Yargıtay Kararı 3. Hukuk Dairesi 2010/14208 E. 2010/16812 K. 18.10.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/14208
KARAR NO : 2010/16812
KARAR TARİHİ : 18.10.2010

MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ

Dava dilekçesinde 5.000 TL manevi tazminatın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Y A R G I T A Y K A R A R I

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Dava, basın yoluyla kişilik hakkına saldırı nedeniyle manevi taazminat istemine ilişkin olup, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü , Anayasa’nın 28. maddesinde ve 5187 sayılı Basın Yasası’nın 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması gerekmektedir. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bu nedenle basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. Yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluğu bu farklılıklar gözetilerek belirlenmelidir. Bu nedenle basının ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan gerekse MK.nun 24 ve 25. maddelerinde ve özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekecektir. Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı gibi, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekecektir.
Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmış olmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli ve haber verilirken özle biçim arasındaki denge de korunmalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Anılan ilke ve kurallara uyulması durumunda ise, yayının Anayasa, Basın Yasası ve basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. Olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen herşeyi araştırmalı, incelemeli ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dava konusu 02.02.2009 günlü yerel gazetede yayımlanan “OTSO Meclisine bir garip üye” başlıklı köşe yazısında; davacının Ticaret ve Sanayi Odası Meclisine aday olmasından bahsedilerek 1991 yılında hafta sonu düzenlenen bir dolaşım belgesindeki imzanın sahteliği anlatılmaktadır. Davacı, sahtekarlık suçlamasının seçilmesini engellemek ve karalamak amaçlı olduğunu ileri sürmüştür. Davalı ise belgelere dayalı bir olayı gündeme taşıdığını savunmuştur. Mahkemece; davacının aday olduğu dönemde 18 yıl önceki bir olayın gündeme taşınmasında kamu yararı ve güncellik bulunmadığı gerekçesiyle davalının sorumluluğuna karar verilmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgeler ile iddia ve savunma incelenip değerlendirildiğinde; haber dayanağı TSO kararı itibariyle hafta sonu düzenlenen dolaşım belgesindeki oda mühürü üzerindeki imzanın sahte olması, imzayı firmanın üretim müdürü olan davacının değil firma sahibinin attığı konusundaki firma sahibinin beyanı doğrultusunda muhalif görüş de bulunarak idari karar verilmiş olması, imzanın kime ait olduğu konusunda beyanla yetinilip imza incelemesi yaptırılmamış olması, olayın savcılığa intikal ettirilmemesi olguları itibariyle ismi bu sahtecilik olayına karışan davacının aynı kurumun meclisine aday olduğu dönemde böyle bir olayın belgelere dayanılarak kamuoyuna yansıtılmasında kamu yararı ve güncellik bulunduğu, yayının davacının kişilik hakkına saldırı oluşturmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Şu durum karşısında davanın reddedilmesi gerekirken mahkemece delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek davalının sorumluluğuna karar verilmesi bozma nedenidir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 18.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.