Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2014/18412 E. 2015/4827 K. 24.03.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/18412
KARAR NO : 2015/4827
KARAR TARİHİ : 24.03.2015

MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 17/04/2014
NUMARASI : 2012/10-2014/167

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil(adi ortaklık) davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, duruşmalı olarak incelenmesi davalı B.. C.. vekili ile davalı T.. C.. tarafından istenilmekle; daha önceden belirlenen, 24.03.2015 tarihli duruşma günü için yapılan tebligat üzerine; temyiz eden davacı vekili Av. O.. S.. geldi. Karşı taraf davalılarından T.. C.. geldi ve davalılardan B.. C.. ve vekili gelmedi. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı vekili dilekçesinde; davacı ile davalılardan T.. C..’in 07.03.1983 tarihli adi ortaklık sözleşmesi gereğince ortak iş yaptıklarını, 12.10.1987 tarihli protokolle mevcut ortaklığın taksimi konusunda anlaştıklarını; ancak, 24 nolu dairenin adına tescilinin, davalı Tevfik’in arsa sahibi ile ihtilafı nedeniyle gerçekleşmediğini; bilahare, Kadıköy 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/386 E. Sayılı dosyasında 24 nolu dairenin Tevfik adına tesciline karar verildiğini, davalı Tevfik’in 12.10.1987 tarihli protokol gereği bu taşınmazın davacı adına devir ve temlikini yapması gerekirken, oğlu olan davalı Bilal’e muvazaalı şekilde tapuda satış göstermek suretiyle devrettiğini; protokol tarihinden bu yana 24 nolu dairenin davacının tasarrufunda olduğunu, 12.10.1987 tarihli protokol gereği davacıya temlik edilmesi gereken taşınmazın davalı Bilal’e devri nedeniyle; Bilal adına kayıtlı taşınmazın tapusunun iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Tevfik cevabında; davacının dayandığı belgenin adi nitelikte olduğunu, anılan belge ile tescil talebinde bulunamayacağını; belge geçerli kabul edilse bile, 21.05.1999 tarihli protokolle, eskiye dönük tüm sözleşme ve anlaşmaların feshedileceğinin kararlaştırıldığını; böylece, dayanak belgenin geçersiz hale geldiğini; davacının dayandığı adi ortaklık sözleşmesinin Kadıköy-Kozyatağı 620 A/213 parselde bina yapımına ilişkin olduğunu, 24 nolu dairenin ise, Kozyatağı 312 a/83 parselde bulunduğunu, adi ortaklıkla ilgisinin olmadığını savunarak; davanın reddini istemiştir.
Davalı Bilal vekili cevabında; 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, davacının dayandığı belgenin resmi şekilde düzenlenmediğinden hukuki sonuç doğurmayacağını, dayanılan potokolden sonra 21.05.1999 tarihinde yapılan protokolle önceki sözleşmenin feshedildiğini; davalının, taşınmazı satın almasında muvazaa sözkonusu olmadığını; bedelini ödediğini savunarak; davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; eldeki davanın adi ortaklığın tasfiyesi şeklinde bulunduğu, taraflar arasında başka parselle ilişkin görülen (Kadıköy 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/54 E.) davada, davalının dayanak yaptığı protokolün hiçbir şekilde sunulmadığı, adi ortaklık sözleşmesine göre davalının hakkına düşen payların verildiği, davalının dayanak yaptığı protokolde tahrifat ve eklemeler bulunduğu, taraflar arasındaki ilişkiler, mahkeme kararları, tanık anlatımları bir bütün olarak incelendiğinde, davacı anlatımlarının teyit olduğu; davacının şikayeti nedeniyle, süren soruşturmanın beklenilmesine gerek olmadığı; zira, olayın aydınlığa kavuştuğu; davalı Bilal’in bedel ödediğini kanıtlayamadığı, taraflar arasındaki ilişkiyi bilebilecek durumda olduğu, babası ile birlikte hareket ettiklerinden davacıya karşı sorumlu olduğu gerekçe gösterilerek, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmü, davalılar süresinde temyiz etmektedir.
Davada; davacı ve davalı Tevfik arasında mevcut adi ortaklığın, 12.10.1987 tarihli protokolle taksimi konusunda anlaşma sağlandığı; ancak, 24 nolu daireyle ilgili ihtilaf nedeniyle, davacı adına tescili yapılmadığı, ihtilafın giderilip dairenin davalı Tevfik adına tescilinden sonra, dairenin davacıya verilmeyip muvazaalı şekilde davalı Tevfik’in oğlu olan davalı adına tapuda devredildiği ileri sürülerek, davacı adına tescili talep edilmiş; davalı taraf ise, davacının dayandığı protokolden sonra aktedilen 21.05.1999 tarihli protokole dayanarak, daha öncesine ait taraflar arasındaki tüm sözleşme ve anlaşmaların feshedildiğini, 1987 tarihli protokolün geçerliliğinin kalmadığını ileri sürmüştür.
Davacı tarafça, yargılama esnasında bilirkişi rapora itirazlarını da içeren 23.09.2013 tarihli dilekçe ile, 1999 tarihli protokolde açığa atılan imzanın kötüye kullanılması ve özel belgede sahtecilik suçlarından davalılar hakkından İstanbul Anadolu 19.Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/104 E.- sayılı dosyasında kamu davası açıldığı bildirilmiş, davalı vekili yargılamada, davacı tarafından iki protokoldeki tahrifat nedeniyle ceza davası açıldığını beyan etmiştir.
HGK.’nun. 25.02.2004 günlü ve 2004/11-115 E. 2004/108 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere; Ceza Mahkemesi kararlarının Hukuk Mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda BK. nun 53. (TBK. nun 74.) maddesinde düzenlenmiş olup, Hukuk Hakimi Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında esas hukuku bakımından ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımı, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının da, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi, özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
Borçlar Kanununun 53.maddesine göre “Hakim, kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için Ceza Hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, Ceza Mahkemesinde verilen beraat kararı ile de mukayyet değildir. Bundan başka Ceza Mahkemesinin kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi Hukuk Hakimini takyit etmez.”
Bu açık hüküm karşısında, Ceza Mahkemesince verilen, beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların Hukuk Hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, Hukuk Hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, Ceza Hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile Hukuk Hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan Ceza Mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.
Bundan ayrı, Hukuk Mahkemesinin, Ceza Mahkemesinde görülmekte olan bir ceza davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapması halinde, Ceza Mahkemesinin bu konuda vereceği kararı peşinen kabul etmiş olacağından, bekletici sorun yapılan ceza davası hakkında verilen karar, Hukuk davasında kesin delil teşkil eder. (Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6.Baskı 2001, cilt:V, s:5153)
Görüldüğü üzere Hukuk Mahkemesi, az yukarıda bağlayıcılık yönü belirtilen ayrık durumlar dışında, Ceza Mahkemesi kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu noktada, Ceza Mahkemesi kararının Hukuk Mahkemesini bağladığı hallerde, kesin delilin etkisi nedeniyle, Ceza Mahkemesi kararında dayanılmış olan bilirkişi raporunun Hukuk Mahkemesini bağlayacağı; Buna karşılık, Ceza Mahkemesi kararının Hukuk Mahkemesini bağlamadığı hallerde, Ceza Mahkemesinde alınmış olan bilirkişi raporunun, Hukuk Mahkemesini bağlamayacağı, eş deyişle Hukuk Mahkemesinin yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği, kuşku ve duraksamaya yer olmaksızın kabul edilmektedir.(Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6.Baskı 2001, cilt:V, s:5154-5155)
Özellikle tarafların, iddia ve savunmalarını ispat için, mahkemeden bilirkişi incelemesi yapılmasını istemeleri halinde; Hukuk Hakiminin, uyuşmazlığı kendi tespit ve takdirine, Medeni Hukuk alanı kurallarına göre çözümlemesi gerekir.
Tüm açıklamalar ışığında, mahkemece; öncelikle, davalılar hakkında sahtecilik nedeniyle açılan davanın kesinleşmesinin beklenmesinden sonra, ortaya çıkan olguya göre protokoller değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 24.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.