YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/3587
KARAR NO : 2015/9501
KARAR TARİHİ : 26.05.2015
MAHKEMESİ : İZMİR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/12/2013
NUMARASI : 2012/226-2013/541
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle; daha önceden belirlenen, 09.12.2014 tarihli duruşma günü için yapılan tebligat üzerine; temyiz eden davacı vekili Av. Y.. U.. geldi. Karşı taraf adına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunan vekilin sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra nevakısın giderilmesi bakımından dosya mahalline geri çevrilmiş, bu kez yeniden gelmekle; belli gün ve saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının dava dışı S.. T.. vekili O.. K.. isimli şahıstan araç satın aldığını, dava dışı O.. K..’nın S.. T.. vekili olarak Antalya 11.Noterliğinden alınan 30.06.2008 tarihli vekaletname ile satış yapıldığını, satış işleminin ise İzmir 13.Noterliğince 02.07.2008 tarihinde yapıldığını, satış sözleşmesine konu vekaletnamenin sahte olması nedeniyle 03.07.2008 tarihinde aracın davacının elinden polis tarafından alındığını, gerçek sahibine iade edildiğini, araç için 19.000 TL bedel ödediğini, sahte vekalet düzenleyen Antalya 11.Noteri davalı C.. S.. ile diğer davalı İzmir 13.Noteri A.. H..’in sahte vekaletname ile satış yapması nedeniyle birlikte sorumlu olduklarından bahisle, davacının uğradığı zarar bedeli 19.000 TL nin her iki noterden müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
Davalı İzmir 13.Noteri A.. H.. vekili cevabında, Antalya 11. Noteri tarafından düzenlenen vekalete dayalı olarak satış yapıldığını, illiyet bağı olmadığını beyan etmiştir.
Davalı Antalya 11.Noteri C.. S.. vekili cevabında, vekaletname düzenlenirken S.. T..’a ait ehliyetin kimlik bilgilerinin incelendiğini, ehliyette kazıntı ve silinti olmadığını, iğfal kaabiliyeti olduğunu, zarar görenin ağır kusuru olduğunu, illiyet bağının olmadığını beyan etmiştir.
Mahkemece; ilk kararında, her iki noter yönünden davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine, 4 HD nin 22.05.2012 tarihli ilamı ile “Davacının, davalı A.. H.. yönünden temyiz itirazlarının reddine, diğer davalı C.. S.. yönünden ise, vekaletnameye konu edilen kimlik belgesininin aslı üzerinde Emniyet Kriminal Laboratuvarı tarafından iğfal kaabiliyeti (aldatma yeteneği) olup olmadığı yönünde inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği” belirtilerek bozma kararı verilmiştir.
./..
Mahkemece; bozma ilamına uyulmasına karar verilmesinden sonra alınan bilirkişi raporlarında sahteliğin ilk nazarda kolaylıkla dikkati çekmeyeceği, davaya konu kimlik belgesininin aslı elde edilemediğinden fotokopi üzerinde iğfal kaabiliyeti ile ilgili beyanda bulunulamayacağı açıklanmıştır.
Mahkemece; belge aslının bulunması, temin edilmesi mümkün bulunmadığından ve belgenin ilk bakışta aldatma kaabiliyeti bulunduğundan bahisle davalı C.. S.. yönünden (diğer davalı yönünden red kararı kesinleşmiş olduğundan) davanın reddine karar verilmiş, hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.
Dosya kapsamından, davacının oto alım-satım işi yaptığı, sahte kimlikle araç alım-satımı ile ilgili Cumhuriyet Savcılığı Hazırlık evrakında davacının şüpheli sıfatı ile ifade verdiği, hazırlık evrakının derdest olduğu anlaşılmaktadır.
“Dava, özü itibari ile Noterlik Kanunu’nun 162.maddesine dayalı noterin sorumluluğuna ilişkin maddi tazminat davasıdır.
İşin esasına geçilmeden önce konuyu düzenleyen hukuki mevzuatın irdelenmesinde fayda görülmüştür.
Noterlik Kanunu’nun 1.maddesi gereğince; noterliğin bir kamu hizmeti niteliğinde bulunduğu, hukukî güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendiren bir kurum olduğu belirtilmiştir.
Görevi belge ve işlemlere resmiyet kazandırmak olan noterlerin yaptıkları işlemler dolayısıyla meydana gelecek zararlardan ötürü sorumlu tutulması bir zorunluluk olarak kendini göstermektedir. Noterlerin yaptıkları hizmet dolayısıyla sorumlulukları ilk olarak, mülga 3456 sayılı Noterlik Kanunu’nun 64.maddesi hükmü ile düzenlenmiştir. Hâlen yürürlükte bulunan 1512 sayılı Noterlik Kanunu’nda ise, 162. maddede noterlerin hukukî sorumlulukları hüküm altına alınmıştır. Bu iki hüküm arasında çok büyük farklılıklar bulunmamaktadır. Noterlik Kanunu’nun 162. maddesinde kusurdan söz edilmemiştir. Bu sebeple noterlerin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. (Nart Serdar, Noterlerin Hukukî Sorumluluğu, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt. 11 Özel s. 2009, s.425-452, Düzgün Aslan Ülgen, Noterlerin Meslekî Sorumluluk Sigortası s. 492, 494- Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C.XVII, Y. 2013, s. 1-2)
Buradaki sorumluluğun 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 66. (818 sayılı Borçlar Kanunu 55) maddesindeki sorumluluğun ağırlaştırılmış şekli olduğu olduğu sonucuna varılmaktadır.
Noterliğin bir kamu hizmeti olduğunu belirten kural, aynı zamanda noterin görev ve yetkilerini de düzenlemektedir. Bu derece önemli görev ve işlevleri nedeniyle sorumluluklarının da buna paralel biçimde düzenlenmesi gerekmiştir. Bundan dolayı noterin yapacağı işler son derece sıkı kural ve şekil şartlarına bağlanmıştır. Öte yandan; bir güven kurumu olan ve yaptıkları işlerde uzman olan noter, devlet adına bir takım kamusal yetkileri de kullanmak suretiyle; belgeleri ve beyanları resmileştiren ve aksinin kanıtlanmasını güçleştiren hatta neredeyse imkânsız hâle getiren, hukukî sonuçlar doğuracak belgelerin düzenlenmesi yetkisiyle donatılmıştır. Noterlik Kanunu’nun 82. ve İcra iflas Kanunu’nun 38. maddeleri gereğince; noterlerin düzenlemiş oldukları belgelere ispat gücü ve icra edilebilirlik
./..
açısından, özel ve ayrıcalıklı bir konum verilmiştir. Bu kadar önemli bir işin yapılmasıyla yetkili kılınan noterlerin sorumluluklarının da düzenlemeye paralel olması gerekir. Noterlerin uzmanlığına inanan ve güvenen iş sahipleri, yapılan iş ve işlemlerin tam ve sağlıklı olduğu konusunda kuşku duymamalıdırlar. Bir işin yapılmamasından veya hatalı yahut eksik yapılmasından dolayı zarar doğmuşsa noterin bundan sorumlu olması doğaldır. (Tanrıver Süha, Noterlik Hukukuna İlişkin İncelemeler, 1993-2011, s. 53, 61, 82,85).
Noterlik Kanunu’nun 162.maddesinde kusurdan hiç bahsedilmemiştir. Bu anlamda “Noterlik Kanunu’nun gerekçesinde “… kusurlu eylemleriyle…” deyimi kullanılmış, ancak Millet Meclisi Geçici Komisyonu’nda değişiklik yapılarak sözü geçen deyim metinden çıkarılmış ve “Borçlar Kanunu’ndaki sisteme uygunluk sağlanması” gerekçe olarak gösterilmiştir.” (MMTD, C. 18, Dönem 3, S. Sayısı. 130, Noterlik Kanunu Gerekçesi, s. 14-Düzgün Aslan Ülgen, Noterlerin Meslekî Sorumluluk Sigortası, s. 495, Gazi Üniversitesi ııkuk Fakültesi Dergisi C.XVII, Y. 2013, s. 1-2)
Noterlik bir güven kurumudur. Buna paralel olarak noterlerin, ağır bir sorumluluğa tabi tutulması, kendilerine yüklenen işlerin önemi ve yanlış yapılmasından dolayı büyük zararların doğması tehlikesinin bulunması ve noterlik işlemlerinin sağlamlığı hususunda iş sahiplerine garanti verme gerekliliği düşüncesine dayanmaktadır.
Doktrinde; “Noterlerin hukukî sorumluluğunun, nitelik itibarıyla ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu olduğu ifade edilmektedir.” (Tanrıver Süha, a.g.e. 1993-2011, s.79)
Bilindiği üzere; Borçlar Kanunu ve Medenî Kanun’da öngörülen “olağan sebep sorumluluğu” objektif bir özen gösterme ödevinin yerine getirilmesine dayanır. Bunların çoğunda bu özen ödevinin yerine getirildiğini veya özen ödevi yerine getirilseydi dahi, yine de zararın ortaya çıkacağı kanıtlamak suretiyle sorumluluktan kurtulmak kabildir.
Doktrinde Tandoğan, noterlerin hukukî sorumluluğu hakkında; “İşlenen yolsuzluklar istihdam ettiği memurlar tarafından yapılmış olsa bile noterlerin işlerinin yapılmamasından veya hatalı veya eksik yapılmasından dolayı zarar gören alâkalılara karşı malî mes’illiyetleri vardır.” Müşahede olunduğu üzere bu hükümde, notere müstahdeminin ika ettiği zarar dolayısıyla kurtuluş beyyinesi getirmek imkânı tanınmamaktadır; bu bakımdan noterin mes’uliyeti Borçlar Kanunu md. 55’e nisbetle daha ağırdır. Noterlerin böyle bir ağır mes’uliyete tabi tutulması, onlara tevdi edilen muamelenin yanlış yapılmasında büyük zararlar doğması tehlikesinin bulunması ve noterlerin muamelelerinin sağlamlığı hususunda iş sahiplerine teminat bahşetmenin gerekmesi mülahazasıyla haklı gösterilebilir; kaldı ki, noterlerin veya müstahdemlerinin fiillerinden doğan zarardan Devletin mes’ul olmayacağı da kabul edilmektedir. 3456 sayılı K. md. 64. noterin müstahdemlerinin fiillerinden mes’ul tutulması için bunların kusurunu da şart kılmamıştır; ancak zararın noterliğe ait işlerin yapılmamasından veya hatalı veya eksik yapılmasından husule gelmesi gerekmektedir. 1512 sayılı K.md 162 f. I, noterin yardımcılarının eylemlerinden sorumlu tutulması için bunların kusurunu da şart kılmamıştır. Şeklinde görüşünü belirtmiştir. (Tandoğan Halûk- Türk Mes’uliyet Hukuku-Akit Dışı ve Akdî Mesuliyet, Ankara 1961- s. 132, Kusura Dayanmayan Sözleşme dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara 1981 s. 85)
./..
Bu sorumluluğun niteliği ve somut olay yönünden değerlendirilmesine geçilmezden evvel kusursuz sorumluluğa ilişkin temel ilkeler üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır.
Kusursuz sorumlulukta; sorumluluğun şartları sorumluluğu düzenleyen hükümlerin her birinde ayrı ayrı belirtilmiştir. (Borçlar Kanunu’nun genel sorumluluk hükümleri dışında). Her birinde sorumluluğun kapsamı bu husustaki şartları belirleyen hükmün (normun) koruma amacıyla sınırlıdır. Bu sınırın dışında kalan zararların tazmini hüküm (norm) kapsamı dışında kalır. Diğer bir ifadeyle kanunun koruma amacı ile zarar arasında bağ bulunmalıdır. Bunu sorumluluğa yol açan olayla zarar arasındaki nedensellik bağı ile karıştırmamak gerekir.
Kusursuz sorumluluğu gerektiren şartların varlığını ispat zarar görene düşer. Davacının ispat yükünü yerine getirdiği kabul edilen hâllerde davalı sorumluluktan kurtulmasını sağlayacak bir sebebin varlığını iddia ederse bu iddiasını ispat etmelidir. Bu hususta kanun özen yükümlülüğüne dayanan sorumluluklarda “gerekli özeni gösterseydi dahi zararın yinede meydana geleceğini” ispat eden davalının sorumlu olmayacağını kabul etmektedir. Böyle bir kurtuluş imkânı tanınmamış olan hâllerde dahi zararın bir mücbir sebepten, mağdurun veya bir üçüncü şahsın ağır kusurundan ileri geldiğinin ispatı genellikle davalıyı sorumluluktan kurtarır. (Oğuzman Kemal – Öz M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 10. Bası, Cilt 2, s. 136-137)
Haksız fiil sorumluluğu için, kural olarak failin kusuruna ihtiyaç vardır. Fakat bu kural, adaleti ve toplumsal düşünceleri her zaman tatmin etmemektedir. Sorumluluk, için mutlaka kusurun aranması bazı hâllerde modern tekniğin ve makineleşmenin icaplarına yabancı düşmektedir. Bu sebeple hukukun, esas prensibi olan kusur sorumluluğu yer yer zayıflamış hatta bazı hâllerde tamamen ortadan kalkarak yerini kusursuz sorumluluğa terk etmiştir. Tarihsel gelişim süreci içerisinde kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa kadar uzayan bir yol izlenmiştir. Sorumluluk hukukunda; kusura dayanan sorumluluk için genel bir kural bulunduğu hâlde, kusura dayanmayan sorumluluk hâlleri sınırlı bir şekilde düzenlenmiştir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür. Tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekteyken, zarar olasılıklarını çoğaltan büyük sanayinin gelişmesi, üretim ve taşıt araçlarının makineleşmesi, yeni enerji kaynaklarının bulunması, halkın büyük şehirlerde yoğunlaşması ile modern hayatta zarar olasılıklarının çoğalması, böylece teknik ilerleme ve ona bağlı tehlikelerin artması ile birlikte zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağlama bakımından da yetersiz kalmasıyla genel kuraldan ayrılarak bir kimse kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğu yani kusursuz sorumluluk yoluna gidilmiştir. Teknik ilerlemeler ve ona bağlı olan tehlikelerin artması karşısında, kusura dayanan sübjektif sorumluluk artık, yalnız başına, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolaysıyla adaleti gerçekleştirmek bakımından yetersiz görünmektedir. Kusur yoksa sorumlulukta ortaya çıkmaz görüşü artık geçerliliğini kaybetmiştir. Objektif ihtimam vazifesinin ihlâli mülâhazası gereğince; bir şeye veya şahıs hakkında kendisine kanunî bir ihtimam vazifesi yükletilen kimse, bu vazifeyi kusuru
./..
Olmaksızın yerine getirmese dahi, bu yüzden doğan zarardan mesul olmalıdır. Kusura dayanmayan sorumlulukta; sorumluluğu doğuran olay, zarar ve zararla söz konusu olay arasında bir illiyet bağı bulunması sorumluluğu doğurmak için yeterlidir. (Tandoğan Halûk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku Ankara 1981 s. 3-10; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, Cilt I, Beşinci Bası, İstanbul s. 671).
Öğretide kusursuz sorumluluk hâlleri olağan sebep sorumluluğu, tehlike sorumluluğu olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulduğu gibi hakkaniyet sorumluluğu, nezaret ve ihtimam gösterme yükümlülüğünden doğan sorumluluk, tehlike sorumluluğu şeklinde üçlü ayrıma gidildiği de görülmektedir. Öte yandan objektif sorumluluk üst başlığı altında kusursuz sorumluluk hâlleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu terminolojide ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu, ağırlaştırılmış objektif sorumluluk olarak yer alır. Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak bu türde kurtuluş beyyinesi getirme imkânı bulunmamaktadır. Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır. (Oğuzman M. Kemal, Öz M. Turgut- a.g.e.Cilt. 2, s. 135)
Noterlik Kanunu’nun 162.maddesinde noterin kendi yaptığı işten ve çalışanının yaptığı işten dolayı sorumluluğu düzenlenmiş ve aynı hukukî rejime tabi kılınmıştır. Bu sorumluluk adam çalıştıranın sorumluluğuna benzemez. Zira adam çalıştıranın sorumluluğunda kurtuluş kanıtı getirme imkânı sağlanmış iken, bu sorumlulukta kurtuluş kanıtı getirme imkânı tanınmamıştır. Bu yönü itibariyle ağırlaştırılmış özen yükümlülüğünün ihlâlinden kaynaklanan sorumluluk olduğu sonucuna varılmaktadır. Noter özene ilişkin genel kurtuluş kanıtı getirebilir. Noterlik Kanunu’nun 162. maddesinde kurtuluş kanıtı getirme imkânı tanınmamıştır. Noter gerekli özeni gösterdiğini iddia ederek sorumluluktan kurtulamayacaktır. Ancak gerekli özeni göstermiş olsa bile, zararın doğmasına engel olamayacağını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir. Bu husus nedensellik bağının kesilmesidir. Bunun ispatı da davalı notere aittir. Doktrinde; ağırlıklı görüş maddedeki bu düzenlemenin noterlerin hukukî sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu hatta ağırlaştırılmış, başka bir ifadeyle ağırlaştırılmış özen sorumluluğu olduğu şeklindedir.
Yargıtay uygulamasında da; noterlerin hukukî sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu genel bir ilke ve prensip olarak benimsenmiştir. Ancak, bu sorumluluktan mutlak kusursuz sorumluluk olarak benimsendiği sonucu da çıkarılmamalıdır. Her iki görüşe göre de; noterin hukukî sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için ortada; noterin veya noter çalışanının bir eyleminin bulunması ve bu eylemden dolayı bir zararın doğması, bu zararla birlikte eylem ile zarar arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir.
Noterin bir kamu hizmeti ifa ettiği de dikkate alınarak sorumluluğun belirlenmesinde normal bir insanın göstereceği özenli davranış değil, aynı işi üstlenen noterlik mesleğinde çalışan bir kişinin göstermesi gereken objektif davranış esas alınacaktır. Buradaki tazminat yükümlülüğü; sorumlu kişinin somut olaydaki bireysel davranışından ziyade daha çok onun toplum ve ekonomi içindeki durumu ile kanunun ona yüklediği ihtimam ve özen görevine bağlanmaktadır. Böylece toplum içinde bazı iş ve meslekler ile bazı gruplara ve kategorilere daha ağır bir sorumluluk yükletilmektedir. Noterlerin kusursuz sorumluğundan kastedilen, görenin kusuru kanıtlamak zorunda olmamasıdır.
./..
Sorumluluk hukukunun önemli öğelerinden biri de zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunmasıdır. Ancak illiyet bağının kesildiği durumlarda kusursuz sorumlu olan kişi zarardan sorumlu tutulmayacaktır. Teoride ve uygulamada mücbir sebep, zarar görenin tam veya üçüncü kişinin ağır kuşum ile illiyet bağı kesilir, bu üç olgudan birinin bulunması hâlinde kusursuz sorumlu kimse de sorumluluktan kurtulacaktır. Noterlerin yaptığı işlemler bakımından söz konusu işlemin gereği gibi yani özen yükümlülüğüne uygun şekilde yerine getirmiş olsaydı zarar oluşmayacaktı denilebiliyorsa noter sorumlu olacaktır. Örneğin; noter işlemi yaparken gözle görülebilecek bir sahteliğe rağmen işlemi devam ettirmişse ve bu işlemden bir zarar doğmuşsa noter doğal olarak sorumlu olacaktır.
Uygulamada; noterler aleyhine, en çok otomobil ve taşınmaz alım satımlarında meydana gelen zararlar bakımından dava açılmaktadır. Bu davalarda; aracın haksız zilyetleri tarafından kullanılan sahte kimlik, vekâletname veya araç trafik tescil belgelerinin sahteliğinin noterlerce ve çalışanları tarafından belirlenip belirlenmediği hususları araştırma konusu olabilmektedir. Tüm bu durumlarda noterin veya çalışanının kimlik veya belge üzerinde yeterli incelemeyi yapıp yapmadığı, dolayısıyla özen yükümlülüğüne uygun davranıp davranmadığı araştırılmaktadır. Noterin ilgililerin hukukî menfaatlerini korumak için araştırma ve aydınlatma görevi vardır. Noterlik Kanunu’nun 72.maddesine göre; noter, iş yaptıracak kimselerin kimlik, adres ve yeteneğini ve gerçek isteklerinin tamamını öğrenmekle yükümlüdür. Bu cümleden olarak noterin veya çalışanının her zaman belgenin sahte olup olmadığını anlamasını ve tetkik etmesini yani grafolojik bir inceleme yapması beklenemez. Ancak; belgenin veya kimliğin ilk bakışta sahte olup olmadığı veya kimlikte şekli anlamda var olması gereken bir bilginin olmaması yahut olmaması gereken bir ibarenin bulunması noter veya çalışan tarafından dikkat edilmesi gereken hususlardandır. Bu gibi hâllerde noterin veya çalışanının gerekli özeni göstermesi beklenir. Aksine davranış özen yükümlülüğünün ihlâlidir.
Yargıtay uygulamasına göre; belgenin sahteliği hususundaki en önemli kıstas belgenin veya kimliğin aldatma yeteneğine (iğfal) sahip olup olmamasıdır. Yargıtay bir çok kararında; aldatma (iğfal) yeteneği bulunan belgelerin kullanılmasını üçüncü kişinin ağır kusuru olarak nitelendirmiş ve noterin sorumluluğu bakımından illiyet bağını kestiğini kabul etmiştir. Zarar doğuran işlem veya eylemde aldatma (iğfal) kabiliyetine sahip bir kimlik veya belgesinin kullanılması hâlinde noterin sorumluluğunun doğmayacağının kabul edilmesi gerekir. Ancak detaylı bir incelemeyle ortaya çıkacak sahteliğin fark edilmesi noter veya çalışanından beklenemeyecek bir durumdur. Ayrıca Yargıtay bazı kararlarında; nüfus cüzdanındaki seri ve T.C. kimlik numarasının bulunmaması, numaranın on bir haneli olmaması, eksik veya fazla olması, doğum yerinin ilçe veya merkez ilçe olarak yazılmaması, soğuk damganın veya motorlu araç tescil belgesinde mühür bulunmaması, tescil belgesindeki bilgilerin kullanılan kimlik ile veya motor sicil numarası veya şasi numarasının birbirine uymaması gibi hallerini “somut sorumluluk nedenleri” olarak kabul edilmiş, noterlerin ve çalışanlarının yapmış oldukları işlemlerde, sorumluluk sebeplerini, her somut olayın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirmiştir.
./..
Yargılama dosyasına konu olayda sahte kimlik kullanılarak araç satışının yapıldığı davacının bu nedenle zaraar uğradığı ve noterin eylemi ile zarar arasında illiyet bağını kesen herhangi bir nedenin bulunmadığı sabit olduğuna göre noterin sorumlu olduğu açıktır.
Araç alım-satım işi ile uğraşan davacının da, araç alım-satımı konusunda mesleki tecrübesi de dikkate alındığında, gerekli dikkat ve özeni göstermediği, araçlara ilişkin herhangi bir araştırma yapmadığı için davacının da bölüşük kusurundan sözedilebilir ise de; resmi işlem yapma görevini üstlenmiş ve teknolojinin gelişmesi ile internette sorgulama, mernis sistemi gibi kolaylıklara kavuşmuş olan davalının daha fazla bilgi ve tecrübeye sahip olması nedeni ile daha üst düzeyde dikkat ve özen görevi bulunmaktadır.
Mahkemece, davacının bölüşük kusur oranının tespiti ile dosyadaki tüm bilgi ve belgeler birlikte yeniden değerlendirilerek, gerekirse Cumhuriyet Savcılığına ait evrakın getirtip incelenerek oluşacak sonuca göre hüküm kurulması gerekir iken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş olup, bu husus bozmayı gerektir
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davacı taraf için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacı tarafa verilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 26.05.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.