Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2012/3347 E. 2012/7850 K. 26.03.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/3347
KARAR NO : 2012/7850
KARAR TARİHİ : 26.03.2012

MAHKEMESİ:SULH HUKUK MAHKEMESİ

Dava dilekçesinde 3.567,65 TL kamu zararının faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.Davada,… Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Merkezi Laboratuarında tetkik ve tahlilleri yapılan hastalardan sağlık güvencesi bulunmayanların kayıtlarının kayıt görevlisi tarafından Laboratuar İşletim Sisteminden silinerek tetkik ve tahlil bedellerinin hastane otomasyon sisteminde sosyal güvencesi bulunan diğer hastalar üzerinden fatura edilmek suretiyle kamu zararı oluştuğunun … İç Denetim raporu ile anlaşıldığı ileri sürülerek davalılar Klinik Biyokimya Merkez Laboratuarı sorumlusu ve kayıt görevlisi davalılardan 3567,65 TL’nin tahsili istenilmiştir. Davalı laboratuar sorumlusu tarafından; yılda dört milyonun üzerinde tetkik yapılmakta iken ücret alınmaması durumunda döner sermaye gelirinin azalacağı gibi yapılan işlemlerin Üniversiteyi zarara uğratma kastı taşımadığı, benzer nitelikli işlemlerin iptali için İdare Mahkemesinde açtığı davaların kabul edildiğini bu durumda davacı kurumun zarara uğramadığının belirlendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Davalı kayıt memuru savunmasında; işin yoğunluğu ve niteliği gereği amir konumunda olan doktorların talepleri ile bağlı olduklarını, iç denetmen tarafından kendisine verildiği söylenen şifre ve kullanıcı kodunun gizli olmadığını, tüm birimde çalışanlarca bilindiği gibi gerektiğinde de diğer çalışanlarca (buna amir konumunda olan doktorlarda dahil) kullanılarak bilgisayar sistemi üzerinde her türlü işlemin yapıldığını, kaldı ki eğer hastaların tetkik ve tahlil bedellerinin SGK’na bağlı hastalardan tahsil edildiği ileri sürülmekte ise bu durumda da davacının bir zararının bulunmadığı ve dava hakkının olmadığı belirtilerek açılan davanın öncelikle husumet nedeniyle reddine karar verilmesi istenilmiştir.Mahkemece, emsal niteliğinde kabul edilen dosyalarda alınan bilirkişi raporlarına göre Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği’nin 5. maddesi ile ilgili mevzuat hükümlerine göre kamu zararının oluşmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, süresinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, hasta kabul ve kan alma bölümünde hastane iletişim sisteminde (HİS) kayıtları bulunan ancak laboratuar iletişim sisteminde (LİS) kayıtları bulunmayan hastaların tahlil ve tetkik bedellerinin SGK’na fatura edilmesi nedeniyle oluşan kurum zararının tahsili isteminden ibarettir.Öncelikle, davacının bu davada taraf sıfatının (aktif husumet ehliyetinin) bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir.Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şeklidir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.Taraf sıfatına gelince; bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı), kural olarak, o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme, dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır. Diğer bir ifade ile sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir.
O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: a.g.e., s.231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307).Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için defi değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 23.06.2004 gün ve 2004/4-371 E. 2004/375 K.; 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 K.; 04.03.2009 gün ve 2009/10-34 E. 2009/104 K.; 04.11.2009 gün ve 2009/2-402 E., 2009/484 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.Kamu zararının tazmini istemini içeren bu dava ile ilgili olarak, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 63 ve 64. maddeleri hükmüne göre de zarara uğrayan idare kamu zararının tahsilini isteyebilecektir.Görülmektedir ki, öncelikle ortada dava konusu edilmeye uygun bir hak bulunmalı ve dava, o hakkın sahibi durumunda olan ve dava ehliyetine sahip bulunan kişi tarafından açılmış olmalıdır.Açıklanan maddi olgu ve kurallar karşısında, somut olayda, öncelikle tetkik ve tahlil bedellerinin davacı tarafından tahsil edilip edilmediğinin araştırılması gerekmektedir. Her ne kadar dava dilekçesinde “SGK’na fatura edildiği” denilmekte ise de dosyada tahsil edildiğine ilişkin bir bilgi ve belgeye rastlanılamamıştır. Şayet, tetkik ve tahlil bedelleri ilgili kurumundan tahsil edilmiş ise dava hakkı ödeyen kuruma aittir. Bunun anlaşılması halinde davanın “aktif husumet ehliyeti” yokluğu nedeniyle reddi gerekir. Ancak, aksi durumun saptanması veya SGK’nun davacı kuruma rücu etmiş olması durumları istisnadır. Böyle bir olayın gerçekleşmesi durumunda davacının dava hakkının var olduğunun kabulü gerekecektir. Mahkemece, davacının dava hakkının bulunduğunun saptanması halinde ise;Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği’nin 5. maddesi hükmüne göre; “yoksul olduğunu belgeleyen hastalar ile kurum baştabipliğince ücret ödemesi mümkün görülmeyen fakir hastalar ile eğitim hastanelerinde bilimsel araştırma ve eğitim ve öğretim gibi nedenler ile yatmasında fayda görülen hastalar ücretsiz tedavi olurlar.”Mahkemenin kurum zararının tazmini davasının reddi gerekçesinde, anılan yasal düzenlemeye dayanılarak tetkik ve tahlil bedellerinin ödenmemesini ve sigortalı hastalar üzerinden tahsili işlemini bu yönetmelik kapsamında (… ) kabul etmiştir.
Ancak, davalılar hakkında açıklanan eylemleri nedeniyle … 4.Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/299 sayılı dava dosyasında “görevi kötüye kullanma” suçu nedeniyle yapılan yargılamanın devam ettiği anlaşılmaktadır. Ceza Kanunlarının suç olarak nitelendirdiği eylemler aynı zamanda birer haksız eylemdir. Ceza yargılaması sonucunda davalıların eylemlerinin sabit olduğu anlaşılır ise ve bu haksız eylem nedeniyle davacının zararının karşılanması gerekir. Bunun içinde öncelikle davalılar hakkında açılan ceza davasının sonucunun beklenmesi gerekmektedir.O halde mahkemece, öncelikle davacının dava hakkı bulunup bulunmadığı araştırılmalı, varlığının kabulü halinde de ceza dosyasının sonucu beklenmeli ve sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 26.03.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.