Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2010/736 E. 2010/3858 K. 09.03.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/736
KARAR NO : 2010/3858
KARAR TARİHİ : 09.03.2010

MAHKEMESİ : İZMİR 10. SULH HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 27/10/2009
NUMARASI : 2009/884-2009/1193

Dava dilekçesinde 3000 TL manevi tazminatın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin, 2005 yılından beri çocuk yuvasında çalıştığını; davalının, 25.2.2009 günü müvekkilinin çalıştığı çocuk yuvasına polislerle gelerek, 2003 yılında evinde hizmetli olarak çalışan bir kadının evinde hırsızlık yapmış olduğunu ve hırsızlık yapanın müvekkili davacı olduğunu iddia ettiğini; bu nedenle müvekkilinin önceden hırsızlık suçu nedeniyle N.Ateşçakmak adına düzenlenen gıyabi tutuklama kararına dayalı olarak yakalandığını, karakola götürüldüğünü; karakolda, davacının parmak izlerinin asıl şüphelinin parmak iziyle uyuşmadığı ve soyadının farklı olduğunun belirlenmesi üzerine; davalının, ısrarla asıl şüphelinin müvekkili olduğunu, yakalanmamak için soyadını dahi değiştirdiğini iddia ettiğini; davalının bu haksız suçlaması nedeniyle; müvekkilinin, mahkeme huzuruna çıkartıldığını; böylece, kişilik haklarına ağır saldırı da bulunulduğunu ileri sürerek; 3.000 TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, evinde hırsızlık yapan kişinin adresi tesbit edilemediğinden yaptığı araştırma sonucuna göre davacının çalıştığı yurda gidildiğini; polislere sadece yanında çalışan kişiye benzediğini beyan ettiğini, kişiyi asla suçlamadığını savunarak; davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; “…davalı 2003 yılında 8 ay süre ile kendi evinde çalışan N.Ateşçakmak’ın hakkında araştırma yapıp N.A. isimli şahıs olduğunu mahkemeye bildirmiş ve hırsızlık fiilini gerçekleştiren kişi olduğunu ileri sürmüştür. Bu suretle gıyabi tevkif kararının N.Aydoğan üzerinde uygulanarak gözaltına alınıp mahkemeye sevkini sağlamıştır. Bu husus, basit bir yanılgı olarak değerlendirilmeyip şikayet hakkını kullanma sınırlarının üzerine çıkan ve doğrudan doğruya davacının kişilik haklarına saldırı olarak kabul edilmiştir. Fiilin ağırlığı, tarafların şahsi ve sosyal durumları da gözönüne alınarak takdiren 2.000.00 TL manevi tazminatın hüküm altına alınmasına karar verilmiştir, gerekçesiyle” davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25.maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlemiştir.
Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Hakim manevi tazminatın miktarını tayin ederken, saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Somut olayda, mahkemece; şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik haklarına saldırı oluşturduğu doğru olarak değerlendirilip, saptanmıştır. Ancak, tarafların sosyal ve ekonomik durumları araştırılmadan davacı lehine 2.000.00 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. Bundan ayrı, 13.10.2009 tarihli celsede; bir sonraki duruşma günü 27.11.2009 tarihi olarak tesbit edildiği halde, sonradan 27.10.2009 tarihi olarak değiştirilmiş, bu değişiklikten ise davalı taraf haberdar edilmemiştir. Davalının yokluğunda duruşma yapılıp karar verilmiş olması da usul ve yasaya aykırıdır.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 9.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.