Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2015/1200 E. 2015/11616 K. 23.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/1200
KARAR NO : 2015/11616
KARAR TARİHİ : 23.06.2015

MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 23/10/2014
NUMARASI : 2014/48-2014/846

Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle; daha önceden belirlenen, 23/06/2015 tarihli duruşma günü için yapılan tebligat üzerine; temyiz eden davacı asil S.. Ö.. ile vekili Av. T.. T.. geldi. Karşı taraf adına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların kardeş olduğunu, davalının 17.10.2000 tarihli protokolle 7 parseldeki hissesini toplam 5.000 TL bedelle davacıya sattığını, bedelin 2.500 TL’sinin peşin ödendiğini, kalan bedelin senet karşılığı taksitlendirildiğini, tümünün ödendiğini, 400 TL bedelli son senet ödenmek istendiğinde davalının bedeli almadığı ve satışın gerçekleşmediğini belirterek, ödenen toplam 4.600 TL ile dava tarihindeki işlemiş 12.783,64 TL olmak üzere toplam 17.383 TL’nin davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili cevabında; geçersiz sözleşme nedeniyle BK’nun 125.maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımının gerçekleştiği, iddiaların yersiz olduğu belirtilerek davanın zamanaşımı nedeniyle ve esastan reddini dilemiştir.
Mahkemece; ödenen son senedin 25.04.2001 tarihinde ödendiği iddia edilmiş olup, dava tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, 25.05.2001 tarihli son senedin ödenmediği ve bu senet dolayısıyla alacak iddiasında bulunulmadığı davacının buna ilişkin beyanlarına itibar edilemeyeceği gerekçe gösterilerek, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dairemizin 16.05.2013 tarih 2013/4991 E. – 2013/8301 K. sayılı bozma ilamıyla:
”…Taraflar arasında düzenlenen 17.10.2000 tarihli adi sözleşme ile davalı tarafından davacıya toplam 5.000 TL bedel karşılığı 73 m²’lik hissenin satıldığı, peşin alınan 2.500 ‘den geriye kalan miktarın 25.11.2000 tarihinde başlayarak 25.01.2001 tarihine kadar her ay 350 TL, son ay 400 TL olarak ödenmesinin kararlaştırıldığı, en son 25.04.2001 tarihli senedin ödendiği ve 25.05.2001 tarihli 400 TL bedelli senedin ödenmediği konusunda ihtilaf bulunmaktadır.
Bu durumda, ifanın imkansız hale geldiği tarihin, son taksidin ödenme tarihi olan 25.05.2001 olduğu ve zamanaşımına ilişkin BK. 125.maddesinde öngörülen 10 yıllık sürenin 25.05.2001 tarihi esas alınmak suretiyle belirlenmesi ve dava tarihi itibariyle (11.05.2001) henüz 10 yıllık zamanaşımı süresi gerçekleşmediği gözetilerek, zamanaşımı def’inin reddi ile işin esasının incelenmeli ve sonucuna göre karar verilmelidir.
Aksi düşünce ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…”
Gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece bozma ilamına uyularak, yeniden yapılan yargılamada davacının 08.09.2014 tarihli ikinci ıslah dilekçesi kabul edilmeyerek davanın kısmen kabulü ile 4.600 TL asıl alacak 11.747,37 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 16.347.37 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlığın açıklanan bu niteliği karşısında, ıslah konusundaki yasal durum hakkında aşağıdaki açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.
Bilindiği üzere ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 176.maddesinde (eski HUMK.83.maddesi) ıslah; “taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir” olarak tanımlanmıştır.
Aynı Kanun’un müteakip 177.maddesinde (HUMK.84.mad.) ise, ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar yapılabileceği öngörülmüş olduğundan ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığından, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilme ve bu nedenle bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.
Nitekim 04.02.1948 gün ve 1948-3 esas, 1944-10 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen ‘ıslah’ın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabileceği Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağı açıklanmıştır.

Birleştirme kararıyla kabul edilen, bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı yönündeki kural, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177.maddesi hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde, bir davadaki istem/istemler hakkında mahkemece tahkikat (tarafların duruşmaya çağrılmaları, çekişmeli yönlere ilişkin delillerin toplanması, toplanan delillerin değerlendirilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması, tanıkların dinlenmesi vs.) yapılarak, bunların ortaya koyduğu sonuç çerçevesinde bir hükmün kurulduğu ve Yargıtay’ın ilgili Dairesinin de, kurulan bu hükmü, herhangi bir nedenle usul ve yasaya aykırı görerek bozduğu hallerle sınırlı olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Nitekim mahkemece tüm deliller toplanıp, bilirkişi incelemesi yaptırılıp ve dosya esas yönünden de karar vermeye hazır hale getirildikten sonra yerel mahkemece verilen karar Yargıtay Dairesince bozulmuş ve bozmadan sonra da herhangi bir tahkikat yapılmamışsa artık ıslahın açıklanan nedenlerle kabulü mümkün değildir. (HGK 15.3.2006 tarih ve 2006/ 9-21 E.-2006/72 K. sayılı karar)
Ancak Yargıtayın ilgili Dairesi tarafından sadece “eksik inceleme”, “görevsizlik” “yetkisizlik” “taraf teşkili” gibi esasa ilişkin olmayan sebeplerle yerel mahkeme kararı bozulmuş ise; ortada bozma ilamına uyulmasıyla doğmuş bulunan usuli bir müktesep haktan söz edilemeyeceğinden bozma ilamından sonra ıslah yoluna başvurulması hukuken mümkündür. Zira bu tür kararlar tahkikatın devam ettirilmesi zorunluluğunu doğurduğundan tahkikat devam ettiği müddetçe de ıslahın yapılabilmesi mümkündür. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.03.2005 tarih ve 2005/13-97 E.-2005/150 K. sayılı kararı, bu yöndedir.
Somut olayda Dairemizin yukarıda belirtilen bozma ilamı zamanaşımına ilişkin usul yönünden bir bozma ilamı olup, usuli müktesep haktan söz edilemeyeceğinden davacı vekilinin 27.08.2014 havale tarihli davayı ıslah edeceğini bildiren beyanına ilişkin dilekçesini birinci ıslah dilekçesi olarak kabul edip davacı vekilinin 08.09.2014 tarihli ıslah talebine ilişkin dilekçe ikinci ıslah dilekçesi olarak görülerek kabul edilmemiş olması doğru görülmemiştir.
Bundan ayrı olarak sebepsiz zenginleşme, bir kimsenin mal varlığının geçerli (haklı) bir sebep olmaksızın diğer bir kimsenin mal varlığı aleyhine çoğalması (zenginleşmesi) demektir. Sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak talep edilebilmesi için borçlunun mal varlığından bir başkasının aleyhine olarak bir zenginleşme meydana gelmeli, zenginleşme ve zenginleştirici olay arasında illiyet bağı bulunmalı ve zenginleşme haklı bir sebebe dayanmamalıdır.
TMK’nın 705, BK’nın 213 (TBK’nın 237), Tapu Kanunu’nun 26, Noterlik Kanunu’nun 60.maddeleri gereğince ve HGK’nun 15.11.2000 tarih, 2000/13-1612 E, 2000/1704 K.sayılı kararında da belirtildiği üzere; taşınmazın devrine ilişkin sözleşme resmi şekilde yapılmadıkça geçersizdir.
Geçersiz satış sözleşmesi gereğince; diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi “Denkleştirici Adalet” düşüncesine dayanmaktadır. Denkleştirici Adalet İlkesi ise, haklı bir sebebe dayanmadan başkasının mal varlığından istifade ederek, kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğünü ifade eder.
Bu bakımdan, sebepsiz zenginleşmeye konu alacağın iadesine karar verilirken, taşınmazın satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekir. Bu güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut verileri tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkânsız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır.
Başka bir deyişle, denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ifanın imkansız hale geldiği tarihteki alım gücüne uyarlanması zorunluluğu bulunmaktadır.
Mahkemece; ödenen satış bedelinin, ifanın imkansız hale geldiği tarih itibariyle (çeşitli ekonomik etkenlerin TEFE-TÜFE artış oranları, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar, faiz ve benzeri ekonomik göstergelerin ortalamaları alınmak suretiyle) ulaşacağı alım gücü, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde, uzman bir bilirkişi heyetinden denetime elverişli rapor alınmak suretiyle belirlenmeli; bu yolla belirlenecek miktara hükmedilmelidir.
Somut olayda; geçersiz satış sözleşmesi nedeni ile ödenen bedelin davacıya iadesine karar verilmesi yönündeki değerlendirmede bir isabetsizlik yoktur. Ancak, davacı taraf, geçersiz sözleşmeye göre talepte bulunmakla; satış bedeli olarak davalıya yapılan ödemenin ifanın imkansız hale geldiği tarihteki(12.05.2011 tarihindeki) güncellenmiş değerine hükmedilmesi gerekirken, hatalı bilirkişi raporuna dayalı olarak, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bu husus bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davacı taraf için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacı tarafa verilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 23.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.