Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2015/1285 E. 2015/20767 K. 22.12.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/1285
KARAR NO : 2015/20767
KARAR TARİHİ : 22.12.2015

MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili davacının davalıdan 1979 yılında harici sözleşme ile satın aldığı 2 adet pansiyon odası niteliğindeki taşınmazın müvekkiline teslim edildiğini ve iki yıl öncesine kadar bu taşınmazı kullandığını, ancak tapusu kendisine verilmeyen taşınmazın bir süre önce elinden alınarak yurt yapılması nedeniyle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile taşınmazların bedelinden şimdilik 40.000 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesinde; dava konusu sözleşmenin geçersiz olması nedeni ile bu sözleşmeye dayanan taleplerin de geçersiz olduğunu, ayrıca alacağın zamanaşıma uğradığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, yapılan yargılama neticesinde davanın kısmen kabulü ile 40.000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir. Anılan hüküm Dairemiz’in 2012/15099 Esas, 2012/21345 Karar sayılı ilamı ile; “…Ancak, hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken denkleştirici adalet kuralı gözardı edilmemelidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen paranın çeşitli ekonomik etkenler nedeniyle azalan alım gücünün, enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vs. ortalamaları alınarak alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve o şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki zenginleşme, iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak iade borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır.
O halde denkleştirici adalet kuralı gereğince davacının ödediği paranın azalan alım gücünün, enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vs. ortalamaları alınarak ödediği tarihten dava tarihine kadar ulaşacağı alım gücünün değerinin ne olabileceği konusunda uzman bilirkişi kurulundan nedenlerini açıklayıcı denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, salt bankanın faiz oranlarına göre, hesapladığı miktar nazara alınarak eksik inceleme ile davanın kabulü doğru görülmemiştir. ” gerekçesi ile bozulmuştur.Davacı taraf, bozma ilamı sonrası alınan bilirkişi raporuna göre talebini 59.464,06 TL olarak ıslah etmiştir.Mahkemece bozmaya uyulmuş, alınan bilirkişi raporu ve davacı tarafın sunduğu ıslah dilekçesi doğrultusunda 59.464,06 TL alacağın, 40.000 TL’lik kısmının dava tarihinden, 19.464,06 TL’lik kısmının ıslah tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, harici taşınmaz satışına dayalı alacağın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tahsili istemine ilişkindir.Mahkemece, hükme esas alınan bilirkişi raporunda; denkleştirici adalet ilkesine göre tazminat hesabı yapılırken sadece tefe, USD, asgari ücret değerleri esas alınmıştır. Oysa, bu değerler dışında enflasyon, döviz kurlarındaki artış, tüketici eşya fiyat endeksi, maaş artışları, altın vs. gibi ekonomik etkenlerin ortalamalarının da alınarak paranın ulaştığı değerin hesaplanması gerekir. Bu bağlamda hükme esas alınan raporda dikkate alınan etkenler yeterli değildir. Ayrıca davacı taraf, dava konusu taşınmazlar için ödemiş olduğu satış bedelini 310.00 TL olarak belirtmiş olmasına karşın bilirkişi raporunda davacının ödediği bedel 335.000 TL olarak esas alınmış ve bu bedel üzerinden güncelleme yapılmıştır. HMK.’nun 26.maddesi (HUMK m. 74) gereğince, “Hakim tarafların talep sonuçları ile bağlı olup, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez.” Mahkemece bu husus göz ardı edilerek davacının talep ettiği miktarın fazlası güncellenmek sureti ile hesap edilen bedele hükmedilmiş olması doğru değildir. Buna göre, mahkemece bozmaya uyulmasına rağmen bozma ilamının gereğinin yerine getirildiğini söylemek mümkün değildir.Bu noktada değinilmesi gereken diğer bir husus da usuli müktesep hak konusudur. Mahkemece, bozma öncesi kararda, 40.000 TL alacağın davalıdan tahsiline karar verilmiş olmasına karşın, bozma sonrası kararda ise, 59.464,06 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme, kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur.
04.02.1959 tarih 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında vurgulandığı üzere bozma kararına mahkemece uyulmuş olması taraflardan biri lehine usuli kazanılmış hak meydana getirir. Bu hakkı ne mahkeme ne de temyiz mahkemesi halele uğratabilir. Çünkü, müktesep hakkın tanınması kamu düzeni düşüncesiyle kabul edilmiştir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya bakacak olursak, davacının ilk kararı temyiz etmemesi ve bozma kararına uyulması ile davalı taraf lehine usuli kazanılmış hak doğmuştur.
Usuli kazanılmış hak kuralı bir yana bırakılarak temyiz eden davalı aleyhine olacak şekilde daha önce hükmedilen 40.000 TL’lik alacak miktarını aşan şekilde, davacının ıslah talebi dikkate alınarak 59.464,06 TL alacağa hükmedilmesi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.Bununla birlikte, bozma sonrası yapılan yargılama sırasında davacı vekili 22.03.2014 tarihli dilekçesi ile 40.000 TL olan talebini 59.464,06 TL’ye arttırdığını bildirerek davasını ıslah etmiş, mahkemece davacının ıslah talebi doğrultusunda hüküm kurulmuştur. Bilindiği üzere ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. HUMK’un 83. Maddesinde ıslah; (HMK’nın 176.maddesi); “iki taraftan her biri usule müteallik olarak yaptığı muamaleyi tamamne veya kısmen ıslah edebilir” olarak tanımlanmıştır.Aynı Kanun’un müteakip 84.maddesinde (…177.mad.) ise, ıslahın tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar kadar yapılabileceği öngörülmüş olduğundan ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığından, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilme ve bu nedenle bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur. Nitekim 04.02.1948 gün ve 1948-3 Esas, 1944-10 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen ‘ıslah’ın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabileceği Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağı açıklanmıştır. Birleştirme kararıyla kabul edilen, bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı yönündeki kural, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177.maddesi hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde, bir davadaki istem/istemler hakkında mahkemece tahkikat (tarafların duruşmaya çağrılmaları, çekişmeli yönlere ilişkin delillerin toplanması, toplanan delillerin değerlendirilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması, tanıkların dinlenmesi vs.) yapılarak, bunların ortaya koyduğu sonuç çerçevesinde bir hükmün kurulduğu ve Yargıtay’ın ilgili Dairesinin de, kurulan bu hükmü, herhangi bir nedenle usul ve yasaya aykırı görerek bozduğu hallerle sınırlı olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Nitekim mahkemece tüm deliller toplanıp, bilirkişi incelemesi yaptırılıp ve dosya esas yönünden de karar vermeye hazır hale getirildikten sonra yerel mahkemece verilen karar Yargıtay Dairesince bozulmuş ve bozmadan sonra da herhangi bir tahkikat yapılmamışsa artık ıslahın açıklanan nedenlerle kabulü mümkün değildir. (HGK 15.3.2006 tarih ve 2006/ 9-21 E.-2006/72 K. sayılı karar) Ancak, Yargıtayın ilgili Dairesi tarafından sadece “eksik inceleme”, “görevsizlik” “yetkisizlik” “taraf teşkili” gibi esasa ilişkin olmayan sebeplerle yerel mahkeme kararı bozulmuş ise; ortada bozma ilamına uyulmasıyla doğmuş bulunan usuli bir müktesep haktan söz edilemeyeceğinden bozma ilamından sonra ıslah yoluna başvurulması hukuken mümkündür. Zira, bu tür kararlar tahkikatın devam ettirilmesi zorunluluğunu doğurduğundan tahkikat devam ettiği müddetçe de ıslahın yapılabilmesi mümkündür. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.03.2005 tarih ve 2005/13-97 E.-2005/150 K. sayılı kararı, bu yöndedir.Somut olayda mahkemece, davacı talebi ile bağlı kalınarak dava dilekçesindeki talebe göre hüküm kurulması, ıslah dilekçesinin ise reddine karar verilmesi gerekirken, bozmadan sonra davacının ıslah talebi kabul etmek suretiyle hüküm kurulması dğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.O halde mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler gereğince, davacı tarafça ödenen paranın çeşitli ekonomik etkenler nedeniyle azalan alım gücünün enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın, döviz kurlarındaki artış, maaş artışları vs gibi ekonomik etkenlerin ortalamalarının alınarak uzman bilirkişi vasıtasıyla hesaplanması ve hasıl olacak sonuca göre, davalı taraf lehine doğmuş olan kazanılmış usuli hak ile bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı hususları da göz önüne alınarak karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yetersiz bilirkişi raporu doğrultusunda ve davalı taraf lehine doğmuş olan kazanılmış usuli hak göz önüne alınmaksızın bozmadan sonra yapılan ıslaha göre hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı görülmüş, bu konu kazanılmış haklara uyulması şartı ile davalı yararına bozmayı gerektirmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 22.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.