YARGITAY KARARI
DAİRE : 23. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/7177
KARAR NO : 2014/339
KARAR TARİHİ : 21.01.2014
MAHKEMESİ : Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 09/04/2013
NUMARASI : 2012/86-2013/155
Taraflar arasındaki asıl ve birleşen kooperatif üyeliğinin tesbiti davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı asıl ve birleşen davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde asıl ve birleşen davada davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
-K A R A R-
Asıl ve birleşen davada davacı vekili, müvekkilinin 21.12.2010 tarihinde davalılardan E.. İ..’in üyeliğini devraldığını, ancak tüm başvurularına rağmen, davalı kooperatif tarafından üye olarak kaydının yapılmadığını ileri sürerek, davacının kooperatif üyesi olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Asıl davada davalı kooperatif vekili, diğer davalının vekaletten azlettiği M. K. isimli şahsın davacıya yaptığı hisse devrinin muvazaalı olduğunu, yetkisiz vekil tarafından yapıldığından geçersiz olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Birleşen davada davalı E.. İ.. vekili, müvekkilinin 11.11.2009 tarihinde vekaletten azlettiği M. K. isimli şahsın azledildiğini bildiği halde, kötüniyetli olarak, müvekkiline ait kooperatif ortaklığını davacıya cüz’i fiyatla muvazaalı olarak devrettiğini, devrin geçersiz olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; E.. İ..’e vekaleten M. K. 21.12.2010 tarihinde kooperatif ortaklık payını davacıya devrettiği, ancak davalı E.. İ..’in vekilini devirden evvel 11.11.2009 tarihinde azlettiği, her ne kadar vekil M. K. azilden haberdar olmadığı ileri sürülmüş ise de, azilnamenin M. K. kooperatife bildirdiği adresine tebliğe çıkarıldığı, azilnamenin de 18.11.2009 tarihinde tebliğ edildiği, bu durumda Mustafa Kuşaslan’ın yetkisiz vekil olarak yaptığı devrin geçersiz olduğu gerekçesiyle, asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, asıl ve birleşen davada davacı vekili temyiz etmiştir.
Asıl ve birleşen dava, kooperatif üyeliğinin tespiti istemine ilişkindir.
Dava dışı M. K. azilnamenin tebliğinin yapıldığı 18.11.2009 tarihinde yürürlükte bulunan 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 17. maddesinde “Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek ve sanatını evinde icra memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır.” hükmüne; Tebligat Tüzüğü’nün 23. maddesinde de, “Belli bir yerde devamlı olarak meslek sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, muhatap meslek veya sanatını evinde icra ediyorsa, kendisi bulunmadığı takdirde memur veya müstahdemlerinden birine, bunlardan hiç biri bulunmazsa tebliğ, birlikte oturan 22. maddenin son fıkrasında gösterilen ailesi efradına (karı, koca, hısım, evlatlık gibi birlikte oturan kimselere ) veya hizmetçilerinden birine yapılır.”hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümlerde muhatabın bulunmama nedeninin araştırılması ve tebliğ belgesinde gösterilmesi gerektiğine yönelik bir düzenleme getirilmemiştir. Önce muhatabın aranması, muhatabın tevziat saatinde o yerde bulunmadığının ancak aynı gün tevziat saatinden sonra döneceğinin tespiti halinde, daimi memur veya müstahdemlerden birine, bunlar da yok ise aynı konutta oturan kişilere ya da hizmetçilerden birine yapılması gerekir.
Tebligat Kanunu’nun 20. maddesinde, tevziat saatinde o yerde bulunmayıp, aynı gün tevziat saatinden sonra dönmeyeceği belirlenen muhataplar için “13, 14, 16, 17 ve 18. maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı, tebliğ mazbatasına yazılarak, altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru, tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının kabulden çekinme halinde tebligat 21. maddeye göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18. maddelerinde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren 15 gün sonra yapılmış sayılır.” hükmüne, Tüzüğün 26. maddesinde de, “Bu tüzüğün 18, 19, 20, 22, 13 ve 24. maddelerinde yazılı kişiler, tebliğ yapılacak olanın geçici olarak başka yere gittiğini belirtirlerse, tebliğ memurunca durum ve beyanda bulunanın kimliği tebliğ tutanağına yazılır; altı imzalattırılarak tebliğ edilecek evrak, beyanı yapana verilir. Bu kişiler, tebliğ evrakını kabule mecburdurlar; almaktan veya imzadan kaçınırlarsa, tebliğ yapan, durumu tutanağa yazar ve imzalar.” hükmüne yer verilmiştir.
Somut olayda, Yalova 4. Noterliği’nin 11.11.2009 tarih ve 09749 yevmiye sayılı azilnamesinin vekil M. K. “…. Caddesi, No: 192 Zeytinburnu/İstanbul” adresine tebliğe çıkatılarak bu adreste “tebliğ evrakı işyerinde birlikte çalışan işçisi B. A. imzasına” tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Tebliğ belgesinde muhatabın tevziat saatinde o yerde bulunmadığı tespitine ve geçici olarak başka bir yere gidip gitmediği, tevziat saatinden sonra dönüp dönmeyeceği konusunda herhangi bir açıklamaya yer verilmediğinden tebligatın, Tebligat Kanunu’nun 20., Tüzüğün 23. maddelerine aykırı yapıldığı ve geçersiz olduğu anlaşılmıştır.
Öte yandan, vekil M. K. azilnameyi haricen öğrendiği tarih ile ilgili bir kabulü ve beyanının bulunduğu da savunulmamış ve kanıtlanmamış olup, muhatabın beyan etmesi gereken harici öğrenme tarihinin veya bunun aksinin tanık anlatımları ile kanıtlanması mümkün değildir. Esasen Tebligat Kanunu’nun 32. ve Tüzüğün 51. maddeleri, muhatabın kabul ettiği harici öğrenme tarihinin aksinin iddia ve ispatına cevaz da vermemektedir. Mahkemece de, vekilin azli haricen öğrenip öğrenmediğinin üzerinde durulması gerekmemektedir.
Bu durumda mahkemece, davalı E.. İ.. tarafından keşide edilen 11.11.2009 tarih ve 09749 yevmiye numaralı azilnamenin, M. K. Tebligat Kanunu’na uygun tebliğ edilmediği, bu durumda ortaklık payı devrinin geçerli olduğu gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, asıl ve birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın asıl ve birleşen davada davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.01.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Muhalefet Şerhi
Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil eden yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekaletin kapsamı sözleşmede açıkça gösterilmemişse görülecek işin niteliğine göre belirlenir. ( TBK’nın 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil, değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı TMK’nın 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin haklarına etkili olmaz.
Ne varki, 3. kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması TMK’nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir.
Somut olaya gelince; vekil eden E.. İ.., damadı olan Mustafa Kuşaslan’ı vekillikten azlederek, bu azil 16.11.2009 tarihinde vekile tebliğ edilmiştir. Bu arada vekil edenin kızı ile vekil Mustafa’nın evliliğinin bozulduğu ve bu davanın karar tarihi öncesi boşanma kararı verildiği ve Yargıtay denetiminde olduğu anlaşılmaktadır. Bakırköy 9. Aile Mahkemesi’nde açılan boşanma davasının tarihi 05.05.2010 olup davalı M. K. bu dosya ile birleşen karşı-boşanma talepli dava 23.07.2010 tarihlidir. Davaya konu hisse satış tarihi 21.12.2010’dur. Bu arada Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na Mustafa Kuşaslan’ın 06.02.2010 tarihli kendisini tehdit etmelerinden dolayı kayın biraderleri A. M. için, M. M. için, M. E. için şikayetçi olduğu görülmektedir. Bu kronolijik sıra takip edildiğinde dava dışı M. K. azilname olmasa dahi yukarıda özetlenen vekalet ilişkisinin sadakat ve özen yükümlülüğü gereği ve vekilin vekil edenle aralarındaki ilişkinin azilname tarihinden önce bozulmuş olması, taşınmaz satımının azilnameden ve boşanma davalarından sonraya rastlaması karşısında vekaletin kötüye kullanımıdır. Öte yandan, dosyaya sunulan tüm resmi ve gayrı resmi evraklarda, mahkeme ilamı ve çağrı kayıtlarında dava dışı vekil Mustafa’nın azilnamenin tebliğ edildiği adresin bilinen adresi olduğu görülmektedir. Ayrıca azilnamenin tebliğinde usulsüzlük olduğuda iddia edilmemiştir.
Öte yandan A.. D.., M. K. dava konusu hisse dışında yine aynı vekalet ilişkisinden doğan içinlere ait iki hisse daha satın aldığı dairemizdeki dava sorgulamasından anlaşılmaktadır. A.. D..’ın kooperatif hissesini 21.12.2010 tarihinde satın aldığı, tescil için uzun sayılabilecek bir süre bekleyerek 01.11.2011 tarihinde üyelik tescili için kooperatif yönetim kuruluna başvuruda bulunması A.. D..’ın aldığı hisseler yönünden durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermediği, vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde olduğunu göstermektedir. TMK’nın 2. maddesindeki yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak bu durumda vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması gerekir. Söz konusu yasa maddesi emredici nitelik taşıdığından hakim tarafından re’sen gözönünde tutulmalıdır. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Nitekim bu görüşten hareketle “kötüniyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (re’sen) nazara alınacağı” ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 Esas 1991/3 sayılı İçtihatı birleştirme kararında kabul edilmiş bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Mahalli mahkeme kararının belirtilen değişik gerekçelerle onanması gerektiği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun Bozma görüşüne katılınmamıştır. 21.01.2014