YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/15068
KARAR NO : 2015/17254
KARAR TARİHİ : 04.11.2015
MAHKEMESİ : BURSA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/09/2014
NUMARASI : 2012/440-2014/381
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın tapu iptali ve tescil istemi yönünden reddine, tazminat istemi yönünden kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, duruşmalı olarak incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmekle daha önceden belirlenen 13.10.2015 duruşma günü için tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Av. Ulviye . Karşı taraf adına davacılardan G.. S.. ile davacılar vekili Av. V.. T.. geldi. Hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin daha derinlemesine incelenmesi ve bu konuda bir araştırma yapılması gerektiği heyetçe zorunlu görüldüğünden, Yargıtay Kanununun 24/1 ve Yargıtay İç Yönetmeliğinin 21/3 maddeleri uyarınca görüşmenin 04.11.2015 günü saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli gün ve saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacılar vekili dilekçesinde; müvekkillerinin mirasbırakanı olan babaları Mehmet Sezer’in Langaza mübadillerinden olup, 1925 yılında 6 nüfuslu ailesiyle Türkiye’ye geldiğini ve 1771 sayılı İskan Yasası hükümlerine göre bu aileye Merkez Tevzi Defteri 279, Mübadil İskan Esas Defteri 279 ve Temlik Esas Defteri 583 numaralara da kayıtlı 1 ev 50 ağaç zeytin ve 5 dönüm tarla tahsis edildiğini ve bu tahsisin mülkiye amiri tarafından onanıp ve tapuya tescil için Bursa İskan Dairesinin 31.05.1932 ve 583 sayılı yazısı ile Bursa Tapu Müdürlüğü’ne gönderildiğini, ev ile zeytinlik tescil edildiği halde, Yenibağlar mevkiinde tahsis edilen 5 dönüm tarlanın her nasılsa tapuya tescil edilmediğini, 5 dönüm tarlanın adlarına tescil edilmesi için Köyişleri Bakanlığı’na yapılan başvurunun 08.04.1968 gün 3603-4537-1002/11052 sayılı yazısı ile reddedildiğini, bunun iptali için iskan sahiplerinden Mehmet Sezener’in açtığı davanın Danıştay 8. Dairesinin 18.11.1969 gün 1968/4546 Esas ve 1969/4030 Kararı ile “İskanen Tahsis edildiği halde tapuya tescili suretiyle ilgililere temlikinin yapılmadığı anlaşılan 5 dönüm tarlanın aynen veya başka bir yerde bu kadar arazi vermek suretiyle veya tazminen davacının iskan hakkı tamamlanması gerekirken, aksine tesis edilen işlemin iptaline” hükmedildiğini, Danıştay kararının infazı ve K. Köyü Yenibağlar mevkiindeki 5 dönüm tarlanın karşılığı olan başka bir hazine
taşınmazının verilmesi için 11.08.1980 ve 10.12.1987 tarihli dilekçelerle Bursa Valiliğine (İskan Dairesine) başvurulduğunu, Bursa Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü 14.12.1987 gün 18032 sayılı yazısı ile Bursa Defterdarlığından “A.Köyü 268-329-1941 paralel sayılı Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan taşınmazlardan birinin Danıştay kararı gereği 2510 sayılı İskan Kanunu hükümlerine göre verilmesi düşünüldüğünden hali hazır fiili ve hukuki durumlarının, fuzuli şagili ve kiracısı olup olmadığının, işgal ve kira süresinin, herhangibir amme hizmetine tahsisli olup olmadığının bildirilmesinin” istendiğini, bu yazıya Bursa 1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğünün verdiği 14.12.1987 günlü cevapta; “A. Köyü 268-329-1941 sayılı parsellerin Maliye Hazinesi adına tapuda kayıtlı olduğu” bildirildiği halde, Danıştay kararının yerine getirilmediğini, davacılar murisi babaları Mehmet 2001 yılında ölümünden sonra, davacıların 28.12.2009 tarihli dilekçeleri ile Bursa Ertuğrulgazi Milli Emlak Müdürlüğü’ne başvurduklarını, adı geçen müdürlüğün 25.10.2010 gün 2006/47-607/528 sayılı yazısı ile “dilekçe ve eklerinin tetkikinde taleplerinin(Mülga 2510) 26.09.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 5543 sayılı İskan Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.” denilerek, dilekçe ve eklerinin İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü’ne gönderildiğinin kendilerine bildirildiğini, iskan defterinin mülki amirce tasdikinden sonra tahsise konu arazinin mülkiyet hakkının tahsis sahiplerine geçip tescilinden önce mülkiyet hakkının kazanıldığını ve zamanaşımına uğramasının da sözkonusu olmadığını, bu sebeple tevzi defteri 279, İskan Esas Defteri 1006 ve Temlik Esas Defteri 583 numaralarda iskan sahipleri adına kayıtlı olan 5 dönüm miktarlı Bursa Osmangazi İlçesi K. Köyü, Yenibağlar mevkiindeki hazine adına kayıtlı ve mevcut durumda imarlı olan arazinin tapu kaydının iptali ile davacılar adına tescili, belirtilen mevkiide hazine adına kayıtlı taşınmazlar bulunmadığı takdirde, Bursa Toprak İskan Müdürlüğü’nün 16.10.1979 gün 833/5234 sayılı yazısı ile verilmesi düşünülen ve 1979 tarihli tapu kayıtlarına göre Maliye Hazinesi adına tapuda kayıtlı olan Osmangazi İlçesi, A. Köyü 268-329-1941 sayılı parsellerden taleplerine muadili olan parsellerin tapu kayıtlarının iptali ile davacılar adına 1/2 pay oranı ile tescilini, bu isteklerinin hiçbirisinin mümkün olmaması halinde, İskan Müdürlüğünün 14.12.1987 tarihli yazısında verilmesi düşünülen Alaşar Köyü 268-329-1941 sayılı parsellerin taleplerinin muadili olan taşınmazların RAYİÇ DEĞERİNİN tespiti ile şimdilik 500.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.
Mahkemece yapılan keşif sonucu bilirkişiler Kadastro Müdürü Şaban Uzun ve arkadaşları tarafından verilen 10.04.2014 tarihli raporda; “Davacılar murisine iskan yolu ile verilen 5 dönüm tarlanın mevkii isminin Yenibağlar olduğu halen HAMİTLER KÖYÜNDE(mahalle) Yenibağlar mevkiinin bulunduğu, bu sebeple İskan kaydında Yenibağlar mevkiinde tahsis edilen 5 dönüm arazinin Hamitler Köyü Yenibağlar mevkiinde olabileceği, çünkü Bursa ilinde başka Yenibağlar mevkii olmadığı, bu bölgenin de halen tamamen yapılaşıp yerleşik alan haline geldiği ve bu mevkiideki 1m2 arazi değerinin 350 TL olduğu”, bildirilince davacılar vekili talep ettikleri arazi değerinin 5.000×350= 1.750.000 TL olduğunu, 04.06.2014 tarihli dilekçesi ile belirterek bu miktar üzerinden davayı ıslah etmiş ve noksan harcı aynı gün yatırmıştır.
Davalılar adına davayı takip eden Hazine vekili özetle; davada husumetin doğru yöneltilmediğini, öncelikle bu yönden ayrıca zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerde geçtiği nazara alınarak, esas yönünden davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; tapu iptali ve tescil isteminin reddine, tazminat isteminin kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar vekili tarafından tazminat istemine yönelik olarak temyiz edilmiştir.
Dava, 1771 sayılı Adi İskan Yasası hükümlerine göre davacılar mirasbırakanına 1925 yılında tahsis ve 1932 yılında temlik edilip iskan defterinde kayıtlı olan, ancak tapu siciline tescil edilmeyen ve taşınmazın bulunduğu Demirkapı Mahallesi Yenibağlar mevkiinde bulunan 5 dönüm yüzölçümündeki D:Raziye, B:Şaziment, K.Fatma G:Yol sınırlı ve bu mahallede 1935 yılında 2613 sayılı Kadastro Kanununun Hükümlerine göre yapılan Kadastroda hiçbir parsele uygulanmadığı için davacılar murisi adına tescil edilmeyen taşınmazın, kapsamının belirlenip davacılar adına tescil edilmesi, ya da Danıştay 8. Dairesinin 18.11.1969 tarih 1968/4546-4030 sayılı kararından sonra, İskan Müdürlüğünce muaddil taşınmaz olarak verilmesi düşünülen ve idarenin yazışmalarına konu olan Alaşar Köyü 268-329-1941 sayılı parsellerden muaddil olanının tapusunun iptali [Not: Bu parsellerden 268/yenileme 4462/36) P.12.12.1995 ve 329 (yenileme 4503/2) P.01.02.2000 ve 1941(yenileme 4490/2) P.09.05.2000 tarihinde ve dava tarihinden çok önce 3.kişilere Hazine tarafından satılmıştır] ile davacılar adına tescil bu istekleri kabul edilmezse 5 dönüm tarlanın dava tarihine göre tespit edilecek rayiç değerinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tazminat olarak alınmasına ilişkindir.
Davanın tapu iptali ve tescil bölümü reddedilmiş ve temyiz konusu yapılmadığından, temyiz incelemesi mahkemece hüküm altına alınan tazminat yönünden yapılmıştır.
İddia, savunma ve dosyadaki bilgi ve belgelere göre;
1- Selanik Langaza Mübadili Hasanoğlu Ahmet, eşi Rabia ve müşterek çocukları Veli, Emine, Mehmet ve Ali(6 nüfus) 1925 yılında Türkiye’ye gelmişler ve o tarihte bu aileye iskan hakkı olarak;
a)Birinci taşınmaz, D. Mahallesi Mezarlık sokak mevkiinde Sağı: metruke, Solu: Yusuf Hoca, Arkası: Sabuncuzadeler zeytinliği, Önü: yol olan 19 numaralı 76 m2 yüzölçümlü Yorgi’den kalan hane verilmiş ve iskan dairesinin 31.05.1932 tarihli yazısına rağmen tapu siciline tescil edilmemiş, ancak D. mahallesinde 1935 yılında yapılan Kadastroda bu iskan kaydı, Demirkapı Mahallesi 1159 ada 8 parsele uygulanmak suretiyle 04.09.1935 tarihinde düzenlenen kadastro tutanağında, halen boş arsa ve yüzölçümü 110 m2 olduğu belirtilerek, iskan malikleri adına 1/6 pay oranıyla müşterek mülk olarak tespit ve kesinleşerek bu kişiler adına 24.09.1935 tarihinde tescil edilmiş, böylece iskan kaydı yenilenmiş ve tapu kaydına dönüştürülmüştür. Yenileme işlemi sonucu bu parsel 5505 ada, 4 sayılı parsel olmuştur.
b) İkinci taşınmaz, Demirkapı Mahallesi Yenibağlar mevkii D:Raziye, B:Şaziment, K.Fatma, G:YOL sınırlı, 5 dönüm yüzölçümlü Yorgi’den kalan tarla verilmiş ve birinci hane(ev) nitelikli taşınmazda olduğu gibi yine tapu siciline tescil edilmemiş ve bu yerde 1935 yılında yapılan kadastroda herhangi bir parsele uygulanmamış ve iskan kaydı tapu kaydına dönüştürülmemiştir. Yani davacıların iddiası gibi 5 dönüm tarla iskan sahiplerine verilmemiş değildir. Ancak iskan sahipleri bu yeri haricen satmaları veya iskan yerini terk ederek tarlayı kullanmamaları yahut kadastro sırasında ilgilenmemeleri nedeniyle 1935 yılında 2613 sayılı yasa hükümlerine göre yapılan kadastroda muhtemelen üçüncü kişiler adına tespit ve tescil edildiğinden, miras bırakanlar adına tapu kaydı oluşturulmamıştır.
c) Üçüncü taşınmaz, Filidar (bilirkişi raporunda yeni ismi Gündoğdu) köyü Kurşunlu mevkiinde D:Yol, B:Mera, K:Ahmet, G:Kazım, sınırlı Balaban vasilden kalan, 40 veya 50 adet zeytinlik verilmiş, diğer iki taşınmazda olduğu gibi bu taşınmazda iskan dairesinin 31.05.1932 tarihli yazısına rağmen tapu siciline tescil edilmemiş, daha sonraki yıllarda yapılan kadastro sırasında iskan kaydının hangi parsele uygulandığı ya da uygulanmadığı, davacılar miras bırakanları adına hangi köyde hangi taşınmazın tescil edildiği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.
2- Davacıların miras bırakanlarına iskan yoluyla verilen bu 3 taşınmaz, İskan Tevzi Defteri 379, Esas Defteri 1006 ve Temlik Defteri 583 numaralarda kayıtlıdır. İskan tahsisi mülki amir tarafından onaylanmış, temlik işlemi tamamlanmış ve tapu siciline tescil edilmeleri için Bursa İskan Dairesinin 31.05.1932 gün 583 temlik numaralı yazısı ile Bursa Tapu Müdürlüğüne gönderilmiş ise de, bu 3 taşınmazın hiçbiri sebebi bilinmeyen nedenle sicile kayıt edilmemiş, yukarıda 1/c bendinde izah edildiği gibi, birinci sıradaki D. Mahallesi Mezarlı sokaktaki 19 nolu haneye ait iskan kaydı 1935 yılında yapılan kadastro da 1159 ada 8 parsel uygulanarak davacılar miras bırakanları adına tespit ve tescil edilmiş ve 1977 yılında mirasbırakanları tarafından Kemalettin Balaban’a satılmış, yenileme sonucu 5505 ada ve 4 sayılı parsel olmuştur.
Davacıların iddia ettiği gibi, D. Mahallesi Yenibağlar mevkiindeki beş dönüm tarla davacıların miras bırakanı olan iskan sahiplerine tahsis ve temlik edilmemiş değildir. İskanen verilmiş, iskan defterlerine yazılmış, mülki amirce onaylanıp temlik işlemi tamamlanmış, ancak 1935 yılında yapılan kadastro da iskan kaydı herhangi bir parsele revizyon görmemiştir.İskan kaydının tapu siciline kayıt edilip edilmemesi sonuca etkili değildir. Sicile kayıt edilmeyen hane (ev) de olduğu gibi diğer iki taşınmaza ait iskan kaydı da bu yerde 1935 yılında yapılan kadastroda yerine uygulanıp tapu kütüğüne tescil edilebilirdi.
3- Onaylanan iskan kaydına göre taşınmazlar, Hasan oğlu Ahmet, karısı Rabia ve müşterek çocukları Veli, Emine, Mehmet ve Ali adına ortak mülkiyet (müşterek mülk) olarak (1/6 pay oranıyla ) kayıtlıdır. Dosyadaki veraset ilamlarına göre Ahmet 1940 yılında ölmüştür. Oğlu Veli 1938 yılında bekar olarak ölmüştür. Rabia 1944 yılında ölmüş ve mirasçıları Emine , Mehmet ve Ali kalmıştır. Emine 1979 yılında ölmüş, mirası davada taraf olmayan çocuklarına, Mehmet 2001 yılında ölmüş, mirası kızları davacılar G.. S.. ve Aysel , Ali 1992, eşi Fatma 1997 yılında ölmüşler, mirasları evlatlıkları davacı Aysel kalmıştır.
4- Emine 1/6 pay oranında iskan sahibidir. Ayrıca Emine’nin bekar ölen kardeşi Veli ile babası Ahmet ve annesi Rabia’dan miras payı bulunmaktadır. Emine , Kocaeli 1. Noterliğince düzenlenen 15.12.1954 gün, 1779 nolu Resmi Gayrimenkul Satış Vaadi sözleşmesinde; “Demirkapı 1159 ada 8 parseldeki (iskan kaydı birinci sıradaki ev) ve henüz tapu senedi alınmamış iskan defterinde kayıtlı Bursa K. Köyü’ndeki (iskan kaydında Demirkapı Mah. Yenibağlar mevkiindeki beş dönüm tarla ve F.Köyü Kurşunlu mevkiindeki zeytinlik kastediliyor) 6 dönüm taşınmazın 5000 TL bedel karşılığında kardeşleri Kocaeli Vergi Kontrol Memuru Mehmet ve İstanbul’da polis memuru Ali Sezener’e satmayı vadettiğini, satış bedelini kendilerinden aldığını ve tapuda gerekli işlemleri yapmak üzere Ali’nin eşi Fatma Sezener’i vekil tayin ettiğini “ bildirerek satış vaadinde bulunmuştur.
5- Davacıların babası Mehmet Sezener tarafından Köyişleri Bakanlığından verilen dilekçe ile “Bursa Karaman Köyü, Yenibağlar mevkiinde iskanen tahsis edilmiş, 5 dönüm tarlanın namına tescilini (Not: Talep tarihinde 5 dönüm tarlanın bulunduğu yerde kadastro yapıldığından idari yoldan tescil mümkün değildir. Taşınmaz kadastroda kim adına tescil edilmişse o kişi ya da kişiler aleyhine Adli Yargıda dava açılması gerekirdi.) istemiş ve tescil talebinin reddine dair Bursa Valiliği’nce tebliğ edilen Köyişleri Bakanlığının 08.04.1968 gün 3603-4537-1002/11052 sayılı kararının iptali için, Bursa Valiliğini hasım göstererek Danıştay’da dava açmıştır. Bu dava, Danıştay 8.Dairesinin 18.11.1969 gün 1968/4546 – 4030 sayılı kararıyla”, “Langaza mübadillerinden olup 1341 yılında 6 nüfuslu olarak yurda gelenlere bir ev, elli ağaç zeytin, Yenibağlar mevkiinde de 5 dönüm tarla tahsis kılınmış ve ilgililer adına tapuya tescil için 31.05.1932 gün 583 sayılı yazı ile Tapu Sicil Muhafızlığına tevdi olunduğu halde 5 dönüm tarlanın ilgililer adına tapuya tescilinin zuhulen yapılmadığı, (Not: Yukarıda izah edildiği gibi hiçbir
taşınmaz tapu siciline tescil edilmemiş, 1935 yılında Demirkapı Mahallesinde yapılan kadastroda iskan defterinin birinci sırasındaki iskan kaydı 1159 ada, 8 parsele revizyon görüp uygulanmış ve iskan sahipleri adına tapuya tescil edilmiştir.) Ancak, aradan uzun süre geçtiği için bu yerin aynen tesbitinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
İskanen tahsis edildiği halde tapuya tescil suretiyle ilgililere temliki yapılmadığı anlaşılan 5 dönüm tarlanın aynen veya başka bir yerde bu kadar bir arazi vermek suretiyle veya tazminen davacının iskan hakkının tamamlanması gerekirken aksine tesis edilen işlemin iptaline” oy çokluğuyla karar verilmiş, karşı oy kullanan iki üye “…iskan yoluyla kendilerine verilen 5 dönüm tarlanın namlarına tescilini istemeleri gerekirken aradan 28 yıl geçtikten sonra bu yolla yapılan talebin SÜRE AŞIMI NEDENİYLE tetkik kabiliyeti bulunmadığından davanın REDDİ gerekir “ şeklinde karşı oylarını yazmışlardır.
6- Danıştay’ın bu kararından sonra, davacı Mehmet Sezener 10.12.1987 tarihinde Bursa Toprak İskan Müdürlüğüne verdiği dilekçesi ile “24.08.1971 tarihli dilekçe ile Danıştay kararının infazı için başvurmuş ise de, dilekçesine cevap verilmediğini ve gereğinin yapılmadığını, Danıştay kararına müsteniden 5 dönüm tarlanın HAZİNEYE AİT YERLERDEN verilmesi” istenilmiş ve iskan müdürlüğünün 14.12.1987 gün, 18032 sayılı yazısı ile “Hazine adına kayıtlı olan ALAŞAR KÖYÜ 268-329-1941 sayılı parsellere 2510 sayılı İskan Kanunu hükümlerine göre TAHSİSİ DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDEN hali hazır fiili ve hukuki durumlarının fuzuli şagil ve kiracısı olup olmadığının, işgal ve kira süresinin, amme hizmetine tahsisli olup olmadığının bildirilmesi” istenilmiş ve tapu sicil müdürlüğü 14.12.1987 sayılı yazısı ile “268-329-1941 sayılı parsellere hazine adına kayıtlı olduğu“ bildirilmiş, bundan sonra herhangi bir işlem yapılmamıştır.
7- Davacılar 18.12.2009 tarihli dilekçesi ile Ertuğrulgazi Milli Emlak Müdürlüğüne başvurarak “Bursa Karaman Köyü, Yenibağlar mevkiinde beş dönüm tarlanın Danıştay kararı gereği kendilerine verilmesini” istemişler, Milli Emlak Müdürlüğü 25.01.2010 gün 528 sayılı yazı ile “Talebin (Mülga 2510) 26.09.2006 günlü Resmi Gazetede yayınlanan 5543 sayılı İskan Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden kendilerince yapılacak işlem bulunmadığından ilgisi nedeniyle” dilekçe ve eklerinin İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğüne gönderilmiş ve yazının bir örneğinide davacılara tebliğ etmiştir.
8- Davacılar vekili yukarıda özetlenen 26.06.2012 tarihli dava dilekçesiyle temyize konu davayı açmıştır.
9- İskan kayıtlarına göre, davacılar murisine iskan yoluyla temlik edilen taşınmazlardan hane (ev), ve Bursa Demirkapı Mahallesinin Mezarlık Sokağında 5 dönüm tarla, yine Demirkapı Mahallesi Yenibağlar Mevkiinde 50 ağaç zeytinlik ise Filidar (yeni adı G.) Köyü Kurşunlu Mevkiindedir. Davacı vekilinin iskanen verilen 5 dönüm tarlanın Karaman Köyü Yenibağlar Mevkiinde olduğunu ileri sürmesi hatalıdır. Bilirkişi Emekli Kadastro Kontrol Memuru, Kadastro askı ilan cetvellerinde Yenibağlar mevkii araştırması yapmış ve Yenibağlar mevkiisinin Osmangazi
İlçesi H. Köyü (Mahallesi) 1077 ila 1453 sayılı parsellerin bulunduğu (Not: Hamitler Köyünde 766 sayılı Tapulama Kanununun yürürlüğü sırasında kadastro yapılmış ve 1987 yılından önce kesinleşmiştir.) mevkii olduğunu, bu mevkiinin tamamen meskun alan haline geldiğini, Bursa ilinde başka bir Yenibağlar Mevkii bulunmadığını bildirmiş, taşınmaza değer biçen Kadastro Müdürü Şaban Uzun, Hukukçu Aykut ve İnş.Mühendisi Necdet oluşan bilirkişi heyetinin hükme esas alınan 23.10.2013 günlü raporunda “H. Köyü Yenibağlar Mevkiinde 1077 ila 1453 sayılı parsellerin bulunduğu alan halen yerleşim yeri haline geldiğinden, dava tarihi itibariyle bu yerdeki arazilerin m2 değerinin 350 TL olduğu” bildirilmiştir ve mahkemece 350×5000=1.750.000 TL tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
10- Bilirkişiler raporlarında; “5000 m2’lik taşınmazın Hazine adına tapuda kayıtlı olmadığı, bu konuda fiili kusurlu bir imkansızlık yaratıldığı (TBK.m.112 BK.m.96) bunun sonucu olarak ayni hak sahiplerinin mülkiyeti üzerlerine alamamaktan kaynaklanan müspet zararlarının Hazine’ce karşılanması gerektiğinin mahkemenin taktirine bırakıldığını” belirtmişler, mahkemede hüküm gerekçesinde, bu görüşlerden hareketle davada tazminata hükmetmiş ve hüküm sadece davalı tarafından temyiz edilmiş ve Hukuk İş Bölümü İnceleme Kurulu’nun 01.10.2015 gün ve 2015/21783 -14116 sayılı kararı ile “Tazminat konusundaki hükme yönelik temyiz incelemesinin 3..Hukuk Dairesine ait olduğu” gerekçesiyle dava dosyası Dairemize gönderildiğinden, temyiz incelemesi gerçekleştirilmiştir. Olayda, uygulanması gereken yasa hükümleri; iddianın ileri sürülüş biçimine göre sebepsiz zenginleşmenin temel kaynağını oluşturan 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile 3402 sayılı Kadastro Kanununun ilgili maddeleri olmalıdır.
11- Bu davada Bursa Valiliği’ne husumet yöneltilemez. Hasım Tarım ve Köyişleri Bakanlığına izafeten Maliye Hazinesi’dir. Ancak, Hazine vekili davayı davalı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı dolayısı ile Hazine adına takip etmiş ve pasif husumet eksikliği tamamlanmıştır. Bu nedenle, sözü edilen eksiklik bozma sebebi yapılmamıştır.
Yukarıda izah edildiği gibi, İskan Tevzi Defteri, 379 Esas Defteri, 1006 Temlik Esas Defteri, 583 Kayıt Numarası ile davacılar murisi Hasan oğlu Ahmet ailesine (6 nüfus) Bursa Demirkapı Mahallesi Mezarlık Sokağında bir hane, yine Demirkapı Mahallesi Yenibağlar Mevkiinde 5 dönüm tarla ve F. Köyü Kurşunlu Mevkiinde 50 (ya da 40) ağaç zeytinlik 1771 sayılı İskan Yasasına göre tahsis ve mülki amirin tasdiki ile de TEMLİK edilmiştir.
Danıştay Kararında yazılı olanın aksine, iskanen verilen arazinin tapu siciline tescili temlik değildir. İskan bölgesinin en yüksek mülki memurunun iskan tahsis işlemini onaylaması TEMLİK’dir. Somut olayda tahsis ve temlik konularında eksiklik bulunmamaktadır. Kararlılık kazanan Yargıtay İçtihatlarına göre TMK.nun 705 (EMK 633) maddesinde sözü edilen “Kanunda öngörülen diğer haller” iskanen verilen arazileri de kapsar ve bu tür arazilerde mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak maliklerin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır. Davacılar ailesine iskan yoluyla tahsis ve temlik edilen üç parça taşınmazın tapu siciline tescilini iskan Dairesi 31.05.1932 gün 583 sayılı yazı ile Bursa Tapu Müdürlüğüne bildirilmiş, ancak bu üç taşınmazın tapu siciline tescil işlemi yapılmamıştır. Tapu siciline tescil işleminin yapılmamış olması iskan sahiplerinin “TEMLİK” ile doğan haklarını etkilemez. İskan kaydında hane ve 5 dönüm tarlanın bulunduğu Demirkapı Mahallesinde 1935 yılında 2613 sayılı, Kadastro ve Tapu Tahsisi Kanunu hükümlerine göre kadastro yapılmış ve haneye (ev) ait olan iskan kaydı, Demirkapı Mahallesi 1159 Ada 8 Parsele (Yenileme 5505 ada 4 p.) uygulanıp revizyon görmüş ve bu parsel davacıların murisi olan iskan maliki altı kişi adına tespit ve tescil edilmiştir. Ancak dosya kapsamına göre, Demirkapı Mahallesi Yenibağlar Mevkiindeki 5 dönüm tarlaya ait iskan kaydı herhangi bir parsele uygulanmamış, revizyon görmemiş ve tapu kütüğünde kayıt oluşturulmamıştır.
Kadastro işleminin yapıldığı 1935 yılında davacı murislerinin yapacağı iş; 2613 sayılı Kanun hükümlerince arazi postasına ve komisyonuna itiraz ederek bu taşınmazlarının adlarına tescilini sağlamaları, itirazlarının reddedilmesi halinde o tarihte görevli Şehir Kadastro Mahkemesinde tarlaları kim ya da kimler adına tespit edilmişse onlar aleyhine dava açarak 5 dönüm tarlaya ait iskan kaydının kapsadığı alanın adlarına tescil ettirmeleri olmalıydı.
Davacı murislerinin 5 dönüm tarlayı 3.kişilere haricen satmış olmaları ya da başka bir sebeple tarlaya başka kişiler tarafından zilyet olunması veya iskan sahiplerinin iskan yerini terk edip ilgilenmemelerinden ve fiili zilyed olmamalarından veya yanlışlıkla başka kişiler adına bu tarla tescil edilmiş olabilir. Bu yanlışlıkların nasıl düzeltileceğini yasalar göstermektedir. Davacı murisleri zamanında yasal haklarını kullanmamışlardır. 2613 sayılı Kanun 10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu ile yürürlükten kaldırılmış ve bu kanunun Geçici 4/3 maddesi ile “2613 sayılı Kadastro ve Tapu Kanunu ile kadastro yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde hak sahipleri dava açabilir.” hükmü getirildiği halde, davacılar ve murisleri bu kanunda öngörülen süreyide geçirmişlerdir. Sözü edilen süre, HAK DÜŞÜRÜCÜ süre olduğundan mahkemece re’sen gözönünde bulundurulacaktır.
Bu yasal hükümlere, davacılar ve murisleri uymamış 1967 yılında iskan sahiplerinden Mehmez Sezener, Köyişleri Bakanlığına başvurarak Karaman Köyü (halbuki Demirkapı Mahallesi olacak) Yenibağlar Mevkiinde iskanen tahsis edilen 5 dönüm tarlanın adına tescilini istemiş, (Not: Taşınmazın bulunduğu yerde kadastro yapıldığından yürürlükdeki yasa hükümlerine göre idari yoldan tescil mümkün değildir. Ancak adli yargıda tapu iptali ve tescil davası açılabilir) talebi Bakanlıkça reddedilip bu ret kararı Bursa Valiliğince kendisine tebliğ edilince işlemin iptali için Danıştay’da valilik aleyhine dava açmıştır. Bu dosyada arazinin bulunduğu yerde 1935 yılında kadastronun yapıldığı konusunda bilgi olmadığı için, Danıştay 8.Dairesi oyçokluğuyla verdiği 18.11.1969 gün ve 1968/4546-4030 sayılı kararındaki “….Yenibağlar Mevkiinde 5 dönüm tarla tahsis kılınmış ve ilgililer adına tapuya tescil için 31.05.1932 günlü yazı ile tapu sicil müdürlüğüne tevdi olunduğu halde ilgililer adına tapuya tescilin zuhulen yapılmadığı, ancak aradan uzun zaman geçtiği için bu yerin aynen tespiti mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
İskanen tahsis edildiği halde tapuya tescil suretiyle ilgililere TEMLİKİNİN yapılmadığı anlaşılan 5 dönüm tarlanın aynen veya başka biryerde bu kadar bir arazi vermek suretiyle veya tazminen davacının iskan hakkının tamamlanması gerekirken aksine tesis edilen işlemin iptaline…” gerekçesi ile işlemi iptal etmiş ve davacı Mehmet Sezener 24.08.1971 ve 10.12.1987 tarihli dilekçeleri ile toprak iskan dairesinden, Danıştay kararının gereğinin yerine getirilmesini istemişse de netice alamamış, davacılar 28.12.2009 tarihinde Milli Emlak Müdürlüğüne verdikleri dilekçe, gereği için ekleri ile birlikte 25.01.2010 tarihinde İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğüne gönderilmiş ve bu yazanın örneği davacılara tebliğ edilmiştir.
Halbuki 1932 yılında iskan kaydı tapuya tescil edilmiş olsaydı bile, kayıt kapsamı belli olmadığından iskan kaydı gibi tapu kaydıda kadastroca uygulanmayacak ve davacılar adına kadastroca tapu verilmeyecekti. 5 dönüm tarla ile aynı durumda olan ve tapuya tescil edilmeyen haneye ait iskan kaydı kadastroca yerine uygulanmış ve 1159 ada 8 sayılı parselin tapu kaydı iskan malikleri adına oluşturulmuştur.
12- Danıştay’ın 18.11.1969 gün, 1968-4546-4030 sayılı kararı davacılara tazminat ödenmesi yönünden bir hak doğuracak mıdır? İskanen temlik edilen beş dönüm tarla davalılar adına tescil edilmediğinden davalılar sebepsiz zenginleşmemiştir. Tazminatın kaynağını oluşturan temel ilişki (tapu kaydının iptali ve tescil) yönünden 3402 sayılı yasanın 12/3 ve geçici 4/3 maddesinde öngörülen HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE dava tarihine göre çoktan geçmiştir. Türkiye’de 1934 yılından beri 2613, 5602, 766. 3402 sayılı kadastro kanunları gereğince yapılan kadastro işlemlerinde, yerine şu veya bu nedenle uygulanmayan milyonlarca tapu ve iskan kaydı bulunmaktadır. Kadastro yasaları tasfiye yasalarıdır. Bu sebeple yasalarda hak düşürücü süreler öngörülmüştür.
İskan kaydı ile kendilerine temlik edilen, ancak somut olayda olduğu gibi tapuya tescil edilmeyen ya da tapuda kayıtlı taşınmazlarını haricen satması veya kayıt maliki ve mirasçılarının ilgilenmemesi nedeniyle yerine uygulanmayan milyonlarca kayıt sahibi yada mirasçısının, yasaların kendilerine tandığı yasal yolları zamanında kullanmayarak hak düşürücü süreleri geçirdikten yıllarca sonra somut olayda olduğu gibi hazineye karşı tazminat davası açmaları yürürlükteki yasalara göre olanaksızdır. O halde tapu kaydının iptali ve tescil davalarının hak düşürücü süre yönünden reddini gerektirecek davalar nedeniyle açılan tazminat davalarının da dinlenilmesi mümkün değildir.
Bilirkişiler BK 96. maddesinden söz ederek “fiilen kusurlu bir imkansızlık yaratıldığından” söz etmiş, mahkemede gerekçesinde bu konuya yer vermiştir. Bu maddeye göre; alacaklı hakkını kısmen veya tamamen alamadığı takdirde borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini, ispat etmedikçe bundan dolayı zararın tamamından sorumludur. Bu sorumluluğu belirleyecek davanın herhalde 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılması gerekir. Somut olayda iskan sahibi davacı murisleri hak düşürücü ve zamanaşımı süresi içinde itiraz ve dava haklarını kullanmamış olduklarından davanın esasına girilip bu konu tartışılamaz.
Danıştay kararı ile davalı Bursa Valiliği belirli bir tazminat ödemeye mahkum edilmemiştir. İskan kaydının tapuya tescil edilmeme eylemi davacıların haklarına kavuşmasına engel olmamıştır. Bu sebeple, haksız fiil olarak kabul edilemez. 818 sayılı BK’nun 60. (6098 sayılı TBK’nun 72.) maddesi gereğince haksız fiilde zamanaşımı süresi 1 ve 10 yıldır. Sebepsiz zenginleşme olarak kabul edilirse 818 sayılı BK. md. 66 (6098 sayılı TBK m.82) uyarınca yine zamanaşımı süresi 1 ve 10 senedir. 818 sayılı BK’nun 125. (6098 sayılı TBK’nun 146.) maddesi uyarınca her dava 10 senelik zamanaşımına tabidir. Olaya hangi yönden bakılırsa bakılsın tazminat davası yönünden zamanaşımı süresi geçmiştir.
Davalı vekili süresinde zamanaşımı itirazında bulunduğundan zamanaşımı nedeniyle tazminat davasının reddine karar verilmelidir.
13-Kabule göre de; Tapu Sicil Müdürlüğü adına oluşturulan bir tapu kaydı olmadığından tapu iptali ve tescil davası yönünden bu müdürlüğe husumet yöneltilemeyeceği gibi, tazminat davası yönünden de Tapu Sicil Müdürlüğüne husumet yöneltilemez. Yine, tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istendiği halde bu ayırıma gitmeden hüküm kurulması isabetsiz ise de, zamanaşımı nedeniyle hüküm bozulduğundan bu yanlışlıklara işaret edilmekle yetinilmiştir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; tazminat davasının zamanaşımı nedeniyle REDDİNE karar verilmesi gerekirken, aksi düşüncelerle kabul kararı verilmesi isabetsiz ve davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davalı taraf için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekalet ücretinin davacı taraftan alınıp davalı tarafa verilmesine, 04.11.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, Langaza mübadillerinden olan davacılar miras bırakanı Mehmet Sezener’e, 1771 sayılı İskân Kanunu gereği tahsis ve mülki amirce tasdik ile verilen 5 dönüm tarlanın tapuya tescil edilmemesi nedeniyle, idari yargıya başvuru üzerine alınan, “ 5 dönüm tarlanın aynen veya başka bir yerde bu kadar arazi vermek suretiyle veya tazminen iskan hakkının tamamlanmasına” ilişkin yargı kararının uygulanması amacıyla, idari yargı kararında belirtilen 5 dönüm miktarlı Bursa ili Osmangazi ilçesi K. Köyü, Yenibağlar Mevkiindeki Hazine adına kayıtlı taşınmazın tapusunun iptali ile aynen davacılar adına tescili, olmazsa muadili olan Osmangazi İlçesi, A. Köyü 268, 329 veya 1941 sayılı parsellerin tapularının iptali ile davacılar adına tescili, bu da olmazsa taşınmazın rayiç bedelinin tazmini istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece idari yargı kararı, tahsis dayanağı belgeler ve taraf delilleri üzerine yapılan inceleme, keşif ve alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, davaya konu taşınmazın aynen veya muadili ile davacılar adına tescili isteminin imkânsızlık nedeniyle reddine, iskan hakkının tazminen tamamlanmasına yönelik istemin kabulü ile dava ve ıslah olunan tazminat miktarının kabulü ile davalılardan alınarak davacı tarafa ödenmesine karar verilmiştir.
İlgili kararın davalılar tarafından temyizi üzerine, Dairemiz sayın çoğunluğu tarafından; davacılar miras bırakanının 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu gereği taşınmazın tespit gördüğü kişiler aleyhine dava açarak adına tescilini sağlaması gerektiği; ilgisizlik, zilyet olmama veya yanlışlıkla başkaları adına tescile ilişkin yanlışlıkların nasıl düzenleneceğinin ilgili kanunlarda belirtilmesine rağmen miras bırakanın yasal haklarını kullanmadığı; 10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu 12/3 ve Geçici 4/3. maddelerinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin bu davanın açılma tarihinde çoktan geçmiş bulunduğu, kanunen tanınan hak düşürücü sürelere uymayarak yasal haklarını kullanmayanların tazminat davalarının da dinlenme olanağı bulunmadığı; tazminat isteminin dayanağı sözleşme, haksız fiil veya sebepsiz zenginleşmeden herhangi biri olarak değerlendirilse bile, davanın her halükarda zamanaşımına uğradığı; bu nedenle de tazminat davasının zamanaşımından reddi gerektiği gerekçesiyle bozma yapılmıştır.
Bilindiği üzere mülkiyet hakkı, aynî hakların en önemlisi ve en geniş yetkileri kapsayanıdır. Bu nedenle devamlı olduğu gibi, her tür müdahaleye karşı da korunmuştur Bu özelliği nedeniyle Anayasa’da da “Temel Haklar ve Ödevler” başlığında 35 maddede düzenlenmiştir. Anayasa’nın 35. maddesinde, herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu ve bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmiştir. Madde gerekçesinde, mülkiyet ve miras haklarının birbirine yakın ve birbiriyle ilgili iki temel hak olarak birlikte düzenlendikleri, miras hakkının mülkiyet hakkının devamı niteliğinde özel bir biçimi olduğu, bu nedenle aynı maddede ard arda düzenlenerek anayasal güvence altına alındığı belirtilmiştir. (Anayasa tasarı gerekçesi, MGK’nın 18/10/1982 tarihli tutanağı) Anayasa Mahkemesi’nin de kabul ettiği gibi, “… Mülkiyet hakkının içerik ve sınırlarını belirleme yetkisi yasalara bırakılmışsa da, bu konuda yasa koyucuya mutlak bir yetki de verilmiş değildir. Aksi görüşün kabulü mülkiyet hakkının anayasa güvencesi altına alınmış olmasına aykırılık oluşturur.” (Anayasa Mahkemesi’nin 10/04/2003 gün, 2002/112 E, 2003/33 K. sayılı kararı) “Yasa koyucu, Anayasa’nın mülkiyet ve miras haklarını temel hak olarak tanıyıp güvence altına aldığını göz ardı ederek, belli gerçek kişileri ya da özel hukuk tüzel kişilerini mülkiyet ve miras haklarından yoksun bırakan kanunlar yapamaz. Kanun, hiç kimseyi keyfi olarak mülkiyet ve miras haklarından yoksun bırakamaz; yayımlanmasından önce söz konusu hakları düzenleyen kanun hükümlerine uygun olarak kazanılmış hakları ortadan kaldıran bir kural koyamaz.” (Anayasa Mahkemesi’nin 11/10/1963 gün, 1963/124 E., 243 K. sayılı kararı) Başka bir
ifadeyle Kanun; kamu yararı düşüncesine dayansa bile, Anayasa ile güvence altına alınmış mülkiyet ve miras haklarını sınırlandırma ölçülerinin dışına çıkarak tümden ortadan kaldıramaz. Aksi halde, hukukun genel ilkelerine ve “kazanılmış haklara saygı” ilkesine, dolayısıyla Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk Devleti” ilkesine aykırı davranılmış olur.
Mülkiyet hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 1. Protokol, 1. maddesinde de “Mülkiyetin Korunması” başlığı altında düzenlenmiş, gerçek ve tüzel kişilerin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini istemek hakkına sahip oldukları belirtildikten sonra, bir kimsenin ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabileceği ilkesine yer verilmiştir.
Anayasa’mızın 138/son maddesinde yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ile idarenin mahkeme kararlarını değiştirip yerine getirilmesini geciktiremeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir. Yargı kararı, taraflar arasındaki uyuşmazlığı yargılama usulü kuralları çerçevesinde ve hukuka uygun olarak çözümleyerek ve bu çözümün hayata geçirilmesine olanak tanır. Yargı kararları, ister oy birliği ister oy çokluğu ile verilsin, ister haklı ister haksız olsun, sırf yargı kararı olmaları nedeniyle uygulanılmak zorunda olup bu husus davanın tamamlayıcı unsuru, yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan hak arama hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının olmazsa olmaz koşuludur (AHİM,Okyay ve Diğerleri kararı). Hatalı ve yanlış olarak verildiği düşünülse bile, kesinleşmiş (idari) yargı kararı gereğince taraflar lehine bazı haklar oluşacağından, gerek kazanılmış haklar, gerek yargı kararı görmezden gelinemez, hiç bir gerekçe ile “yok hükmünde” veya “geçersiz” sayılmaz.
Somut olayda davacıların İskân Kanunu gereği elde ettikleri taşınmaz tapuya bağlanmamış ise de, mülkiyet hakkını kazandıkları tartışmasızdır. Tartışmasız olan bir diğer husus ise, mülkiyet hakkını tapuya bağlanmayarak iskân işlemlerini tamamlamayan idarenin eyleminin, hukuka aykırılığının idari yargı kararı ile belirlenmiş olmasıdır. Bu nedenlerle her ne kadar çoğunluk görüşünde, davacıların 1935 yılındaki tapulama (kadastro) sırasında taşınmazın adlarına tapuya bağlanmasını istemeleri gerektiği görüşü dile getirilmişse de, davacılar dava konusu 5 dönüm tarlanın mülkiyetini, tahsis ve temlik ile kazanmışlardır. Mülkiyet tahsis ve temlik ile davacılara geçtiğine göre, kaydın oluşturulmaması sonucu etkilemez (7. HD. 26.10.1987 gün, 1984/22169-1987/24517). Kaldı ki, daha sonra 1969 yılında alınan idari yargı kararı ile davacıların mülkiyet hakkının varlığı kabul ile buna dayalı olarak iskân işlemlerinin tamamlanması gereği hüküm altına alınmıştır.
Sayın çoğunluk, davacı tarafın yasal haklarını kullanmadığı görüşünü dayanmış ise de, bu görüşe katılmak mümkün değildir. Şöyle ki; dava konusu yerin tapuya bağlanması için başvuruları reddedilen davacı taraf, idarenin iskân işlemini tamamlamamasına yönelik işleminin iptali için idari yargıya başvurmuş, Danıştay 8. Dairesi 18.11.1969 tarih 1968/4546-1969/4030 sayılı kararı ile idari işlemi iptal etmiştir. Davacı tarafın alınan idari yargı kararı sonrasında kararı uygulatmak için 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun yürürlüğünden önce (24.08.1971) ve yürürlüğünden hemen sonra 11.12.1987 tarihinde Valiliğe başvurduğu, Valilikçe tahsis edilen 5 dönüm arsanın aynen verilmesinin imkânsızlığı nedeniyle başka yerde verilebilecek üç adet taşınmazın belirlendiği ve fakat bunlardan herhangi biri verilmek suretiyle iskân işlemi tamamlanmayarak işlemin askıda bırakılarak, iptal edilen işlem ile yaratılan hukuka aykırı durumun sürdürüldüğü, sonrasında 1995 ve 2000 yıllarında bu üç adet taşınmazın başkalarına satılarak davacılar adına taşınmaz verilmesi suretiyle iskân hakkının tamamlanması imkânının ortadan kaldırıldığı, davacıların 28.12.2009 tarihli son başvurusu üzerine 25.01.2010 tarihli cevap ile de sonuç alınamadığı, bunun üzerine davacıların eldeki bu davayı açmak suretiyle iskân işleminin taşınmaz tescili veya tazminen tamamlanmasını istedikleri görülmektedir.
Davacı taraf elinde bulunan idari yargı kararına güvenerek, kararın uygulanması için 3402 sayılı Kanun’daki hak düşürücü süre içinde kadastro mahkemesi yerine, davalı idareye başvurmuştur. Davalı idare, idari yargı kararını uygulayacağı yönünde işlemler yaparak uygulayacağı izlenimi yaratmış ve davacıları derhal uygulanması gereken kararın uygulanacağı konusunda yanıltmıştır. İdari yargı kararını uygulamamak suretiyle, iptal edilen işlem ile yaratılan hukuka aykırı durumu sürdüren davalı idarenin zamanaşımı def’inde bulunması iyiniyet kuralları ile bağdaşmaz. Kaldı ki, iptal edilen işlem ile yaratılan hukuka aykırı durum devam ettikçe zamanaşımından da söz edilemez. Davacıların hem idari yargı kararı almış olmaları hem de idari yargı kararının uygulanacağı yönünde yaratılan izlenim nedeniyle, 3402 sayılı Kanun gereği adli yargıda dava açmaları beklenemez. Zaten ellerinde idari yargı kararı olması nedeniyle açılacak davanın dinlenemeyeceği de yüksek ihtimal dahilindedir. Ayrıca Kadastro mahkemesinde, belli bir taşınmazın kadastro tespitine itiraz şeklinde dava açılabilecek olup 5 dönüm tarla olarak verilecek yerin nerede olduğu, hangi parsele ilişkin olduğu belli olmadığından bu davanın, hangi parsel hakkında ve kimin aleyhine açılacağı da belirsizdir. Bu nedenle sayın çoğunluğun, taşınmaz kadastroda kimin adına tescil edilmişse o kişi veya kişiler aleyhine Adli Yargıda dava açılması gerektiği görüşüne de katılmamaktayız. Zira, Kadastro mahkemesinde, dava konusu ve davalısı bilinmeyen bu davanın görülmesi mümkün değildir. Ayrıca, yıllarca yapılan başvurulara rağmen davalı idarece bile belirlenip bilinmeyen taşınmaza ve bilinmeyen kişilere karşı davacıların bu davayı açmalarının istenmesi ve dahası süresinde açmadıklarından bahsedilmesi temel bir hukuk ilkesi olan “impossibilium nemo obligator (Hiç kimsenin imkânsıza zorlanamayacağı)” ilkesine de aykırıdır.
Yine sayın çoğunlukça, dava konusu 5 dönüm tarlanın bulunduğu yerde daha önce kadastro işlemi yapıldığından idari yoldan tescil yapılamayacağı ve Adli yargıda dava açılması gerektiği, daha önce taşınmazın bulunduğu yerde kadastro çalışması yapıldığına dair bilgi olmadığından Danıştay 8. Dairesi tarafından oy çokluğu ile dava konusu tarlanın aynen veya başka yerde bu kadar arazi verilmek suretiyle veya tazminen iskân hakkının tamamlanması gerekirken aksine tesis edilen işlemin iptaline karar verildiği görüşüne yer verilmiştir. Yukarıda da açıklandığı üzere, yargı kararları, ister oy birliği ister oy çokluğu ile verilsin, ister haklı ister haksız olsun, sırf yargı kararı olmaları nedeniyle uygulanılmak zorunda olup bu husus hak arama hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının olmazsa olmaz koşuludur. O halde, dava konusu taşınmaza ilişkin olarak verilmiş idari yargı kararı, bu dava bakımından görmezden gelinemez, yorumlanamaz, içeriği ve haklılığı denetlenemez.
Davacıların tazminat hakkı konusunda sayın çoğunluk, bu hakkın dayanağının tapu iptali ve tescil istemi olduğunu ve bu istem bakımından 3402 sayılı Kanun’un 12/3 ve Geçici 4/3. maddeleri gereğince hak düşürücü sürenin geçtiğini, tapu iptali ve tescil davasının hak düşürücü süreden reddinin gerekeceği hallerde buna dayalı tazminat davalarının da dinlenmesinin mümkün olmadığı görüşünü dile getirmiştir. Ayrıca sözleşme, sebepsiz zenginleşme ve haksız fiile ilişkin zamanaşımı süreleri sıralanarak hangi yönden bakılırsa bakılsın zamanaşamı süresinin dolduğu belirtilmiştir. Oysa davacıların tazminat hakkı ne sözleşmeye, ne haksız fiile ne de sebepsiz zenginleşmeye dayalıdır. Davacıların tazminat istemi, kanundan (İskân Kanunu) ve sonrasında bunu tevsik eden yargı kararından kaynaklı mülkiyet hakkına dayalıdır. Nitekim sayın çoğunluk da, davacıların mülkiyet hakkının iskân tahsis ve temlik işlemi ile doğduğunu ve tapu siciline tescil işleminin yapılmamasının iskân sahipleri için doğan mülkiyet hakkını etkilemeyeceğini kabul etmektedir. İskân Kanunu’na dayalı olarak davacılar lehine doğan mülkiyet hakkı, sonrasında davacılarca kullanılamamıştır. Mülkiyet hakkını kullanamamaları nedeniyle idareye başvuran davacı taraf, başvurularının reddi üzerine konuyu idari yargıya taşımış, idari yargı kararına dayalı olarak aynen
veya muadili yer verilmek suretiyle veya tazminen iskân hakkının tamamlanması gerekirken aksine tesis edilen işlem iptal edilmiştir. Şu durumda davacıların açtıkları eldeki davada terditli olarak taşınmazın aynen veya muadilinin tescili, olmazsa, mülkiyet hakkının tanıdığı sınırlar içinde kullanımının mümkün olmaması nedeniyle, bu hakkın kullanılamamasından kaynaklı taşınmaz bedelinin tazmini istemi davası olduğu açık olup, bu istem davacıların en doğal hakkıdır. Nasıl ki mülkiyet hakkı zamanaşımına uğramazsa, bu hakka dayalı tazminat istemlerinin de zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Tapuya bağlanmasa bile mülkiyet hakkı doğduğuna ve tapuya bağlanmasının imkânsız olduğu anlaşıldığına göre buna dayalı tazminat hakkının zamanaşımı süresi gözetilmeden varlığının kabulü gerekir. Aksinin düşünülmesi, hem mülkiyet hakkının hem de yargı kararının göz ardı edilmesine neden olur.
Dava konusu uyuşmazlığa ilişkin verilen idari yargı kararında, davalı idare tazminat ödemeye mahkûm edilmemiş ise de, idarenin iskân işlemlerini tamamlamamasına yönelik eylemi hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiş ve sonrasında ne yapılması gerektiği belirlenmiştir. Zaten, idari yargı kararına rağmen bu kararın yerine getirilmesi konusunda hukuki veya fiili imkânsızlık bulunması halinde, bu nedenle ilgiliye tazminat verilmesi veya yasal düzenleme ile idari yargı kararı ile belirlenen olumsuz sonucun giderilmesi esastır. Nitekim bu hususu öngören Danıştay, davacı tarafa İskân Kanunu gereği verilmesi gereken yerin verilmesi, bu mümkün olmazsa başka bir yerde bu kadar arazi verilmesi, bu şekillerde yer verilmesinin imkânsız olması halinde ise tazminen iskân hakkının tamamlanması gerektiğini belirtmek suretiyle dolaylı da olsa somut olayda ne yapılması gerektiğini bildirmiştir. Sonraki Kadastro Kanunu hükümlerini uygulamak suretiyle, bu kararın göz ardı edilmesi, Anayasa’mıza göre yasama yoluyla yargı kararının etkisiz hale getirilemeyeceği ilkesine aykırıdır. Zira, Yasama organı, iptal edilmiş işlemlere geçerlik kazandıramayacağı gibi, kesin hüküm niteliği kazanmış yargı kararı ile iptal edilmiş işlemlerin uygulanmasına aracı kılınamaz. Aksine, yargı kararlarının yerine getirilmesini kolaylaştırmak ya da iptal kararlarından doğan boşluğu doldurmak için faaliyette bulunabilir.
Kadastro kanunları, sayın çoğunluğun belirttiği gibi tasfiye kanunları ise de, bu kanunların tasfiye kanunu olma özelliği, yargı kararına bağlanmamış konularda hüküm ifade eder. Bu nedenle kadastro kanunlarının yargı kararına bağlanmış ve yargı kararına dayalı olarak doğmuş bulunan hakları ortadan kaldırmaları söz konusu olamaz. Aksi halde, her çıkan kadastro kanunu ile yargı kararına bağlanmış yerler bakımından yargı kararı hiçe sayılmış, Anayasal bir kural olan yargı kararlarının bağlayıcılığı kuralı uygulanmaz hale getirilmiş, çıkarılan kadastro kanunları ile bizzat kanun koyucu tarafından bu Anayasal kural delinmiş olur.
Tüm bu hususlar bir yana, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, kesinleşmiş bir yargı kararının icra edilmemesi kişinin mülkiyet hakkına zarar vermekteyse konu Adil yargılanma ve mülkiyet hakkı kapsamında incelenmektedir. Kamu makamlarının yargı kararını usulüne uygun olarak ve makul sürede yerine getirmekle yükümlü olduklarını belirten Mahkeme, AİHS 6. maddesindeki “Adil Yargılanma Hakkı” ile 1. Nolu Protokolün 1. maddesindeki “Mülkiyet Hakkı” nın, devlete yargı kararlarının icrası bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü yüklediğini (AHİM, Bourdov(2) kararı) vurgulamaktadır (Prof. Dr. Osman Doğru/Dr. Atilla ; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, Cilt:2, s. 663-664). Somut olayda yargı kararının uygulanmaması ile davacıların mülkiyet hakkı ihlal edilmiş olup bu hususta gerekli önlemleri almak devletin görevidir.
Açıklanan nedenlerle, sayın çoğunluğun davanın zamanaşımından reddi yönündeki görüşüne katılamamaktayız. Yerel mahkemenin işin esasını incelemesinin doğru olduğunu düşünmekte isek de, mahkemenin tazminatın hesaplanma şekli ve miktarı konusunda ulaştığı sonucun doğru olup olmadığı konusunda, bu aşamada düşünce açıklamasının mümkün olmadığını belirtmekle yetinmekteyiz. 04.11.2015