YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/17960
KARAR NO : 2015/10474
KARAR TARİHİ : 08.06.2015
MAHKEMESİ : GELİBOLU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/06/2014
NUMARASI : 2012/219-2014/487
Taraflar arasındaki adi ortaklık davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin eşinin abisi olan davalı ile 05.05.2011 tarihinde adi ortaklık sözleşmesi imzaladığını, fiili adi ortaklık ilişkisinin ise 2009 yılının Sonbahar ayında başladığını, davalıya ait olan taşınmaza 1100 adet ceviz ağacı ve 550 adet nar ağacı dikmek üzere anlaştıklarını, sözleşme gereği davacının tarım il müdürlüğünde görevli Nuri isimli bir kişi ile birlikte fidanları diktiğini, kurutmadan tehlikeli dönemin geçmesini sağladığını, görevi olmamasına karşın fiziki olarak çalıştığını, özel aracını kullanıma tahsis ettiğini, taraflar arasındaki sözleşme yazılı hale getirildikten sonra davalının, bahçenin de işler hale gelmesi nedeni ile davacıyı ortaklıktan uzaklaştırıldığını, 10.10.2011 tarihinde ihtarname göndererek hak ettikleri 60,000,00 TL’nin ödenmesini talep ettiklerini, davalının da 13.10.2011 tarihinde çektiği ihtarname ile ortaklığı feshettiğini, davacının 2009 yılı ağustos ayı itibarı ile başlayan ve 10.10.2011 tarihinde sona eren çalışmasına karşılık belirsiz alacağın ve sözleşmenin haksız olarak erken feshedilmesinden kaynaklanan belirsiz alacağın hesaplanarak davalıdan tahsiline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile, tarafların 2009 yılı haziran ayında dava konusu taşınmaza ceviz dikimi ve ileride alınacak ürünün net gelirinin %25’i davacı, %75’i davalıya ait olmak üzere paylaşımı hususunda anlaştıklarını, ceviz fidanlarını diktiklerini, davacının ısrarı ile 500 adet de nar ağacı dikildiğini, fidanları dikim işlemini davacının tek başına yapmadığını, bu süreçte davacının tüm masraflarının karşılandığını, ev tutulduğunu, aracı kullanılmış ise de tüm benzin giderini ve bakım masraflarını davalının ödediğini , ortaklık yüzdesinin artırılması ve sözleşme yapılması talebinin de kabul edildiğini, davacının işi bilmemesi nedeni ile zarar edidiğini, davacının baskı ile taşınmaza ipotek koydurmaya çalıştığını, talebi kabul edilmeyince de 60,000,00 TL talep ettiğini, hakaret ve tehditlerde bulunduğunu, bunun üzerine sözleşmenin haklı nedenle feshi için davacıya ihtarname gönderildiğini, davacının talep edebileceği bir alacağının bulunmadığını bildirerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; taraflar arasında düzenlenen adi ortaklık sözleşmesinin 6. Maddesinde ilk fidan dikim tarihi olan 2009’dan itibaren 4 yıl içerisinde davacının sağlık sorunları dışında sorunsuz olarak tek taraflı ortaklığı bıraktığı takdirde hiç bir hak talep edemeyeceğinin düzenlendiği, haklı bir sebep olmadan ortaklığı 10.10.2011 tarihinde feshettiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı ve davalının 2009 yılında davalıya ait taşınmaza fidan dikimi ve elde edilecek ürün bedelinin paylaşılması hususunda aralarında adi ortaklık kurdukları ve 05.05.2011 tarihinde sözleşmeyi yazılı hale getirdikleri hususunda bir uyuşmazlık yoktur.
Davacı taraf çekmiş olduğu 10.10.2011 tarihli ihtarname ile, eylül ayında şifaen yapılan teklifi kabul etmemesi nedeni ile tek taraflı ortaklığın bitirildiğini, iki yıllık süreçte hak ettiği 60.000,00 TL’nin 7 gün içerisinde tarafına ödenmesini talep etmiş, davalı tarafta 13.10.2011 tarihinde ihtarname keşide ederek 05.05.2011 tarihli adi ortaklığın haklı nedenle feshedildiğini davacıya bildirmiştir.
Taraflar arasındaki adi ortaklık ilişkisi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde (818 sayılı BK.nun 520 ve devamı maddelerinde) düzenlenmektedir.
Bir ortak tarafından adi ortaklığa ilişkin olan sermaye payının istenmesi, ortaklığın faaliyetlerinden dolayı uğradığı zararın veya kar payının talep edilmesi, aynı zamanda ortaklığın feshini ve tasfiyeyi de kapsar. Uyuşmazlık, bu bağlamda değerlendirilip, çözüme kavuşturulmalıdır.
Gerek davacı gerekse de davalının beyanları ve ihtarnameler nazara alındığında tarafların karşılıklı olarak fesih iradelerinin bulunduğu ve adi ortaklığın karşılıklı olarak fesih edildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
O halde mahkemece, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınması ve 642. vd. maddelerindeki tasfiye hükümlerinin somut olaya uygulanması gerekmektedir.
Adi ortaklık sözleşmesi, iki yada daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. (TBK. 620/1 md.)
Adi ortaklık ilişkisi, TBK’nun 639.maddesinde sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer.Bu şekilde ortaklığın sona ermesinin başlıca iki sonucu ortaya çıkar.Bunlardan ilki, yöneticilerin görevlerinin sona ermesi, diğeri de ortaklığın tasfiyesidir.
Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Diğer bir anlatımla tasfiye memuru tarafından yapılacak bir arıtma işlemi olup; hesap ve işlemlerin incelenip, bir bilanço düzenlenerek, ortaklığın aktif ve pasifi arasındaki farkı ortaya koymaktır.
Bu durumda, mahkemece; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı, Türk Borçlar Kanununun 642.madde ve devamı hükümlerine göre tasfiye işlemi gerçekleştirilmelidir.Zira, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesine göre; Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.
Tasfiye usulünü düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 644.maddesine göre; “Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.
Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir.
Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oybirliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri göz önünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır.
Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.”.
Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesinde ise ” Ortaklığın borçları ödendikten ve ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazanç, ortaklar arasında paylaşılır.
Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır.” hükmü yer almaktadır.Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır.( TBK’ nun 642. md.)
Keza, aynı yasanın kazanç ve zarara katılma başlıklı 623. maddesine göre de; “Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir.
Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder.
Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir.” hükmünü ihtiva etmektedir.
Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır.
Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.
Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı (aktif ve pasifi ile birlikte) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.
İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakte çevirme işlemi (TMK’nun 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse,değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.
Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan herbirinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya (ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.
Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, (HMK’nun 297.maddesi uyarınca) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
Bütün bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlığın yukarıda açıklanan ve maddeler halinde belirtilen sıra ve yöntem izlenerek çözümlenmesi gerekirken, mahkemece, değinilen bu yönler dikkate alınmadan eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine yönelik hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 08.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.