Yargıtay Kararı 23. Hukuk Dairesi 2014/9679 E. 2015/7099 K. 05.11.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 23. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/9679
KARAR NO : 2015/7099
KARAR TARİHİ : 05.11.2015

MAHKEMESİ: Silifke 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25/10/2013
NUMARASI : 2011/302-2013/1023

Taraflar arasındaki tespit, tazminat davasının bozma ilamına uyularak yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
– K A R A R –
Davacı vekili, S.S. 60 Nolu S.. Minibüsçüleri Kooperatifi ile müvekkilinin daha önce üyesi olduğu S.S. 76 Nolu S.. Kenti Minibüsçüleri Kooperatifi’nin 17.09.1994 tarihinde birleşmesi sonucu oluşan davalı kooperatifin 22.04.1995 tarihli genel kurulda kooperatif üyelerine 2. sıra hakkı verilmesine karar verildiğini, daha sonra eski Kent Kooperatifi üyesi olan kişilere 2. sıra hakkının kullandırılmasına karşı çıkıldığını ve 2. sıra hakkı kullandırılmaması yönünde 07.09.1997 genel kurulda karar alındığını, bu nedenle müvekkiline 2. sıra hakkı verilmediğini, Silifke Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açtıklarını, mahkemece, 12.07.2001 tarih, 1999/1032 Esas 2001/506 Karar sayılı ilamı ile, davacıların 2. sıra üyeliklerinin olduğuna karar verildiğini, 1997 yılından bu yana 2. sıra hakkının verilmemesi nedeniyle müvekkilinin kazanç kaybı olduğunu ileri sürerek, 2. sıra hakkının tespiti ile muarazanın giderilmesine, 2. sıra hakkının verilmediği 07.09.1997 tarihinden, davanın açıldığı 05.05.2006 tarihine kadar çalıştıramadığı minibüsün kazancından şimdilik 5.000,00 TL’nin tahsilini talep ve dava etmiş, 07.07.2008 tarihli ıslah dilekçesiyle tazminat istemi yönünden dava değerini 88.080,00 TL olarak artırmıştır.
Davalı vekili, S.S. 76 Nolu Kooperatifi’nin üyesi olan 24 kişinin 2. sıra hakkının tescili hususunda Silifke Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açılan dava sonunda mahkeme kararı gereğince yönetim kurulunun 28.02.2003 tarihli kararı ile bu kişilerin 2. sıra haklarının tescilinin gerçekleştirildiğini, anılan Silifke Asliye Hukuk Mahkemesi kararında davacının olmadığını, kooperatife yazılı veya sözlü müracaatı da bulunmadığını, bu nedenle davacının mahkeme kararında taraf olmaması nedeniyle hakkında işlem yapılmadığını, ayrıca 2. sıra hakkının tesciline ilişkin kooperatif anasözleşmesi gereğince, davacının şartları taşımadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile, davacının davalı kooperatifte ikinci sıra hakkının tespiti ile taraflar arasındaki muarazanın giderilmesine, 58.720,00 TL tazminatın davalıdan tahsiline dair verilen karar, taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 14.10.2010 tarih ve 2009/3325 Esas, 2010/10307 Karar sayılı ilamıyla, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddiyle, davacıya 2. hat verilmediğinden, davacının bu 2. hat ile emsal olan işi yapıp yapamayacağı, yapabilir ise bu işi yapmamadan ileri gelen muhtemel gelir kaybının indirilmesi gerektiği, öte yandan, davacının 2. hat için aracının olup olmadığı araştırılarak, aracının olmaması halinde araç için kullanacağı finansman giderinin yapılacak hesaplamada nazara alınması gerektiği belirtilerek davalı yararına, düzenlenen bilirkişi raporunda, aylık çalışma gününün 25 gün olduğu, aracın mazot, bakım ve işçi giderleri düşülerek hesaplama yapıldığına göre mahkemece sürekli çalışmanın hayatın olağan akışına aykırı olduğu, hastalık, araç arızası, bakım ve tamir gibi nedenlerle bir takım masrafların olacağı ön kabulünden yola çıkılarak 1/3 oranında hakkaniyet indiriminin yapılmasının doğru olmadığı belirtilerek davacı yararına bozulmuştur. Davalı vekilinin karar düzeltme itirazında bulunması üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 19.04.2011 tarih ve 1251 Esas, 4601 Karar sayılı ilamıyla, davalı vekilinin diğer karar düzeltme itirazlarının reddiyle, mahkemece davalının ıslaha yönelik zamanaşımı def’i hakkında olumlu ya da olumsuz karar verilmemesinin doğru olmadığı belirtilerek, davalı vekilinin karar düzeltme itirazının kabulü ile bozma ilamına davalı yararına ayrı bir bent eklenmesine karar verilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, dosya kapsamı ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacının 07.07.2008 tarihinde ıslah dilekçesi vererek, dava dilekçesindeki talep sonucunu artırdığı, davalının ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı def’inde bulunduğu, zamanaşımı def’inin dava dilekçesine karşı ileri sürülebileceği, ıslaha karşı ileri sürülemeyeceği, ayrıca 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 17/2. maddesine göre çıkan veya çıkarılan ortaklar ile mirasçılarının alacak ve haklarının, bunları isteyebilecekleri günden başlayarak beş yıl geçmekle zamanaşımına uğradığı, davacının halen kooperatif üyesi olduğu, üyeliği devam ettiği sürece kooperatiften olan alacaklarının zamanaşımına uğramayacağı, 1997-2006 yılları arasında oluşan zararının Silifke Minübüsçüler Odası’ndan gelen 15.05.2013 tarihli yazı dikkate alınarak belirlendiği 91.578,56 TL zarardan 2. araçtan sağlanan 17.301,04 TL gelirin ve davacının 2. aracın alımı için yapmış olduğu 7.000,00 TL giderin tenzil edildiği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile, davacının davalı kooperatifte 2. sıra hakkı bulunduğunun tespitine, muarazaranın bu şekilde giderilmesine, 67.277,52 TL’nin davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1-Davalı vekilinin temyiz itirazları yönünden;
Dava, kooperatif ortağına 2. sıra hakkı verilmemesi nedeniyle yoksun kalınan kazanç kaybının tahsiline ilişkindir.
Uyulmasına karar verilen Yüksek 11. Hukuk Dairesi’nin 19.04.2011 tarihli bozma ilamında, davalı vekilinin ıslaha yönelik zamanaşımı def’i hakkında olumlu ya da olumsuz karar verilmediği belirtilerek, hükmün davalı lehine bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.032013 tarih ve 2012/4-824 E., 2013/305 K. sayılı ilamında açıklandığı üzere;
Uyuşmazlık, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminata karşı zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı G.. D..’ın 07.07.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile talep ettiği tazminat için zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir (HUMK. m.83); (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, B.6.C.IV, İstanbul 2001, s.3965). Islah müessesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkândır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuk, C.I.II.B,5, İstanbul 1992 s.534).
Islahın konusunun tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğu için, ıslahla düzeltilerek usul işlemlerinin neler olduğundan da söz etmek gerekir. Gerek öğreti, gerekse Yargıtay uygulaması davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini, aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir. Yine müddeabihin artırılıp artırılmayacağı hususu da bir usul işlemi olup, ıslahın konusudur (Baki Kuru: age .s 4035).
Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi elbette mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar, (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyetini de taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi imkânsızdır. Çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslahın konusu olamaz.
Bilindiği gibi, HUMK’nın 87. maddesinin son cümlesindeki, “müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü, Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarih ve 1999/1 E., 1999/33 K. sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Bundan böyle davacı, dava dilekçesinde gösterdiği müddeabihini (davalı muvafakat etmese bile) aynı dava içinde ıslah yolu ile artırabilecektir. Bu düzenleme, davacının ilk dava dilekçesinde saklı tuttuğu fazlaya ilişkin hakkını ek bir dava ile istemesine engel olmayacaktır.
Davanın tamamen ıslahı durumunda, dava dilekçesinden itibaren bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını gerektirir (HUMK.m.87). Gerek öğretide, gerekse yerleşik yargısal kararlarda, davanın tamamen ıslahında yeni bir dava açılmamış sayılacak, tamamen ıslah edilen dava ilk açılan davanın devamı niteliğinde olduğundan, bunun doğal sonucu olarak, zamanaşımı, hak düşürücü süre ilk davanın açıldığı tarihteki duruma göre dikkate alınacaktır. Onun için davanın tamamen ıslahında ıslah olunan dava, ilk dava gününde açılmış sayılacaktır. (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.baskı c.IV,s.3998 vd; Sabri Şakir Ansay Yargılama Usulleri, 1960 baskı sh:194 vd,; İlhan Postacıoğlu, Medeni Usul Hukuku Dersleri, 1975 baskı s.460 vd,; Saim Üstündağ Medeni Yargılama Hukuku Esasları, 1973 baskı s.335 vd, ile aynı yöndeki HGK 18.12.1957 gün ve 2- 66 E., 64 K.; HGK, 30.01.2002 gün ve 2-63 E., 23 K.; HGK, 03.07.2002 gün ve 9-564 E., 572 K.; HGK, 05.03.2003 gün ve 9-76 E., 126 K sayılı ilamları)
Davanın kısmen ıslahı durumunda ise davacı; kısmi davada saklı tuttuğu fazlaya ilişkin haklarını, ek bir dava açarak isteyebileceği gibi, müddeabihin artırılmasını önleyen yasal düzenlemenin yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile ortadan kalkmasından yararlanarak müddeabihi aynı davada kısmi ıslah dilekçesi verip harcını yatırmak suretiyle artırabilecektir.
Bu aşamada açıklanması gereken diğer bir husus zamanaşımının kesilmesi konusudur.
Bir davanın açılması halinde zamanaşımı kesilir (BK.m.133/2). Ancak, kesilen zamanaşımı, kesilme tarihinden başlayarak yeniden işler (BK.m.135/1). Dava ile kesilmiş zamanaşımı, davanın devamı süresinde taraflardan birinin yargılamaya ilişkin her bir işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden cereyana başlar.
Öğretide, kısmi davada dava edilmeyen alacak kesimi için, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmuş olmasının zamanaşımını kesmeyeceği kabul edilmektedir (Baki Kuru. Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı Cilt:II s.1541 v.d; Pekcanıtez Hakan/ Atalay Oğuz/ Özekes Muhammet, Hukuk Muhakemeleri Kanununa Göre Medeni Usul Hukuku, 12. bası. S.321). Kısmi dava açılması halinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir (HGK.20.03.1968 gün ve 9-210 E., 151 K.; HGK, 03.07.2002 gün ve 9-564 E., 572 K.; HGK 09.10.2002 gün ve 9-809 E., 802 K.).
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı, sadece ek dava yerine kısmi ıslah yoluyla saklı tutulan alacakları aynı davada isteme kolaylığı getirmiş olup, zamanaşımı, temerrüde düşürme gibi, usul ve yasa hükümlerini değiştirmiş değildir. Kısmi ıslahta, tam ıslahın aksine ıslah tarihine kadar yapılmış bütün usul işlemleri yapılmamış sayılmaz. Kısmi ıslah, yapıldığı tarihten ileriye yönelik olarak hüküm ifade eder (HGK.03.07.2002 gün ve 9-564 E., 572 K.). Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler kısmi ıslahın bir ek dava niteliğinde olmadığını, kısmi ıslah halinde zamanaşımının ilk davanın açıldığı tarihe göre belirlenmesinin gerektiğini, ıslah edilen talebin dava dilekçesinin devamı niteliğinde olduğunu, kamilen ıslahta dava değiştirildiği ve zamanaşımı dava tarihine göre belirlendiği gibi aynı şekilde kısmi ıslahta da dava dilekçesinin talep bölümünün değiştirildiği kabul edilerek önceki davanın devamı olarak nitelendirilmesinin gerektiği belirtilmiş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir. Öte yandan, YHGK’nın 12.10.2011 tarih ve 4-504 E., 606 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere; kısmi davada saklı tutulan alacak bölümü için, gerek kısmi dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha sonra, ayrı bir dava açılması da usulen olanaklıdır. Uygulamada bu ayrı davaya ek dava denilmektedir. Yine, kısmi davadan sonra açılan ek davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması ve davacının hukuki yararının bulunması koşullarının birlikte varlığı halinde, birden fazla ek dava açılması da kural olarak mümkündür. Bu haliyle kısmi ıslah, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yoluna alternatif oluşturan bir yapıdadır. Dolayısıyla, kısmi davanın davacısı, ek dava açmak veya kısmi ıslah yoluna gitmek konusunda seçimlik hakka sahiptir. Kısmi ıslah yoluyla müddeabihin artırılabilmesi olanağı, bir anlamda, artırıma konu kısmın ek dava yoluyla istenilmesinin alternatifi niteliğinde bulunduğundan; kısmi davadaki ıslah ile, bu yola gidilmeyip ek dava açılması halleri, davacıya aynı hak ve olanakları tanıyan seçimlik yollar olduğundan, usul hukuku açısından sonuçlarının da aynı olması gerekir ve beklenir. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 14.04.2004 gün ve 2004/4-200 E., 227 K. ve Dairemizin 06.05.2014 tarih ve 176 E., 3480 K. sayılı ilamında vurgulanmıştır.
Öte yandan, tapu iptal, tescil ve üyelik tespiti gibi tahsis hakkına dayalı istemler, üyeliğe sıkı sıkıya bağlı olup, üyelik devam ettikçe zamanaşımına uğramazlar. Parasal yükümlülükler, genel kurulda belirlenen ödeme gününde muaccel olur ve üyelik sürecinde dahi zamanaşımı süresi işler.
Bu durumda mahkemece, davacının kooperatif üyeliğine, diğer anlatımla tahsise (2. sıra hakkına) sıkı sıkıya bağlı kazanç kaybı talebinin, parasal yükümlülükle ilgisi olmadığından, üyelik devam ettikçe zamanaşımına uğramayacağı, bu durumda dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 126/4. maddesindeki zamanaşımı süresinin işlemeyeceği gerekçesiyle yetinilerek zamanaşımı def’inin reddine karar verilmesi gerekirken, ıslah istemine yönelik, zamanaşımı def’i ileri sürülemeyeceği gerekçesine de dayanılması ve çıkma payına ilişkin yasa maddesinin zamanaşımı süresine dayanak gösterilmesi doğru olmamış ise de, zamanaşımı def’inin reddine karar verilmesi sonucu itibariyle doğru olmuştur.
Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;
Bozma ilamından önce, rapor düzenleyen bilirkişiler, davacının kazanç kaybını 88.080,00 TL olarak hesaplamış, bunun üzerinden 1/3 oranında indirim yapılarak 58.720,00 TL kazanç kaybına hükmedilmiştir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesince, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddi ile; davacı kendisine 2. hattın tahsis edilmesi üzerine başka bir işi yapmaktan kasten feragat etmiş veya başka bir iş yapmış ise bunun da hükmolunan tazminattan BK’nın 325. maddesi kapsamında düşülmesi gerektiği, bu itibarla, mahkemece, davacıya 2. hat verilmediğinde davacının bu 2. hat ile emsal olan işi yapıp yapamayacağı, yapabilir ise bu işi yapmamadan ileri gelen muhtemel gelir kaybının indirilmesi gerektiği, öte yandan, davacının 2. hat için aracının olup olmadığı araştırılmak suretiyle, aracının olmaması halinde araç için kullanacağı finansman giderinin de yapılacak hesaplamada nazara alınmasının gerektiği, davalının zamanaşımı def’i hakkında olumlu ya da olumsuz karar verilmemesinin doğru olmadığı belirtilerek davalı yararına, hakkaniyet indirimi yapılmasının doğru olmadığı belirtilerek, davacı yararına bozulmuştur.
Bu durumda, mahkemece, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin uyulmasına karar verilen bozma ilamında, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine karar verilmesi ile 88.080,00 TL üzerinden 1/3 oranında indirim yapılmaması yönünde davacı yararına kesin olarak kazanılmış hak doğduğu gibi, yine bu miktar üzerinden koşulları varsa davalı yararına indirim yapılması yönünde kazanılmış hak doğmuştur.
818 sayılı BK’nın ”10.Bap: Hizmet Akdi” başlıklı bölümünde yer alan 325. maddesi ”İş sahibi işi kabulde temerrüt ederse, işçi taahhüt ettiği işi yapmaya mecbur olmaksızın mukaveledeki ücreti isteyebilir.
Şu kadar ki, işi yapmadığından dolayı tasarruf ettiği yahut diğer bir iş ile kazandığı ve kazanmaktan kasten feragat eylediği şeyi mahsup ettirmeye mecburdur.” hükmünü içermektedir. Davacı, kendisine 2. sıra hakkının verilmediği dava konusu dönemde başka bir işi yapmaktan kasten feragat etmiş ise muhtemel gelirinin, başka bir iş yapmış ise, kazancının dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan ve bozma ilamında da belirtilen ve kıyasen uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 325/2. maddesi uyarınca, dava konusu kazanç kaybından indirilmesi gerekir.
Somut olayda, dava dilekçesinde davacının ev hanımı olduğu, ikinci sıra hakkı verilmeyen dava konusu dönemde, gelir getirecek bir işle uğraşmadığı, birinci sıra hakkı ile ilgili minibüsünü ücretli şoförünün, bazen de oğlunun çalıştırdığını ileri sürmüş olup, davacının emsal başka bir işi yaptığına ya da emsal başka bir işi yapmaktan kasten feragat ettiğine dair davalı tarafça herhangi bir belge ve delil sunulmamıştır. Ev hanımı olan davacının, tek aracını 1. sıra hakkı için kullanması nedeniyle başka bir işte kullanmadığı iddiası, makul olup hayatın olağan akışına ters değildir. Davacı 2. aracını, dava konusu ettiği dönemden sonra 23.02.2009 tarihinde satın almıştır.
Bu durumda, mahkemece, davacının dava konusu raporda belirtilen dönemde kooperatif dışında taşımacılık yaptığının davalı tarafça kanıtlanamadığı, bu durumda 91.578,56 TL’den değil, kesinleşen 88.080,00 TL kazanç kaybından davacının aracını başka bir işte çalıştırmaması nedeniyle kurtulduğu tamir, yakıt, vergi v.s. giderlerin belirlenerek, davalı yararına mahsubunun gerektiği gözetilerek, ek rapor alınıp, sonucuna göre, nihai kazanç kaybı hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davacının belirlenen kazanç kaybından kooperatif dışında aynı aracı ile ikinci bir emsal iş yaptığı ve gelir elde ettiği varsayımı ile mahsup yapılması ve kurtulduğu giderler kapsamında olmayan ”2. araç satın alma bedeli”nin de ayrıca mahsup edilmesi doğru olmamıştır.
Öte yandan, gerekçeli karar başlığında, 05.05.2006 olan dava tarihinin, 23.06.2011 olarak yazılmış olması da hatalı olmuştur.
3- Bozma nedenine göre, davalı vekilinin davalı yararına hükmedilen vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
4- Kabule göre, davanın reddedilen bölümü üzerinden davalı yararına hükmedilen vekalet ücretinin eksik belirlenmesi de hatalı olmuştur.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, taraflar yararına BOZULMASINA, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harçların istek halinde iadesine, karar tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.11.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.