi için yasaya uygun olarak verilen bir kesin süre olmadığı gibi, davalının gösterdiği tanıkların dinlenilmesinden vazgeçmemiş olması hususu da gözetildiğinde, davalıya tanıklarının dinlenmesi için imkan tanınmadan hukuki dinlenilme hakkı kısıtlanarak karar verildiği hususu her türlü duraksamadan uzaktır. (HMK. Madde 27)
O halde, davalıya usulüne uygun şekilde kesin süre ihtaratı yapılarak, mahkemece davalı tanıklarının beyanlarına başvurularak alınacak ifadelere göre deliller yeniden değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ile davalı tanıkları dinlenmeden hüküm kurulması hatalı olup, bu husus bozmayı gerektirmiştir.
Ayrıca kabul şekline göre de;taraflar arasında boşanma olmadan yoksulluk nafakasına hükmedilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 29.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.