Yargıtay Kararı 23. Hukuk Dairesi 2013/7191 E. 2014/420 K. 24.01.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 23. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/7191
KARAR NO : 2014/420
KARAR TARİHİ : 24.01.2014

MAHKEMESİ : İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 06/12/2010
NUMARASI : 1996/1248-2010/554

Taraflar arasındaki şahsi iflas davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davalılar E. C., M.. H.., B.. G.. dava tarihinden sonra öldüğünden davanın niteliği gereği bir karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar hakkında açılan davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
-K A R A R-
Davacı vekili Bakanlar Kurulunun 27/10/1983 gün ve 83/7242 sayılı Kararıyla, 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 63/4 maddesi uyarınca İstanbul Bankası AŞ’nin bütün aktif ve pasifi ile birlikte T.C. Ziraat Bankası’na devredildiğini, bu işleme yasaya aykırı karar ve işlemleriyle davalıların sebep olduğunun tespit edildiğini, davalıların bankanın çeşitli şirketlere ortak olması, yasal sınırların üzerinde fon aktarılması, teminat kulandırılması gibi işlemler yaptığını; sermayenin 1.000.000.000,-TL’ye (bugünkü tutarla 1.000,-TL.) çıkartıldığını, bunun küçük bir kısmının ödendiğini, bakiyesinin ödenmediği halde ödenmiş gibi kayda geçirildiğini, bu çerçevede 23/11/1983 tarihli banka devir bilançosuna göre bankanın 30.118.403.782,88 TL zararının bulunduğunu ileri sürerek banka hakkında 70 sayılı KHK’nin 63/3 ve 4. maddelerinin uygulanmasına sebep oldukları tespit edilen davalıların anılan KHK’nin 68 ve 83 üncü maddeleri ile 7242 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 3 ve 188 sayılı KHK’nin 3 ve 33 üncü maddeleri uyarınca iflaslarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Yargılama aşamasında davalılardan M.. H.., B.. G.. ve E.. C.. vefat etmiştir.
Davalı İ… İstanbul Meşrubat Sanayi A.Ş. vekili davada 3182 sayılı yasanın 69 uncu maddesinin uygulanması koşullarının bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Davalı G.. E.. vekili müvekkilinin muhasebe bölümünden sorumlu ve ilgili yönetici olmadığını, şeklen muntazam olduğu kanaatine vardığı ve imza tamamlamak için kendisine getirilen fişleri imzaladığını ve sorumluluğunun söz konusu olmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Davalı K.. Ö.. vekili müvekkilinin şube müdürü olduğunu, bankanın içine düştüğü durum açısından anlam ifade etmeyen küçüklükteki riskler için kredi açılışında bir karar organı olmayıp bir icra organı şeklinde görev üstlendiğini, kendi şubesinin dışındaki
Genel riskleri bilmesinin beklenemeyeceğini, üst yöneticilerle kast ve eylem birliği içinde olduğunun iddia edilmediğini; şube müdürü olarak bankanın aczinden sorumlu tutulmasının ve bu nedenle iflasının istenmesinin, hem yasanın amacına, hem objektif duruma ve hem de insaf ölçülerine aykırı olduğunu ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Davalı Ş.. D.. vekili müvekkilinin şube müdürü olduğunu, iddia konusu şirketlere, Bankalar Kanununun 41 inci maddesine aykırı olarak kredi açtırıp kullandırmadığını, iddia konusu kredilerin şube müdürünün yetkisinin üzerinde olduğunu, otorize kredi olduğu ve yönetim kurulu karar ve direktifleriyle açılmış olduğunu, sorumluluğun doğrudan doğruya banka yönetimine ait bulunduğunu ve müvekkilinin banka hakkında 70 sayılı KHK’nin 63 üncü maddesinin uygulanmasına neden olmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Davalı C.. T.. vekili dava dilekçesinde söz edilen Metal Kapak firmasının bankanın iştiraki olduğunu, şirkete açılan kredilerin normal limitler dahilinde ve yasalara uygun biçimde açıldığını, limit aşımlarının ise devre sonlarında tahakkuk ettirilen faizlerden kaynaklandığını, şirkete yazılı ihbarda bulunulduğu gibi durumun Genel Müdürlüğe de bildirildiğini, takip prosedürüne başlamanın şube müdürünün yetkisinde olmayıp, Genel Müdürlüğün uhdesinde bulunduğunu, Sirkeci şubesinde verilmiş olan kredilerin yönetim kurulu kararına bağlı olarak firmaların bizzat kendilerine kullandırıldığı ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Davalı Y.. A.. İstanbul Bankası AŞ. Bakırköy şubesinde çalıştığı dönemde tarafından hiçbir usulsüz kredinin açılmadığını, 38 ve 39 uncu maddelere aykırı olabilecek hiçbir usulsüz işlemin yapılmadığını, sanık sıfatıyla yargılandığı Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 1984/520 E. sayılı dosyasında yaptırılan bilirkişi raporunda yasaya aykırı ve suç sayılan fiilinin olmadığının saptandığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Davalı S.. K.. vekili müvekkilinin iddia konusu işlemlere muhasebe fişi düzenlenmesi aşamasında müdahil olduğunu, görevinin ise onayı bulunması gereken ilgili birimlerin onayının varlığı ve onaya bağlı ödeme emirlerinin mevcudiyetini denetlemek olduğu, kanıt olarak sunulan fişlerin dayanakları fatura ve öteki belgelerde müvekkilini fiş düzenleme zorunluluğu altına sokan tüm onay ve imzaların mevcut olduğunu, dolayısıyla müvekkilinin yasaya aykırı karar ve işleminden söz etmenin öncelikle olayların akışına uygun düşmediğini, müvekkilinin imza yetkisinin bankanın iç işlemleri yönünden söz konusu olduğunu, bu yetkinin üçüncü kişilere karşı hiçbir gücü içermediğini, bankayı hukuksal bir yük altına sokamayacağını, bu nedenle de sorumluluğunun söz konusu olmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, Bankacılık Kanununa göre şahsi iflas kararı verilmesi için gerekli koşulların yasaya aykırılık, zarar ve illiyet bağı olup yasaya aykırı karar ve işlemler kapsamında yalnızca Bankacılık Kanununun değil diğer yasalar ve bu yasaların uygulanması ile ilgili çıkarılan yönetmelik, tüzük ve genelgelerin de girdiği, illiyet bağının da iki farklı boyutta gerçekleşmesi gerekip hem bankaya zarar verecek karar ve işlemler ile gerçekleşen zarar arasındaki illiyet bağının ve bankaya zarar verecek karar ve işlemler ile bankanın fona devri arasındaki illiyet bağının bir arada bulunması gerektiği, yönetim kurulu üyelerinin kusurundan dolayısı ile sorumluluklarından bahsedilebilmesi için bunların görevlerini yerine getirirken gerekli özeni gösterip göstermediklerine bakılması banka yöneticilerinin kusurları olup olmadığının tespitinde bankacılığın artık özel ihtisası gerektiren bir meslek olması sebebiyle yöneticilerin bazı özelliklere sahip bulunması gerektiğinin de göz önüne alınması gerektiği, ayrıca yapılan işlem ile alınan kararların bunların yapıldığı ve alındığı tarihteki şartlar içerisinde değerlendirmek gerektiği, yönetim kurulunun üyelerinin bankaya verdiği zararın yasaya
aykırı bir davranış sonucu olması gerekip kendisine bir çıkar sağlayıp sağlamasının veya çıkar sağlamak istemesinin bir öneminin bulunmadığı ortada bir zarar yoksa yönetim kurulu üyesi huhuka aykırı davranmış olsa bile aleyhine sorumluluk davası açılamayacağı; dava konusu olayla ilgili teknik bilirkişi tarafından bankanın sermaye artırımının gerçek olmaması, Banker Kastelliye satılan mevduat sertifikaları ve grup şirketlerine yasal sınırların üzerinde verilen krediler dolayısıyla bankanın zarara uğradığının tespit edilmiş bulunduğu, anonim şirketlerde geçerli olan en önemli ilkelerden birisinin sermayenin korunması ilkesi olduğu, bu sayede hem şirket, hem de alacaklılar ve ortakların korunduğu, sermaye artırımının gereği gibi yapılmaması ile bu ilkeye ve TTK nin ilgili düzenlemelerine aykırı hareket edilmiş olacağı, Banker Kastelliye satılan mevduat sertifikaları ve grup şirketlerine açılan krediler ile 3182 s. Yasa’nın 38 ve 39 uncu maddelerine aykırı davranıldığı, bu durumda sorumluluğun şartlarından zarar ve kanuna aykırılık unsurlarının gerçekleştiği, söz konusu zararın bankanın iflasına, devrine veya bir başka banka ile birleşmesine sebebiyet verip vermeyeceği yani illiyet bağı unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda dava konusu edilen zararlar tek başına ele alınıp değerlendirildiğinde bu zararların iflasa, devre veya birleşmeye sebebiyet vermeyeceği, ancak bankanın iflası veya devri süreci çoğu zaman tek bir işlem veya eylemin ardından gerçekleşmeyeceği, zararın bazen de her biri tek başına sonucu doğurmaya elverişli olmayan birden fazla sebebin bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkabileceği, dava konusu olaylar tek tek ele alındığında bankanın iflasına veya devrine sebebiyet vermeyecekleri düşünülebilir ise de gerçekte bankayı iflasa veya devre sürükleyen birden fazla sebebin bir araya gelmesi olduğu, dolayısıyla bu dava açısından illiyet bağı gerçekleşmiş bulunduğu, sorumluluğun şartlarından kusura gelince banka yöneticilerinin göstermesi gereken özenin derecesinin daha ağır olduğu, gerçeği yansıtmayan bir sermaye artırımı yasal düzenlemelerin dışına çıkan krediler ve mevduat sertifikası düzenlenmesi olaylarında yöneticilerin kendilerinden beklenen özeni göstermedikleri ve kusurlu davrandıklarının anlaşıldığı, ancak banka yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna gidilebilmesi için anılan bu şartların gerçekleşmesi dışında bir hususun daha göz önünde bulundurulması gerektiği, bir kimsenin anonim şirketlere özgü sorumluluk hükümlerine (TTK md. 336) tabi olabilmesi için organ vasfına sahip olması gerektiği, yasa, ana sözleşme veya iç yönetmelikte organ olarak anılmış olma zorunluluğu, organ vasfını haiz olmanın bir şartı olmadığı, anonim şirketlerde bir kimsenin organ vasfını haiz olup olmadığı değerlendirilirken, onun şirketin iradesinin oluşumuna katılıp katılmadığına ve bu esnada tüzel kişinin önemli görev alanlarında bağımsız karar alma yetkisi bulunup bulunmadığına bakılması gerektiği, bu bağlamda organ vasfı ana sözleşme ve yasadan veya fiiliyattaki organizasyon yapısından ileri gelebileceği, dolayısıyla organ vasfı yalnızca formel anlamda bunların organ olup olmadığına bakılarak değil, maddi anlamda bir organ vazifesi üstlenip üstlenmedikleri yani fiiliyatta bu kimselerin şirketin amaçlarından doğan veya bu amaca yönelik bir işlevi yerine getirip getirmedikleri dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği, sorumluların kapsamı belirlenirken sadece şekli kıstaslara uyan kimselerin organ olarak değerlendirilmesi sorunun çözümü için yeterli bulunmadığı, şeklen bu kıstaslara uymayan ancak, fiili anlamda bir organın vazifelerini gören kimselerin de söz konusu sorumluluk hükümlerine tabi tutulmaları gerektiği, sorumluluğun şekli organlarla sınırlandırılması, bu nevi fiili organların sorumluk hükümlerinden muaf tutulması anlamına geleceği, bu nedenle gerek içtihatlarda gerekse doktrinde fonksiyonel organ kavramından hareketle iradenin teşekkülüne ya da açıklanmasına iştirak eden veya idare ve temsil görevine katılan kimseler de “organ” olarak nitelendirileceği, böylelikle tüzel kişinin resmen organ sıfatını kazanmış organlarının dışında bulunan, fakat gerek konum, gerek yetkileri nedeni ile ortaklık iradesinin oluşması ve veya dışarıya yansıtılması hususunda etkin olan bütün şahıslar organ olarak nitelendirilebileceği, fiili organların sorumluluk hükümlerine dahil edilmesiyle sadece
üçüncü kişilerin korunmasının sağlanmış olmayıp aynı zamanda tüzel kişinin iradesinin oluşmasında etkili oldukları halde resmen organ olarak görünmeyen fiili yöneticiler de sorumluluk zincirine dahil edilmiş olacakları, anonim şirketin organlarının faaliyetleri nedeniyle sorumluluğu değerlendirilirken formel anlamda bunların organ olup olmadığına bakılmaksızın, maddi anlamda bir organ vazifesi üstlenip üstlenmedikleri yani fiiliyatta bu kimselerin şirketin amaçlarından doğan veya bu amaca yönelik bir işlevi yerine getirip getirmedikleri dikkate alınması gerektiğinin banka yöneticileri açısından da geçerli olduğu, yöneticinin sorumlu tutulabilmesi için şekli olarak organ olup olmadığından ziyade fiiliyatta bankanın iradesinin oluşumuna ne derecede etkili olduğuna bakılması gerektiği, sorumluların çerçevesi salt taşıdıkları unvana göre belirlenecek olursa örneğin bankanın günlük işlerini çevirmekle görevli icra organı müdürler gerçekte tüzel kişinin iradesinin oluşumunda etkili olup olmadıklarına bakılmaksızın sorumlu tutulabilecekleri, oysa bu müdürler kendilerine geçerli bir delegasyonla yönetim kurulunun idare ve temsil görevlerinin bir kısmı devredilmediği sürece yönetim ve denetim organlarında alınan kararları icra ettikleri; dolayısıyla sorumluklarının da kararları alan ve uygulayan kimseler ile aynı olmaması gerektiği, bu davada davacı bankada müdür sıfatını taşıyan davalılar G.. E.., S.. K.., C.. T.., Y.. A.., Ş.. D.. ve K.. Ö..’un işlem ve eylemleri bu açıdan değerlendirildiğinde; bankanın fiktif sermaye artışı dolayısıyla sorumlu tutulan Davalılar G. E. ve S.. K.. apel ödemelerine ilişkin tahsilat fişlerini imzaladıkları,her iki davalının da bankadaki konumları dikkate alındığında bunların fiktif bir sermaye artışı gerçekleştirilmesi konusunda irade ortaya koyabilecek yetki ve konumdan uzak oldukları görüldüğü, bu davalıların gerçekte var olmayan tahsilatlara ilişkin fişleri imzalayarak kusurlu davranıp zararın oluşumuna katkıda bulundukları, ancak sermaye artırımının bu şekilde gerçekleşmesi yönünde asıl iradeyi ortaya koyanların organ olarak sorumlu tutulabileceği ve bundan dolayı şahsi iflaslarına hükmedilebileceği, bu nedenle davalılar G.E. ve S.. K..’ün söz konusu zarardan genel hükümlere istinaden sorumlu tutulabilecekleri ancak şahsi iflaslarına gidilemeyeceği, Banker Kastelliye verilen mevduat sertifikaları ile ilgili olarak sorumlu tutulan davalı C.. T..’in, bu sertifikaların verildiği Sirkeci şubesinde müdür olarak görevli olduğu, osya üzerinde yapılan incelemelerde Bankalar Yeminli Murakıplarının tespitlerinden İstanbul Bankası TAŞ. ile Banker Kastelli Menkul Değerler Tic. AŞ. arasındaki ilişkinin boyutu banka mevduat kaynaklarının yarısı seviyesine ulaştığı, bu boyuttaki işlem hacmi nedeniyle davalı C.. T..’in kendi iradesiyle usul dış: bu işlemlere tevessül etmesinin mümkün olamayacağı, Banker Kastelli Menkul Değerler Tic. AŞ. firmasına kredi kullandırımlarında ise Bankalar Yeminli Murakıplarının tespitleri doğrultusunda yönetim kurulu kararlarının mevcut olduğu, söz konusu mevduat sertifikaları ile ilgili olarak yönetim kurulu kararı bulunduğu tespit edildiği, yine burada da davalının tek başına organ olarak bankanın bu yönde iradesini ortaya koyabilecek yetki ve konumda olmadığı anlaşıldığından bu nedenle adı geçen davalı hakkında da şahsi iflas hükmünün uygulanamayacağı, grup şirketlerine yasal sınırların üzerinde kredi aktarılması dolayısıyla sorumlu tutulan davalılar C.. T.., Y.. A.., Ş.. D.. ve K.. Ö..’un ise dosya içeriğine göre şube müdürü olarak açtıkları kredilerin yönetim kurulu kararına dayandığı yani davalıların kendilerine verilen yetkiyi aşmak suretiyle ve bankanın iradesini ortaya koyacak şekilde söz konusu kredileri tahsis etmedikleri anlaşıldığından şahsi iflaslarının talep edilemeyeceği, davalı İ.. A…nin İstanbul Bankası AŞ.nin ise sermayesinin %24,83 üne sahip ortağı olduğu, anonim şirketlerde pay sahiplerinin temel borcunu, taahhüt etmiş oldukları sermaye katılma borcunu ödemek oluşturduğu, sermaye borcu, kuruluşta ana sözleşmenin, sermaye artırımında ise iştirak taahhütnamesinin imzalanmasıyla doğup, taahhüt bunlarla ne şekilde belirlenmişse o şekilde ifa edilmesi gerekip şirketin kuruluşu veya sermaye artımı sırasında taahhüt edilen
Sermaye payının genellikle 1/4’ü peşin ödeneceği, pay sahiplerinin bakiye sermaye borçlarının ödeme zamanı, ana sözleşme ile kesin olarak belirleneceği gibi, ödeme zamanını bir ihbar ile belirleme yetkisi, şirketin organlarına da bırakılabileceği, ana sözleşmede bu konuda herhangi bir hüküm olmadığı hallerde ödeme zamanını belirleme yetkisi yönetim kuruluna ait olduğu, yönetim kurulunun şirket açısından uygun göreceği bir zamanda bakiye sermaye borcunun ödenmesini isteyebileceği, bakiye sermaye borcunun ana sözleşmede taksitle veya peşin olarak isteneceğine ilişkin bir hüküm varsa ona göre istenmesi gerektiği, aksi halde yönetim kurulu bakiye borcun tamamının peşin ödenmesini veya belli bir kısmının ödenmesini yahut tamamının belli taksitler halinde ve belirli bir sürede ödenmesini istemek konusunda takdir hakkına sahip olduğu, yönetim kurulunun, pay sahiplerini sermaye taahhüt borçlarını ödemeye çağırması apel olarak adlandırıldığı, yönetim kurulunca pay bedellerinin talep edilmesi ilan yoluyla yapılacağı, ancak şirketin ana sözleşmesinde borcun ödeneceği tarih veya tarihler açıkça öngörülmüşse veya genel kurul kararında belirtilip iştirak taahhütnamesine yazılmışsa, bu tarihin gelmesi ile belirlenen miktar borç muaccel olacağı, muacceliyet için ayrıca yönetim kurulu veya başka bir kurul tarafından ifa çağrısı yapılmasına gerek olmadığı, bu durumda çağrı yapılması zorunlu olmadığından, çağrı yapılmaması dolayısıyla yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan da bahsedilemeyeceği, TTK md. 406 da öngörülen hükmün, ifa tarihinin esas sözleşme veya genel kurul kararı ile belirlenmediği durumlarda yapılacak çağrıya ilişkin bir yedek hukuk kuralı olduğu, sermaye taahhüdünün zamanında veya hiç ifa edilmemesi halinde doğacak sonuçlar ve uygulanacak yaptırımlar TTK md. 407 de öngörüldüğü, buna göre yönetim kurulu mütemerrit ortağa ıskat hükümlerini uygulamak yerine icra takibinde bulunabileceği gibi ifa davası da açabileceği, ancak mütemerrit ortağın TTK md. 336’ya istinaden yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümlere istinaden sorumlu tutulamayacağı, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 110. maddesi şahsi iflasa tabi olabilecek kimselerin çerçevesini belirlemekte ve şahsi iflası bir takım koşullara bağlamakta olduğu, söz konusu düzenlemeye göre: bir bankanın yöneticilerinin ve denetçilerinin kanuna aykırı karar ve işlemleriyle banka hakkında 71 inci madde hükümlerinin uygulanmasına neden olduklarının tespiti halinde, bankaya verdikleri zararlarla sınırlı olarak bunların şahsi sorumlulukları yoluna gidilerek, Fon Kurulu kararına istinaden ve Fonun talebi üzerine doğrudan şahsen iflâslarına mahkemece karar verilebileceği, bu karar ve işlemler bankanın hâkim ortaklarına menfaat temini amacıyla yapıldığı takdirde, menfaat temin eden ortaklar hakkında da temin ettikleri menfaat üzerinden uygulanacağı, bu düzenlemeden de açıkça anlaşıldığı üzere bir ortağın şahsi iflas hükümlerine tabi tutulabilmesi için ön şartın, hakkında şahsi iflas talebinde bulunulan ortağın bankanın hakim ortağı olması ve karar ve işlemlerin bankanın hakim ortağı veya ortaklarına menfaat temini amacıyla yapılmış olması gerektiği, oysa İ.. A.Ş.nin 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 3. maddesinde belirtilen hakim ortak olmadığı, kanunun bu maddesine göre hakim ortağın bir ortaklığı doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte kontrol eden gerçek veya tüzel kişi olması gerekip İ.. A.Ş.nin bankayı tek başına ya da birlikte kontrol etmesinin söz konusu bulunmadığından hakim ortak olarak nitelendirilemeyeceği, bizzat davacı tarafça dava dilekçesinin 3. sayfasında belirtildiği gibi İstanbul T.A.Ş.nin sermayesinin %24,90’ının M.. H..’na, %24,83 ünün İstanbul İ.. A.Ş.ye, %10 unun T.. Türk Ambalaj San. A.Ş.ye, %6,25 inin L. G., %6,10 unun Ö.G., %5 inin Y. G., %4,73 ünün H…..Holding A.Ş.’ye, %3,75 inin M…. Kapak San. Ve Tic. A.Ş.ye ait olup İstanbul Bankası T.A.Ş.nin hissedar şirketlerin genel kurul tutanakları ve ticaret sicil kayıtları ile sabit olduğu üzere davalılardan M.. H.. ve D. B. H. tarafından kontrol edildiği ve bu durumda sorumluluğuna gidilemeyeceği davanın 04.02.1985 tarihinde açılmış olup davalılardan E. C.
26.04.1985, B.. G..’in 08.05.1992 ve M.. H..’nun 10.02.2005 tarihinde ölmüş olmaları ve şahsi iflas davasının niteliği itibari ile mirasçıların sorumlu tutulmasının mümkün bulunmadığı sonucuna varıldığından davalılar E.C., M.. H.., B.. G.. hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar hakkında açılan davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı T.. T.. vekili temyiz etmiştir.
Banka ortak ve yöneticilerinin sorumluluğu ve şahsi iflası, Türk bankacılık mevzuatında öteden beri kabul edilen bir hukuki müessesedir. Ortak ve yöneticilerin iflası konusunda bir tartışma bulunmamakla birlikte, süreç içinde yürürlüğe giren her yasada bu kimselerin sıfat ve görev durumları farklı biçimlerde ele alınmıştır. Mesela 4389 sayılı Yasa’nın şahsi iflası düzenleyen 17 nci maddesinde “bir bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları ve imzaları bankayı ilzam eden memurları”nın kapsamda olduğu belirtilmiş; 5411 sayılı Yasa’da ise şahsi iflasa ilişkin düzenlemeyi içeren 110 uncu maddede “yöneticilerinin ve denetçilerinin” denmekle beraber, tanımları sıralayan 3 üncü maddede yöneticiler ibaresinin “bankanın yönetim kurulu, denetim komitesi ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları ve imza yetkisine sahip mensuplarından; bölge müdürleri, şube müdürleri ve genel müdürlük merkez teşkilatında yer alan bölüm, kısım, grup ve bunlara eşdeğer isimler altında faaliyet gösteren birimlerin yöneticilerini” ifade ettiği belirtilmiştir.
Mahkemece HMK’nun 266 ncı maddesine açıkça aykırı biçimde görüşüne başvurulan ve hukuki değerlendirme içeren bilirkişi raporunda (ki bu rapor, büyük bir kısmı kopyalanmak suretiyle gerekçe haline getirilmiş ve hükme esas alınmıştır) bankacılık mevzuatındaki bu özel düzenlemelerin hüküm ve sonuçları görmezden gelinmek suretiyle, genel olarak tüzel kişilerin temsil ve ilzamı ile anonim şirketler hukukunda yöneticilerin sorumluluklarına ilişkin genel değerlendirmeler yapılarak, aleyhinde dava açılan kimselerin iflasına karar verilemeyeceğine dair görüş bildirilmiştir.
Oysa bir tüzel kişilik taşıyan ve anonim şirket olarak kurulan bankaların yönetici ve denetçilerinin şahsi iflası, MK. ve TTK. ile getirilen genel hükümlerden tamamen ayrı olacak biçimde bankacılık mevzuatı ile düzenlenmiştir.
Özel düzenlemenin bulunduğu yerde, genel hükümlerden hareketle ve hatalı hukuki değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 24.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.