Yargıtay Kararı 3. Ceza Dairesi 2022/20707 E. 2022/3967 K. 28.06.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 3. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2022/20707
KARAR NO : 2022/3967
KARAR TARİHİ : 28.06.2022

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
Suç: Silahlı terör örgütüne üye olma

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
I-İTİRAZ TALEBİ:
Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Siirt 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 18.06.2019 tarih ve 2018/575 – 2019/350 sayılı kararı ile TCK’nın 314/2, 53/1-2-3, 58/9, 62, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca kurulan mahkumiyet hükmüne karşı … Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 20.09.2019 tarih ve 2019/1723 – 2019/1024 sayılı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 19.01.2022 tarih ve 2021/1435 esas, 2022/153 sayılı kararı ile sanık … yönünden onanmasına karar verildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 24.04.2022 tarih ve KD – 2022/51370 sayılı yazısı ile;
Silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılanan ve kendi seçtiği bir müdafii bulunmayan, CMK’nın 156. maddesi uyarınca da re’sen müdafi görevlendirilmeyen sanık …’nın, Anayasanın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesinin zorunlu sonucu olarak CMK’nın 150. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu, savunma hakkının kısıtlanmasına netice verecek biçimde müdafi atanmamasının, 5271 sayılı CMK’nın 188/1, 289/1-a, e maddelerine muhalefet edilerek mahkumiyet hükmü kurulması suretiyle savunma hakkı kısıtlandığından bahisle 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesi uyarınca itirazın kabulü ile Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 19.01.2022 tarih ve 2021/1435 esas, 2022/153 sayılı kararı kaldırılıp sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan hükmün bozulması talebi ile itiraz yoluna başvurulduğu görülmüştür.
II- İTİRAZIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
İddianame ile uygulanması talep edilen TCK’nın 314/2. maddesindeki hapis cezasının alt sınırının 5 yıl hapis cezası olması, atılı suçtan mahkumiyet kararı verilmesi halinde kanun gereği takdir hakkı bulunmaksızın uygulanması gereken 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddesi uyarınca belirlenen temel cezadan 1/2 oranında artırım öngörülmesi nazara alındığında, atılı suç için öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması nedeniyle, CMK’nın 150/3 maddesi uyarınca istemine bakılmaksızın müdafi görevlendirilmesi gerekirken, yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması suretiyle sanığın savunma hakkı kısıtlanmıştır.” gerekçesi ile Dairenin 01.04.2021 tarih ve 2019/8860 esas, 2021/2712 sayılı onama kararının kaldırılmasına, itiraz kabul edilmez ise itiraz hakkında bir karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdiine karar verilmesi istenmektedir.
Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlığın/itirazın konusu; silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yargılanıp örgüte yardım etmek suçundan mahkum olan ve kovuşturma aşamasında tutuksuz olarak yargılanan sanığın, re’sen atanacak bir müdafii yardımından yararlandırılmasının gerekip gerekmeyeceğine dairdir.
Ceza Muhakemesi Hukukunda savunmanın ayrılmaz parçası olan “müdafilik” kavramı üzerinde durmak gerekecektir.
Müdafii; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı ifade eder (CMK m. 2/1-c).
Müdafilik ihtiyari veya zorunlu olabilir. 1412 sayılı sayılı CMUK’un, kişisel savunmada kural olarak isteğe bağlı/ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş, sınırlı hallerde ise kişilerin kendilerini yeterince savunamayacakları ve kamusal bir kurum olan savunmanın zaafa uğrayacağı kabulünden hareketle zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CMK’nın ise zorunlu müdafilik sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek şekilde genişletmiştir(C.G.K. 17/12/2009 t. 2008/1-172 E. 2009/26 K.).
Şüpheli veya sanık soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiinin yardımından yararlanabilir. Müdafiyi kendisi ya da kanuni
temsilcisi seçebilir. Müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. Bu haller isteğe bağlı müdafiliktir. Kanunumuz bazı hallerde ise zorunlu müdafiliği benimsemiştir. Bu durum Ceza Genel Kurulunun gündemine birçok kez gelmiştir.
Ayrıntıları Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarih ve 2016/17-939, 2016/465 sayılı kararında açıklandığı üzere; “1412 sayılı CMUK’un, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hallerde zorunlu müdafilik sistemini getirmişken; 5271 sayılı CMK’nın zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir.
5271 sayılı CMK’ya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (CMK’nın 150/2. maddesi), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (CMK’nın 150/3. maddesi), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (CMK’nın 74/2 maddesi), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (CMK’nın 101/3. maddesi), davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (CMK’nın 204/1. maddesinde) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (CMK’nın 247/4. maddesinde) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır”.
“5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesi uyarınca sanığa zorunlu müdafi atanması gerekip gerekmediği, bu kapsamda “beş yıllık ceza süresinin belirlenmesinde suçun temel şekli için kanunda öngörülen cezanın mı dikkate alınacağı yoksa, suçun nitelikli halleri ve ağırlaştırıcı nedenlerinin de beş yıllık cezanın belirlenmesinde dikkate alınıp alınamayacağı”,
Hususları yönünden irdelenmesi gerekmektedir.
Adil yargılanma hakkı, Anayasanın 36/1. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6/1. maddesinde de; “Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir..” denilerek teminat altına alınmıştır.
Adil yargılanma hakkının muhtevası, savunma ve müdafi yardımından faydalanma hakkı yönünden iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafi yardımından faydalanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, re’sen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir. Anılan madde
gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme imkanından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Pakelli/Federal Almanya Davası, B.No: 8398/78, 25.04.1983).
Gözaltı sırasında bir avukatın hazır bulunmaması ile ilgili olarak, AİHM, her sanığın, gerekiyorsa resmi olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılamanın temel özelliklerinden birisi olduğunu hatırlatmaktadır (Salduz, Poitrimol-Fransa, 23 Kasım 1993 ve Demebukov- Bulgaristan, başvuru no: 68020/01, 28 Şubat 2008).
Kural olarak, sanığa, polis tarafından ifadesinin alındığı veya tutuklu olarak yargılandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkanı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye davası, başvuru no:7377/03).
Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Salduz/Türkiye Davası, B. No: 36391/02, 27.11.2008; Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007). Ne var ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkanının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007).
Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafii yardımından faydalanmak hakkından açıkça vazgeçmesi halinde dahi adaletin selameti bakımından re’sen bir müdafiin atanması gerektiğini, 5271 sayılı CMK’da tahdidi olarak düzenlemiştir.
Savunma, toplumun suçtan sorumlu olması nedeniyle muhakemenin vazgeçilmez unsuru olduğu için, en azından ağır suçlarda müdafi bulunmasını gerektirir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu önce sadece küçükler bakımından (CMK. 150/2) ve gözlem altına almada (CMK. 74/2) kabul edilmiş olan mecburi müdafiliği yerinde bir şekilde genişletmiştir.
CMK’nın 150/3 maddesine göre; şüpheli veya sanığın talebi olup olmadığına bakılmaksızın, özel avukatı olup olmadığı da ayrıca araştırılmaksızın alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yapılan soruşturma veya
kovuşturmada bir müdafi görevlendirilmek zorundadır. Şüpheli veya sanığın talebi olmasa, hatta kendisine hukuki yardımda bulunması için görevlendirilen avukatı istemese ve reddetse bile, iddia veya yargılamaya konu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması halinde zorunlu müdafilik uygulama alanı bulacak ve bu durumda şüpheli veya sanığın yanında avukat bulunmaksızın yapılan tasarruflar hukuka aykırı kabul edilecektir.
Acaba CMK’nın 150/3 maddesinde düzenlenen ve zorunlu müdafinin atanması için gerekli olan beş yıllık hapis cezasının tespitinde sadece suçun temel şekline mi bakılacak yoksa suçun nitelikli halleri ve ağırlaştırıcı nedenleri de beş yıllık cezanın belirlenmesinde dikkate alınacak mıdır?
Suç genel teorisinde suça etki eden nedenler, suçun temel şeklini düzenleyen suç tipindeki kanuni unsurların dışında kalan ve ona eklenen özel fiili nedenler veya şahsi nedenlerdir. Bu bağlamda suça etki eden nedenler, doktrinde çeşitli ayrımlara tabi tutulmaktadır: Ağırlatıcı-hafıfletici nedenler, genel-özel nedenler, kanuni-takdiri nedenler, fıili-şahsi nedenler gibi. Suça etki eden nedenlerden cezanın artırılmasını gerektiren nedenler ağırlatıcı nedenler iken; indirilmesini gerektirenler hafifletici nedenlerdir.
Ceza adalet sistemimizde ‘bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin aynı suç sayılacağı’ ilkesini benimsemiştir (TCK md. 43/1, 3. cümle). Bu itibarla, aynı suç sayılan bir suçun nitelikli halinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin CMK’nın 150/3 maddesinde belirlenen ve zorunlu müdafi atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği kuşkusuzdur. Nitekim (kapatılan) 16. Ceza Dairesinin; 16.01.2018 tarihli ve 2017/3415 esas – 2018/495 sayılı kararında, özellikle bölge adliye mahkemelerinin hangi kararlarının temyize tabi olduğu veya kesin olduğunu gösteren 5271 sayılı CMK’nın 286. maddesinin 2/a-b bentleri kapsamında “temyiz edilebilirlik sınırını” belirlerken, suçun sadece temel şeklini esas almamış nitelikli hal ve ağırlaştırıcı nedenleri de gözönünde bulundurmuştur.
5271 sayılı CMK’nın zorunlu müdafilik sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek şekilde zorunlu müdafilik sisteminin uygulama alanını genişletmesi, özellikle (kapatılan) 16. Ceza Dairesinin 16.01.2018 tarih ve 2017/3415 esas – 2018/495 karar sayılı ilamında “temyiz edilebilirlik sınırı belirlenirken suçun temel şeklinde belirlenen cezanın değil nitelik hal ve ağırlaştırıcı nedenler de gözönünde bulundurularak istenilen sonuç cezanın esas alınması” gerektiğine yönelik gerekçesi, gerçekten de pratik olarak bakıldığında, suç isnadı altında olan bir birey için önemli olan hususun; hakkında istenen hapis cezasının alt veya üst sınırının uzunluğu olması olup bu alt ve üst sınırın uzunluğunun ister cezanın temel şeklinden kaynaklansın isterse suçun nitelikli hali veya ağırlaştırıcı nedeninden kaynaklansın belirtilen sonucun değişmeyeceği, aksi durumun kabulü yani, CMK’nın 150/3 maddesinde düzenlenen “beş yıllık sınırının” belirlenmesinde ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hal uygulanması sebebiyle üst sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda
zorunlu müdafi atanmasının gerekmediğini kabul etmenin sanıkların “savunma haklarının kısıtlanması ve bunun sonucunda adil yargılanma” hakkından mahrum edeceği, bunun da adalete erişim hakkını sınırlayacağı apaçık ortadadır.
Bu nedenlerle, silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlarının 3713 sayılı TMK’nın 3. maddesinde düzenlenen mutlak terör suçlarından olması, aynı Kanunun 5. maddesi kapsamında mutlak terör suçlarında her halükarda 3713 sayılı TMK’nın 5. maddesinin herhangi bir takdir hakkı olmaksızın uygulanmasının zorunlu olduğu, bu kapsamda “silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlarında cezanın alt sınırın beş yıldan fazla olduğu” nazara alındığında, sanık hakkında, “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK’nın 150/3 maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu zorunluluğa uyulmamasının temyizen inceleme konusu yapılıp yapılmayacağına gelince;
CMK’nın 188/1. maddesinde; “Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt katibinin ve kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiinin hazır bulanması şarttır.” şeklinde duruşmada hazır bulunması gerekenler gösterilirken “zorunlu müdafiyi” yargılama süjesi olarak saymıştır.
CMK’nın 197/1 maddesinde; “sanık hazır bulunmasada müdafi bütün oturumlarda hazır bulunmak yetkisine sahiptir” denmek suretiyle kanun koyucu genel kural olarak sanık müdafiinin tüm oturumlarda bulunmasını arzu etmiştir.
CMK’nın 289. maddesinin 1-a-e bendlerinde, kanuna kesin aykırılık halleri içinde, “mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması ile Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken kişilerin yokluğunda duruşma yapılması” gösterilmiştir. Temyiz denetiminde bu madde kapsamındaki hukuka aykırılıklar temyiz kapsamında gösterilmiş olmasa da re’sen incelenecektir (CMK 289/1).
Tüm bu hususlar dikkate alınarak somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan açılan kamu davasının yapılan açık yargılamasında, 31.05.2019 tarihinde yapılan 3. celseye kadar kendisinin seçtiği bir müdafi olmadığı gibi zorunlu müdafi de atanmadan savunmasının alındığı, 31.05.2019 tarihli celsede sanık …’nın talebi üzerine zorunlu müdafi atandığı, atanan zorunlu müdafiinin UYAP sistemi üzerinden esas hakkındaki mütalaaya karşı yazılı savunma sunduğu, 17.06.2019 tarihli mazeret dilekçesi ile de “..Süreli işleri nedeniyle duruşmalara katılamayacağını..” bildirdiği, 18.06.2019 tarihinde yapılan mahkumiyet hükmünün kurulduğu celseye de katılmadığı anlaşılmış,
Kovuşturma aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafi bulunmadığı gibi CMK’nın 156. maddesi uyarınca da mazereti reddedilen müdafi yerine hakkında yeniden re’sen bir müdafi görevlendirilmeyen sanığın, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılanması yapıldığı da dikkate alındığında, CMK’nın 150. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca hakkında müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu,
Anayasanın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesine aykırı olacak ve savunma hakkının kısıtlanmasını doğuracak biçimde kovuşturmada müdafi hazır bulundurulmaksızın hakkında mahkumiyet hükmü kurulmak suretiyle CMK’nın 150/3, 188/1, 197/1 ve 289/1-a-e maddelerine muhalefet edildiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz gerekçesi yerinde görülerek itirazın kabulüne karar verilmiştir.
III-KARAR:
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 19.01.2022 tarih ve 2021/1435 esas, 2022/153 sayılı kararının, diğer sanık yönünden saklı kalmak kaydıyla sadece sanık … yönünden kaldırılmasına, ilama II numaralı başlık ile birlikte “II-Sanık … yönünden yapılan temyiz incelenmesinde” ibaresinin yazılması, “II numaralı” alt başlığın ise aşağıdaki şekilde düzenlenmesi;
“Ayrıntıları Dairemizin 14.10.2019 tarihli ve 2019/3337 esas ve 2019/6048 sayılı kararında açıklandığı üzere;
Sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı dikkate alındığında müsnet suçlar için kanunda öngörülen cezaların tür ve miktarı itibariyle CMK’nın 150. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu, 31.05.2019 tarihinde yapılan 3. celseye kadar sanığın seçtiği bir müdafii olmadığı gibi mahkeme tarafından zorunlu müdafi de atanmadan savunmasının alındığı, 31.05.2019 tarihli celsede sanık …’nın talebi üzerine OCAS üzerinden müdafi atandığı, atanan müdafinin UYAP sistemi üzerinden esas hakkındaki mütalaaya karşı yazılı savunma sunduğu, 17.06.2019 tarihli mazeret dilekçesi ile de “..Süreli işleri nedeniyle duruşmalara katılamayacağını..” bildirdiği, 18.06.2019 tarihinde yapılan 4. celse de mahkeme tarafından ara karar ile “müdafinin esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalarını yazılı olarak sunmuş olması ve dosyada bir önceki celse esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma için süre verilmesi hususları dikkate alınarak sanık … müdafii Av. …’ın mazeret talebinin reddine” gerekçesiyle mazeretinin reddedildiği, 5271 sayılı CMK’nın 151. maddesinin gereklerine tevessülen re’sen başka bir müdafinin de görevlendirilmediğinin anlaşılması karşısında, Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesine aykırı olacak ve savunma hakkının kısıtlanmasını doğuracak biçimde müdafi hazır bulundurulmaksızın mahkumiyet hükmü kurulmak suretiyle CMK’nın 150/3, 188/1, 197/1 ve 289/1-a-e maddelerine muhalefet edilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın eşinin temyiz istemi bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan belirtilen sebeple hükmün CMK’nın 302/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304. maddesi uyarınca
dosyanın Siirt 3. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin … Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 28.06.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.