YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/11525
KARAR NO : 2015/11981
KARAR TARİHİ : 29.06.2015
MAHKEMESİ : ANTALYA 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 30/05/2013
NUMARASI : 2009/241-2013/185
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacılar vekili dilekçesinde; müvekkili M.. B.. ve diğer müvekkillerinin murisi olan Ö… K…’nın, davalı şirket ile … Büyükşehir Belediyesi Şehirlerarası Otogarının ihalesinin alınması ve devamla işletilmesi konusunda bir ortaklık sözleşmesi düzenlediğini, ihaleye ilişkin 64.800 TL teminatın müvekkili Mehmet ile muris Ömer tarafından yatırıldığını, yine sözleşmeye göre gerekli şartlar sağlandığında işletmenin müvekkili Mehmet ile muris Ömer’e devredileceğinin kararlaştırıldığını, ancak davalı şirketin işletme ile ilgili olarak … Büyükşehir Belediyesi aleyhine Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı 2007/210 Esas sayılı davada, bilirkişilerce çok yüksek bir alacak rakamı tespit edilmesine rağmen davalının … Büyükşehir Belediyesi ile anlaşarak davadan feragat ettiğini, sonrasında işletmeyi ihale süresi dolmadan 3. kişiye devreden davalı şirketle, ortaklıkla ilgili hesapların görülmesi için yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamadığını ileri sürerek; otogar işletme sözleşmesi nedeniyle elde edilen kar ile elde edilmesi muhtemel kardan şimdilik 100.000 TL’nin faizi iie birlikte davalı şirketten tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; taraflar arasında bir ortaklığın olmadığını, müvekkili şirketin ihaleyi aldığında işi davacılara devredecek olması nedeniyle nakti teminatın davacılar tarafından yatırıldığını, müvekkilinin işi davacılara devretmek için yapmış olduğu başvuruların ise dava dışı belediye tarafından kabul edilmediğini, bu nedenle zarar eden müvekkili şirketin 30.11.2008 tarihinde işletmeyi, otogarı belediyeden satın alan dava dışı şirkete devretmek zorunda kaldığını, davacılar tarafından ödenilen teminatın ise belediyeden alındıktan sonra kendilerine iade edildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; taraflar arasındaki adi ortaklık sözleşmesinin, ortaklığa konu otogar işletmesinin 0.11.2008 tarihinde dava dışı şirkete devir edilmesi ve devir işlemininde ilgili belediye tarafından onaylanması nedeniyle bu tarihte sona erdiği, aldırılan bilirkişi raporu ile de adi ortaklığa konu işletme nedeniyle davalı şirketin herhangi bir karının bulunmadığı, aksine davalı şirketin 31.413,64 TL zarar ettiği, BK’nun 523. maddesi gereğince aksine hüküm bulunmadığı taktirde hissesi, sermayesinin kıymeti ve mahiyeti ne olursa olsun kar ve zarardan ortakların eşit olarak sorumlu olduğu, buna göre davacıların talep edebilecekleri bir kar payının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, adi ortaklığın fesih ve tasfiyesi istemine ilişkindir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, taraflar arasında kurulan adi ortaklığın eylemli olarak sona erdiği anlaşılmakta olup, bu husus mahkemenin de takdirindedir. Uyuşmazlık, ortaklığın tasfiyesi isteminden kaynaklanmaktadır.
Bilindiği üzere, adi ortaklığın sona ermesinin zorunlu ve kaçınılmaz bir hukuki sonucu da, sona erme ile birlikte ortaklığın tasfiye aşamasına girmesidir. Tasfiye, ortaklar arasındaki ortaklık ilişkisinin tamamen sona erdirilmesine yönelik kanuni bir usuldür. Tasfiye ile ortaklık malvarlığı para haline dönüştürülecek, borçlar ödenecek, sermaye değerleri ortaklara iade edilecek ve geriye kalan meblağ da ortaklar arasında kar ve zararın paylaştırılması esasına göre dağıtılacaktır.
O halde mahkemece; yargılama sürerken 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı ve 642. vd. maddelerindeki tasfiye hükümlerinin somut olaya uygulanması gerekmektedir. Zira, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesine göre; Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.
Tasfiye usulünü düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 644.maddesine göre; “Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.
Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir.
Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oybirliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri göz önünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır.
Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.”.
Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesinde ise ” Ortaklığın borçları ödendikten ve ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazanç, ortaklar arasında paylaşılır.
Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır.” hükmü yer almaktadır. Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır( TBK’ nun 642. md.).
Keza, aynı yasanın kazanç ve zarara katılma başlıklı 623. maddesine göre de; “Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir.
Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder.
Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir.” hükmünü ihtiva etmektedir.
Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır.
Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.
Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı (aktif ve pasifi ile birlikte) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.
İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakte çevirme işlemi (TMK’nun 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse, değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.
Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan herbirinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya (ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.
Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, (HMK’nun 297.maddesi uyarınca) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
Bütün bu açıklamalar ışığında; davalı şirketin, ortaklığa konu işletmenin devri ile ilgili imzalamış olduğu tüm protokoller ile bu protokollerde alacaklı olduğu belirtilen icra takipleri hakkındaki bilgi ve belgelerin celbedilmesi, yine davacı tarafça ortaklık için davalı tarafa (ihale için ödenilen nakdi teminat haricinde) verildiği bildirilen paralar ile ilgili makbuzların değerlendirilmesi ve sonrasında uyuşmazlığın yukarıda açıklanan ve maddeler halinde belirtilen sıra ve yöntem izlenerek çözümlenmesi gerekirken, mahkemece, değinilen bu yönler dikkate alınmadan, sadece davalı şirketin ticari defterleri üzerinde yapılan inceleme ile hazırlanan bilirkişi raporunun esas alınması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 29.06.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.