Yargıtay Kararı 22. Ceza Dairesi 2015/5831 E. 2015/6262 K. 27.10.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 22. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/5831
KARAR NO : 2015/6262
KARAR TARİHİ : 27.10.2015

Tebliğname No : 6 – 2011/185336
MAHKEMESİ : Bursa 1. Çocuk Mahkemesi
TARİHİ : 03/03/2011
NUMARASI : 2008/458 (E) ve 2009/621 (K)
SUÇ : Hırsızlık

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, kararın nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre suça sürüklenen çocuk G.. Y.. müdafiinin temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle, usul ve yasaya uygun bulunan hükmün istem gibi ONANMASINA, 27.10.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Suça sürüklenen çocuk hakkında Bursa 1. Çocuk Mahkemesince kurulan 03.03.2011 tarih 2008/458 Esas, 2009/621 Karar sayılı ek kararın onanmasına karar verilmiş ise de aşağıda belirtilen gerekçelerle sayın çoğunluğun onama kararına katılmıyoruz.
Suça sürüklenen çocuk hakkında 13.06.2008 tarihinde işlediği iddia olunan hırsızlık suçu nedeni ile 13.10.2009 tarihinde mahkumiyet hükmü kurulmuş olup, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
Bu karara karşı yapılan itirazın ret edilmesi ile karar 28.10.2009 tarihinde kesinleşmiştir.
Çocuk hakkında üç yıllık denetim süresi içinde 07.01.2010 tarihinde “suç uydurma” suçunu işlediği ile Bursa 2. Çocuk Mahkemesine dava açılmış bu mahkemece 22.10.2010 tarih 2010/185 Esas, 2010/674 Karar sayılı kararla, TCK 271, 31/3, 62, 52/2. maddeleri gereğince 320 TL adli para cezasına mahkumiyet hükmü kurulmuştur.
Bu karar, CMUK 305/1. maddesi gereğince miktar itibariyle kesin nitelikte olduğundan yasa yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir.
Kesinleşen bu hüküm nedeni ile dosyamıza konu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kaldırılması için ihbarda bulunulmuş; ihbar gereğince duruşma açılarak inceleme konusu 1 sene 1 ay 10 gün hapis cezasına ilişkin hüküm açıklanmıştır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin CMK 231/11. maddesinde “denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar.” şeklinde düzenleme olduğu, eylemin kasıtlı bir suç olduğu ve mahkumiyet hükmü kurulduğunda bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 05.05.2015 tarih ve 2014/8- 145 Esas, 2015/145 Karar sayılı kararında sırf lafzi yorumla konuya yaklaşarak, kasıtlı bir suç ile mahkumiyet hükmü kurulması halinde sanık hakkındaki hükmün açıklanmasına karar verilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşmış ise de, ulaşılan bu sonucun anayasaya ve hukuka uygun olmadığını, konuya sadece suçun kasti suç olup olmadığı ve bu hükmün kesinleşip kesinleşmediği yönü ile bakılamayacağı düşüncesindeyiz. Zira hükmün açıklanmasına neden olan ikinci mahkumiyet hükmü kesin nitelikte para cezasın ilişkin olup, yasal denetimden geçmemiştir.
1412 sayılı CMUK 305/1. maddesinin iptaline ilişkin anayasa mahkemesinin 23.07.2009 tarih 2006/65 Esas, 2009/114 Karar sayılı kararın konumuzla ilgili kısmında “…..Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
Yargı yerlerinin verdikleri kararlarda, gerek yanılma, gerekse normları değişik biçimde yorumlama sonucu olarak doğan ve olağan sayılması gereken yasaya ve hukuka aykırılıkların giderilmesini sağlamak amacıyla bazı yöntemlerin konulması yoluna gidilmiştir. Bir yargı yerinin verdiği kararda aykırılık olduğu savı ile ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümlenmek üzere yargı önüne getirilmesi “kanun yolu”na başvurmadır. Kanun yoluna başvuru hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı içerisinde kabul edilmektedir. Bunun nasıl yapılacağı ise usul hükümleri ile gösterilmektedir. Anayasa’nın 142. maddesinde “mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişlerinin ve yargılama usullerinin” yasa ile düzenlenmesi öngörülmüştür. Yasa yoluna ilişkin düzenlemeler, yargılama usulü kapsamındadır. Yargılamanın olabildiğince hızlı sonuçlanması ve suçluların bir an önce cezalandırılması gerektiğinden her karara karşı değil, fakat önemli kararlara karşı kanun yoluna gidilmesi gereği benimsenmektedir. Mahkemelerce verilen tüm kararlara karşı kanun yolunun açık tutulması, kanun yolu kurumunu işlemez duruma getirebilir. Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 7 numaralı protokolünün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesinde de bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum olan kimsenin verilen hükmü bir üst mahkemede inceletmek hakkına sahip olduğu ancak bu hakkın kullanılmasına yasada düzenlenmiş haliyle az önemli suçlar ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabileceği hükmüne yer verilmiştir. ../…
Anayasa’nın tüm maddeleri aynı etki ve değerde olup, aralarında bir üstünlük sıralaması bulunmadığından, uygulamada bunlardan birine öncelik tanımak olanaklı değildir. Bu nedenle, kimi zaman zorunlu olarak birlikte uygulanan iki Anayasa kuralından biri diğerinin sınırını oluşturabilmektedir.
Hak arama özgürlüğü Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede hak arama hürriyeti için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş ise de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa’nın 142. ve davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını ifade eden Anayasa’nın 141. maddelerinin, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir. Yasaların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle yasa koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanılması gerekir.
itiraz konusu kuralda, ceza mahkemelerince sonuç olarak hükmedilen ikimilyar liraya kadar adli para cezalarına ilişkin hükümlerin temyiz edilemeyeceği belirtilmektedir. Söz konusu kuralla, verilen cezanın doğrudan ya da kısa süreli hapis cezasından çevrilen adli para cezası olup olmadığı dikkate alınmaksızın, yalnızca sonuç olarak hükmedilen ceza miktarı esas alınmıştır. Yasakoyucunun ceza mahkemelerinden verilen kararların bir kısmına temyiz yolunu kapatmadaki amacının tüm kararların Yargıtay incelemesine tabi tutulması durumunda Yargıtayın iş yükünün artacağı ve sonuçta yargılamanın yavaşlayacağı düşüncesi olduğu açıktır. Bir başka ifade ile yasakoyucu, önemsiz sayılabilecek bazı suçlardan ötürü verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulmasına yasa ile sınır getirmiştir. Ceza adalet sisteminde “önemsiz sayılabilecek suçlar” kategorisi içerisinde mütalaa edilebilmeleri mümkün bulunan doğrudan para cezası verilmesini gerektiren suçlar için öngörülen temyiz edilebilme sınırının, paranın bugünkü satın alma gücü karşısında adalet duygusunu rencide edecek veya hukuk devleti kavramıyla bağdaşmayacak sonuçlara yol açacak boyutta bulunmaması nedeniyle, itiraz konusu kuralın doğrudan hükmedilen adli para cezaları yönünden Anayasa’nın 2, 36, 141. ve 142. maddelerine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Buna karşılık, hapis cezasını gerektiren suçları ve dolayısıyla da bu suçlardan ötürü verilen adli para cezalarını “önemsiz” olarak kabul etmek mümkün değildir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 7 numaralı protokolünün 2. maddesinde iki dereceli yargılanma hakkının istisnası olarak gösterilen “az önemli suçlar” ya da “hafif suçlar” tabirinin, aynı Sözleşme’nin maddeye ilişkin açıklamasında suçun cezasının hapis cezasını gerektirip gerektirmeyeceğine bakılarak saptanması gerektiğinin ifade edilmesi karşısında, itiraz konusu kuralla getirilen düzenlemenin hapis cezasından çevrili adli para cezaları bakımından adil yargılanma hakkıyla bağdaşmadığı açıktır.
Diğer taraftan, hapisten çevrilen adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet kararlarının mevzuatımızda hükümlü bakımından dolaylı olarak hak yoksunluğu sonucunu doğurabilecek suçlara ilişkin olması durumunda, sanıkların bu kararları temyiz edememesi hakkaniyete aykırı bir takım sonuçlara da yol açabilecektir. Örneğin hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik veya güveni kötüye kullanma suçlarında, malın değerinin azlığı, etkin pişmanlık veya diğer cezai indirim nedenlerinin uygulanması
sonucunda, sonuç olarak hükmedilecek hapisten çevrili adli para cezalarının temyiz edilebilirlik sınırının altında kalma olasılığı mevcuttur. Bu durumda, temyiz sınırının altında kalan hapisten çevrili bir adli para cezasına mahkum olan kişi devlet memuru olamayacak, milletvekili seçilemeyecek veya bir siyasi partiye üye olamayacaktır. Kişi hakkında böylesi ağır sonuçlar doğurabilecek bir suçtan dolayı verilecek mahkumiyet kararını önemsiz veya hafif saymaya olanak bulunmadığı gibi, korunan hukuki yarar ve yasakoyucuya tanınan takdir yetkisi birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu düzenlemenin adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle de bağdaşmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralla yalnızca sonuç olarak hükmedilen adli para cezası esas alınarak, hapisten çevrili adli para cezalarının nitelikleri ve kişi bakımından sonuçları gözardı edilerek, bunları da kapsayacak biçimde temyiz yoluna getirilen parasal sınır, Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. Kuralın iptali gerekir” denmektedir. Bu kararda da vurgulandığı üzere ülkeler, yargılamanın hızlandırılması, yargının iş yükünün azaltılması gerekçesi ile bir kısım önemsiz sayılabilecek hükümlerin yasa yolları incelenmesinden geçmeksizin kesinleştirilmesini kabul edebilir. Ancak bunlar kişilerin hayatları, özgürlükleri ve gelecekleri üzerinde önemli etki yapmayacak nitelikte hükümlerdir. Yasamız da suç tarihi itibariyle 2000 TL’nın altındaki para cezalarını bu şekilde kabul etmiştir. Ancak yasanın önemsiz kabul edip temyiz yolunu kapattığı bir hükmü esas alarak sanık hakkındaki 1 sene 1 ay 10 gün hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanması ve mahkumiyet hükmü kurulması, sadece sanığın hürriyetinin kısıtlanmasını değil aynı zamanda geleceği, meslek sahibi olması ve tüm hayatını etkiler nitelikte bir sonuç doğuracaktır. Dolayısıyla bu kadar vahim bir sonuca dayanak olan kararın yasa yolu incelemesinden geçip geçmediği ve doğruluğunun denetlenip denetlenmediği önem arz etmektedir. Eğer bu karara karşı yasa yolu kapatılmış ise o takdirde bu karar kendisinden daha fazla önem arz eden başka bir karara dayanak yapılamaz.
Yani kesin nitelikteki bu karara dayanarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın açıklanmasına karar verilemez. Esasen CMUK 305. maddesi de bu sonucu ön görmüş ve son fıkrasında “bu suretle verilen hükümler tekerrüre esas olmaz” şeklinde düzenleme yapmıştır. CMUK 305. maddesinde tekerrür dışında hangi hallerde kesin hükümlerin dikkate alınmayacağının tek tek sayılması beklenemez. Üst yargı denetiminden geçmeden kesinleşen hükümlerin kendilerinden daha önemli sonuçlar doğuran hallerde dikkate alınmayacağı adil yargılanma hakkının ve hukukun gereği genel bir ilkedir.
Usul hükümlerinde kıyas yapılmasında bir engel bulunmadığı dikkate alındığında CMUK 305/son fıkrasının kıyasen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında da uygulanması mümkündür. Yargıtay ceza dairelerinin bir kısmı da bu şekilde uygulama yapmaktadır.
Belirtilen nedenlerle hükmün bozulması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun onama yönündeki düşüncesine katılmıyoruz. 27.10.2010