Yargıtay Kararı 22. Hukuk Dairesi 2016/33057 E. 2020/4749 K. 10.03.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 22. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/33057
KARAR NO : 2020/4749
KARAR TARİHİ : 10.03.2020

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının 2000 yılından itibaren davalı işyerinde kır bekçisi olarak çalıştığını, asgari ücret altında yapılan ödemeler, fazla çalışma ücretlerinin ödenmemesi, görev yeri değişikliği, iş koşullarının zorlaştırılması gibi istifaya yönelik baskılara dayanamayarak 09.10.2014 tarihinde iş akdini haklı olarak feshettiğini beyanla, kıdem tazminatı ile bir kısım işçilik ücret alacaklarını talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme kararının özeti:
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Karar süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamadığı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Dava dilekçesinde, davacının, davalı işyerinde kır bekçisi olarak çalıştığı, asgari ücret altında ödeme yapılması, fazla çalışma ücretlerinin ödenmemesi, görev yeri değişikliği, iş koşullarının zorlaştırılması gibi istifaya yönelik baskılara dayanamayarak 09.10.2014 tarihinde iş akdini haklı olarak feshettiği iddia edilmiştir. Davalı tarafça cevap dilekçesi sunulmamış, yargılamanın devamı esnasında sunulan beyan dilekçeleri ile davacı dahil tüm çalışan koruma bekçilerinin daha yüksek kalitede koruma sağlamak amaçlı olarak rotasyona tabi tutulduklarını, bunun üzerine davacı dahil tüm koruma bekçilerinin işi bıraktıklarını açıkladıklarını, keyfi olarak işi bırakan ve dön çağrısına karşılık vermeyen davacının iş akdinin 4857 sayılı İş Kanununun 25/II g ve h bentleri gereğince feshedilerek 16/10/2014 tarihli ihtarnamenin gönderildiğini, davacının kıdem tazminatı talep edemeyeceği ileri sürülmüştür. Mahkemece, davacının 07.01.2015 tarihinde davalı işyerine gönderdiği noter ihtarnamesinde iş akdini 1475 sayılı İş Kanununun 14. maddesinin 5. fıkrasına göre emeklilik sebebiyle feshettiğini, işveren tarafından da işten ayrılış bildirgesinde de bu durumun kodlanarak Kuruma fesih gerekçesi olarak bildirildiğini buna göre emeklilik nedeniyle iş akdini fesheden davacının kıdem tazminatına hak kazandığı değerlendirilmiştir. Ne var ki; dosya kapsamına göre sabit olduğu üzere davacı iş akdini fesih iradesini ilk defa 09.10.2014 tarihinde açıklamış olmakla, 07.01.2015 tarihinde yeni bildirilen gerekçeye göre fesih sebebinin değiştirilmesi mümkün değildir. Kaldı ki, bilirkişi raporunda tespit edildiğinin aksine Kuruma fesih nedeni kod-03 yani ‘’istifa’’ olarak bildirilmiştir. Nitekim, dava dilekçesinde 09.10.2014 tarihinde davacının görev yeri değişikliği, fazla çalışma ücretlerinin ödenmemesi sebepleriyle iş akdini haklı nedene dayalı olarak feshettiği iddia edilmiş olup, Mahkemece bu gerekçelerin yerinde olup olmadığının araştırılması ve sonucuna göre değerlendirme yapması gerekirken, hatalı değerlendirmeye dayalı bilirkişi raporuna istinaden feshin 07.01.2015 tarihinde gerçekleştiğinin kabulü isabetsiz olmuştur.
3-Davacının fazla çalışma ücret alacağına hak kazanıp kazanamadığı hususunda uyuşmazlık mevcuttur.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle ispatlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları şahit beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir.
Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.
Somut olayda; davacı, davalı işyerinde 2000 yılından itibaren kır bekçisi olarak haftanın 6 günü 07.00-19.00 saat aralığında çalıştığını,ilave olarak zeytin toplama dönemlerinde gece çalışması da yaptırıldığını,fazla mesai ücretinin ödenmediğini ileri sürmüştür.Davalı vekili, puantaj kayıtlarında davacının çalışma süresinin bellirli olduğunu, üç aylık (Ekim, Kasım, Aralık) zeytin sezonunda yapılan fazla çalışma karşılığında izin kullandırıldığının dosyaya ÇSGB İzmir Bölge Müdürlüğünden gelen yazılarda ifade edildiğini ileri sürerek alacak talebinin yerinde bulunmadığını savunmuştur.Mahkemece tanık beyanları doğrultusunda düzenlenen bilirkişi raporuna göre alacağa hükmedilmiş ise de, davalı tarafça dosyaya sunulduğu belirtilen puantaj kayıtlarına dair bir inceleme yapılmadığı anlaşılmakla,söz konusu kayıtlar ve 27.12.2011 tarihli İş müfettişi raporunda da yer aldığı üzere 2010 yılında zeytin sezonunda yapılan gece çalışmaları karşılığında izin kullandırıldığı hususundaki tespitler gözetilerek, fazla çalışma ücret alacakları bakımından yeniden yapılacak değerlendirmeye göre sonuca gidilmesine lüzum bulunduğu anlaşılmakla, yazılı şekilde eksik incelemeye dayalı olarak verilen karar bozmayı gerektirmiştir.
4-Davada hukuki dinlenilme haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığı hususu uyuşmazlık konusudur.
Savunma hakkı Anayasa’mızın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” düzenlemesi ile açıkça hüküm altına alınmıştır.
İddia ve savunma hakkı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun hukuki dinlenilme haklı başlıklı 27. maddesi ile usul hukukumuza yansıtılmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında davanın taraflarının kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları belirtildikten sonra maddenin ikinci fıkrasında bu hakkın “açıklama ve ispat hakkı”nı da içerdiği vurgulanmıştır. Davanın taraflarının usul hukuku hükümlerine aykırı olarak açıklama ve ispat hakkını kullanmalarının kısıtlanması, iddia ve savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
Bu kapsamda hukuki dinlenilme hakkı, bilgilenme/bilgilendirme, açıklama yapma, yargı organlarınca dikkate alınma ve kararların gerekçeli olması gibi hususları içerdiği açıktır. Bilgilenme hakkı, yargılamanın içeriğine dair tam bir bilgi sahibi olmanın yanında gerek karşı tarafın gerekse de yargı organlarının dosya içeriğine yapmış oldukları işlemleri öğrenmelerini kapsar. Bilgilenme/bilgilendirme hakkının etkin biçimde kullanılabilmesi için gönderilecek tebligat ve davetiyelerde kanunda öngörülmüş şekil şartlarına sıkı sıkıya uyulması gerekmektedir. Ayrıca bu hak sadece davanın başındaki iddia ve savunmalar açısından değil yargılamanın her aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda devam eden bir yargılamada, tarafların açıklamaları için bilgilendirme yeterli olmayıp yargılamada yer alan diğer kişilerin (tanık, bilirkişi gibi) açıklamaları açısından da önemlidir. Bilgilenme hakkının usulüne uygun kullanımı ile tarafların haklarında öğrendikleri isnat ve iddialara karşı beyanda bulunabilme, davaya yönelik bilgi ve belge verebilme yani açıklama yapma hakkı da hukuki güvenceye bağlanmaktadır. Böylece davanın her iki tarafına eşit şekilde açıklama yapma hakkı tanınması ile adaletin görünür kılınması sağlanacaktır. Açıklamada bulunma hakkı, tarafların, yazılı veya sözlü şekilde iddia ve savunmalara karşı itirazda bulunabilme, davaya ilişkin beyanda bulunmalarını sağlar.

Somut olayda; davacının sunmuş olduğu 28.03.2016 tarihli ıslah dilekçesinin davalı şirkete tebliğ edilmeden yargılamanın sonlandırıldığı, bu durumun Anayasal bir hak olan savunma hakkının kısıtlanması mahiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda yapılaması gereken ıslah dilekçesinin davalıya usulüne uygun olarak tebliği sağlandıktan sonra kanunen beklenmesi gereken sürenin beklenmesi ve davalının bu süre zarfında ıslah dilekçesine karşı herhangi bir itirazda bulunması halinde itirazlar değerlendirilerek sonuca gidilmesidir. Bu hususun gözetilmemesi de hatalı olup bir diğer bozma sebebidir.
SONUÇ:Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 10.03.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.