Yargıtay Kararı 21. Hukuk Dairesi 2018/13 E. 2019/239 K. 21.01.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 21. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/13
KARAR NO : 2019/239
KARAR TARİHİ : 21.01.2019

MAHKEMESİ: Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi

TÜRK MİLLETİ ADINA
KARAR
A)Davacı İstemi;
Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin, davalı işverene ait maden ocaklarında iken meslek hastalığına yakalanarak malul kaldığını, maluliyetin oluşumunda işverenin kusurlu olduğunu, davacının bu maluliyet nedeniyle maddi ve manevi zararlara uğradığından bahisle 1,00 TL maddi ve 25.000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini ve tespit tarihinden itibaren faiz işletilmesini talep ve dava etmiştir. Islah dilekçesi ile maddi tazminat istemi 52.456,76 TL’ye artırılmış ve ıslah harcı yatırılmıştır.
B)Davalı Cevabı;
Davalı vekili cevap ve beyanlarında; maluliyet tespitinin SGK tarafından tek taraflı yapıldığını, meslek hastalığı tespitlerinin 506 Sayılı Yasa hükümlerine uygun olmadığı gibi müvekkili kurum açısından da bağlayıcı olmadığını, meslek hastalığı oluşumunda müvekkili kurumun herhangi bir kusuru bulunmadığını, maddi tazminat hesabında PMF cetvelinin esas alınmaması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C)İlk Derece Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı:
Tüm dosya birlikte değerlendirildiğinde; davacının, davalı kurum tarafından işletilen madende yeraltında çalıştığı ve meslek hastalığına yakalandığı tartışmasızdır. Maden işi yapılan işin niteliği gereği riskler içermekte olup, işyerinde maruz kalınan kömür ve silis tozları meslek hastalığına yol açmaktadır. Bunların azaltılması sağlanmakla tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. İş Güvenliği Uzmanı ve Maden Mühendisi Bilirkişi tarafından verilen rapordaki kusur durumu ve kaçınılmazlıktan da bu anlaşılmaktadır. Meslek hastalığı madende çalışanlar için ciddi bir tehlike olmaktadır. Bu kapsamda davacının % 38,2 oranındaki meslek hastalığı maluliyeti nedeniyle maddi kaybının 52.456,76-TL olduğunun belirlendiği, SGK’nın 2011/58 sayılı Genelgesinde bahsi geçen “65 yaş üstündeki sigortalıların mesleki maluliyeti nedeniyle davalı işveren aleyhine rücu davası açılmayacağı” hükmü karşısında davacının meslek hastalığı tespit tarihi itibarı ile 65 yaşını geçmiş olması da dikkate alındığında maluliyeti nedeniyle itibar olunan hesap bilirkişi raporu ile belirlenen kusurlu kazanç kaybına göre maddi tazminat talebinin kabulüne karar verilmiştir. Ortaya çıkan kaçınılmaz durum, meslek hastalığının oluşumundaki önlenebilir tedbirleri almaması nedeniyle davalının kusuru, yaşanan maluliyet, hastalığın iyileşen bir hastalık olmayıp, maluliyetin sürekli artması ve bunun davacı üzerinde yarattığı olumsuzluklar da dikkate alınarak manevi tazminat talebi değerlendirilmiştir. Davacı 1944 doğumlu olup, bu hastalık nedeniyle yaşam kalitesi artarak düşmektedir. Pnömokonyoz bir akciğer rahatsızlığı olduğundan nefes alma gibi yaşamın temel fonksiyonunu ciddi derecede zorlaştırmaktadır. Meslek hastalığı sonucu oluşan % 38,2 oranındaki maluliyeti nedeniyle, ekonomik koşullar ve tazminatın genel ilkeleri de dikkate alındığında davacı lehine 25.000,00-TL manevi tazminat takdir edildiği belirtilmiştir.Kararın Hüküm Kısmında ise özetle“Davanın Kabulü İle;
a) Davacının meslek hastalığı sonucu oluşan % 38,2 oranındaki meslek hastalığı maluliyeti nedeniyle 52.456,76-TL maddi tazminatın maluliyetin tespit tarihi olan 09/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
b) Davacının meslek hastalığı sonucu oluşan % 38,2 oranındaki meslek hastalığı maluliyeti nedeniyle hastalığın oluşumundaki kusur durumu ve kaçınılmazlık, davacının yaşı ile ekonomik koşullar birlikte değerlendirildiğinde takdiren 25.000,00-TL manevi tazminatın maluliyetin tespit tarihi olan 09/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,” şeklinde hüküm kurulmuştur.
D)Bölge Adliye Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı:
“Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, ilk derece mahkemesi hakiminin objektif, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitleri ile karar gerekçesine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle sınırlı olarak ve resen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu; ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davalı tarafın yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun HMK.nun 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine, karar verilmiştir.
E) Davalı Temyiz Nedenleri;
Hükme esas alınan hesap raporundan ilk peşin sermaye değerinin tenzil edilmesinin gerektiğini, davacının maddi zararının bulunmadığını, davacının Yurtdışındaki çalışma süresi dikkate alınarak maluliyet oranında yurtdışı çalışmasının etkisinin araştırılması gerektiğini, işverenin her türlü iş sağlığı ve güvenliği tedbirini almış olması nedeniyle müvekkiline atfı kabil kusur olmadığını, maddi tazminattan hakkaniyet indirilmesi gerektiğini, manevi tazminatın fahiş olduğunu beyan etmiştir.
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;
A) Manevi Tazminat hükmü yönünden yapılan temyiz incelemesinde; Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararlar için kesinlik sınırı, karar tarihi itibariyle 41.530,00 TL dir.
Davacı tarafın dava dilekçesinde 25.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunduğu, mahkemece manevi tazminat isteminin tam kabulüne karar verildiği davalı vekilinin istinaf başvurusu üzerine … Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesince verilen 11/10/2017 tarihli kararında 6100 sayılı HMK’nun 353/1-b.1 maddesi gereğince istinaf başvurularının esastan reddine karar verildiği ve bu kararın davalı vekilince temyize getirildiği dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminat miktarının karar tarihi itibariyle temyiz sınırının altında kaldığı açıktır.
O halde Bölge Adliye Mahkemesi kararının manevi tazminat yönünden temyiz kabiliyeti olmayıp, davalı vekilinin manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarının H.M.K.’nun 362/1-a maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
B) Maddi Tazminat hükmü yönünden yapılan temyiz incelemesinde ise ;
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici sebeplere, temyiz edenin sıfatına, temyiz kapsam ve nedenlerine göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine,
2- Dava, sigortalının 09/10/2014 tarihinde tespit edilen meslek hastalığından sürekli iş göremezliğe uğraması nedeniyle maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.Dosya kapsamından, davacı sigortalıda tespit edilen meslek hastalığın 09/10/2014 tespit tarihi itibariyle %38,2 olarak tespit edildiği, davalının iş kazasının gerçekleşmesinde %94,16 oranında kusurlu olduğu, kaçınılmazlığın ise %5,4 oranında etkili olduğu, 30/05/2016 tarihli hesap bilirkişi raporunda davacının tazminat alacağının 52.456,76 TL olarak tespit edildiği, davacıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin 64.482,78 TL olduğu TBK’nun 55.maddesine göre davalının kusuruna isabet eden, rücuya kabil kısmının ise 60.716,98 TL olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece davacının meslek hastalığı tespit tarihi itibarı ile 65 yaşını geçmiş olması nedeniyle 2011/58 sayılı genelgeye işaretle Kurum tarafından işveren aleyhine rücu davası açılmayacağı belirtilerek, davacıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri maddi tazminat zarar hesabından indirilmeksizin 52.456,76 TL maddi tazminata hükmedildiği anlaşılmaktadır.
Meslek hastalığı sonucu sürekli iş görmez duruma gelen sigortalı ve/veya hak sahipleri sorumlulardan maddi zararlarının giderilmesini isteyebilir. Maddi zarar kavramı ise, malvarlığının zarar verici olaydan sonraki durumu ile böyle bir olay meydana gelmeseydi göstereceği durum arasındaki farkı ifade etmek için kullanılmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan zararın ödetilmesine ilişkin tazminat davalarında öncelikle haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için Kurum tarafından sigortalıya veya hak sahiplerine bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin tazminattan düşülmesi gerektiği Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir.
Davanın bu yönüyle yasal dayanağını ise, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu oluşturmaktadır. Kanunun 55. maddesinde, “Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez.” hükmüne yer verilmiştir. Adalet Komisyonu’nun 55. madde gerekçesinde; “sosyal güvenlik ödemelerinin, denkleştirme (indirim) işlevi görebilmesi, onun sorumluluğu doğuran olaya sebebiyet verenlere rücu edilebilmesine bağlıdır. Bu kural gereği, rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri; teknik arıza, tam kaçınılmazlık hallerindeki ödemeler, bu tazminatlardan indirilemez. Bağlanan gelirlerin, işçinin kusuru ve kaçınılmazlık gibi nedenlerle rücu edilemeyen kısmı da indirilemez. Bir kısmı rücu edilemeyen miktar dahi denkleştirilemeyeceği gibi, zarar görenin kusuruna (müterafık kusura) yansıyan sosyal güvenlik ödemeleri, tahsis tarihinden sonra meydana gelen sosyal güvenlik ödemelerindeki artışlar, kısmi kaçınılmazlık ve teknik arıza halindeki ödemeler ve benzerleri rücu edilemediğinden bu miktarlar dahi denkleştirilemez.” ifadeleri zikredilmiştir.
Öte yandan, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun 2. maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları, gerçekleştirildikleri tarihe bakılmaksızın bütün fiil ve işlemlere uygulanır”. Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri, Kurumca bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin ve geçici iş göremezlik ödeneklerinin hesaplanan zarardan indirilmesi, Kurumun rücu hakkının korunması ve mükerrer ödemeyi önleme ilkesine dayandığından, kamu düzenine ilişkin olarak kabul edilmiştir. Kaldı ki, 6098 sayılı Kanunun 55. maddesi de emredici bir hükme yer verdiğinden gerçekleştiği tarihe bakılmaksızın tüm fiil ve işlemlere uygulanmalıdır.Yine, somut olayda Kurum’un meslek hastalığından oluşan fark maluliyetten dolayı davacı sigortalıya bağladığı gelir nedeniyle, kusuru bulunan işverene rücu edip edemeyeceği giderek yapacağı idari tasarruflarla kendisine tanınan rücu hakkını kısıtlaması durumunda, sigortalının hak sahibinin maddi zararı hesaplanırken bu durumun dikkate alınıp alınmayacağı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Yasal düzenlemelerin tetkikinde meslek hastalığından kaynaklanan vefat nedeniyle sigortalının hak sahibine bağlanan sürekli iş göremezlik gelirinden dolayı Kurum’un açacağı rücu davasının yasal dayanağının meslek hastalığının tespit edildiği tarihte yürürlükte bulunan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 21. maddesi olduğu görülmektedir. Maddenin 1. fıkrasında, iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirileceği, işverenin sorumluluğunun belirlenmesinde kaçınılmazlık ilkesinin dikkate alınacağı belirtilmiştir. Diğer yandan Kurum’un 22/07/2011 tarihli 2011/58 sayılı genelgesinin 9. Bölüm/3.10. maddesiyle 506 sayılı Kanun uygulamasında 60 yaşından büyük sigortalılar için rücu davası açılmadığı, bu yaş sınırının, aktif çalışma dönemi kavramı dikkate alınarak belirlendiği, yurt dışı uygulamaları esas alınarak aktif çalışma döneminin 65 yaş olarak değiştirildiği, buna göre, 65 yaşından büyük sigortalılar için rücu davası açılmayacağı yönünde bir düzenleme getirdiği görülmektedir.Anayasa’nın 138. maddesinde de yer alan, “Normlar hiyerarşisi” ilkesi uyarınca, hukuk kuralları yukarıdan aşağıya doğru “Anayasa”, “Kanun”, “Kanun Hükmünde Kararname”, “Tüzük”, “Yönetmelik” ve “Diğer alt düzenleyici işlemler (Yönerge, Genelge vb.)” şeklinde sıralanmakta olup, alt kademe yer alan bir normun üst kademedeki norma aykırı olması ya da onun kapsamını aşan düzenlemeler içermesi mümkün bulunmamaktadır. Bu durum, “Genel kurallar, usulü dairesinde değiştirilinceye veya kaldırılıncaya kadar, düzenleyici işlem tesis etme yetkisi olan makam ve kurumları da bağlar” şeklinde ifade edilen “Tu patere legem quam facisti” prensibi ile izah olunmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu olarak, normlar hiyerarşisinde üst kademede yer alan yasal kurallara aykırı düzenleyici tasarrufların idare tarafından yürürlüğe konulması durumunda idari tasarruf yerine yasal düzenlemenin uygulanması gerektiği şüphesizdir.Yukarıda yapılan açıklamalara göre, 5510 sayılı yasanın 21. maddesinde, gelir bağlanan sigortalının yaşı nedeniyle ilgililer aleyhine rücu davası açılamayacağını öngören ayrık bir düzenleme bulunmadığından, Kurum’un 2011/58 sayılı genelgesine dayanıp rücu davası açmayacak olması alacağın rücu edilebilir bir alacak olduğu sonucunu değiştirmeyecektir.Sonuç olarak, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 55. maddesi gereğince rücu edilmesi mümkün olan peşin değerli gelirin tazminat alacağından tenzili kanunun emredici hükmü gereğidir. Yerel mahkemece, SGK’nun tek taraflı takdir hakkı ile sigortalıya bağladığı peşin değerli gelir nedeniyle sorumlulara rücu etmeyecek olmasının, emredici hükümlere aykırı olacak ve davacının aynı zarar verici olay nedeniyle mükerrer yararlanması sonucunu doğuracak şekilde yorumlanması doğru olmamıştır.
Yapılacak iş, Kurumca bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin rücu edilebilecek kısmının 60.716,98 TL, hükme esas alınan hesap raporunda davacının maddi tazminat alacağının ise 52.456,76 TL olarak tespit edilmiş olması nedeniyle, davacının maddi tazminat alacağının kurumca bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri ile karşılandığı gözetilerek maddi tazminat isteminin reddine karar vermekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.O halde davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.SONUÇ: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca (KALDIRILMASINA), ilk derece mahkemesi kararının yukarıda belirtilen nedenlerle (BOZULMASINA), dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde davalı’ya iadesine 21/01/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.