Yargıtay Kararı 21. Hukuk Dairesi 2015/5560 E. 2015/22472 K. 14.12.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 21. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/5560
KARAR NO : 2015/22472
KARAR TARİHİ : 14.12.2015

MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 15. İş Mahkemesi
TARİHİ : 20/11/2014
NUMARASI : 2013/1799-2014/685

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
K A R A R

Dava, 21.11.2010 tarihindeki iş kazası sonucu cismani zarara uğrayan sigortalının maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Mahkemece; davalıların kusurunun bulunmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Yargılama konusu davadaki ihtilafın çözümü için öncelikle “iş kazası” kavramına dair açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır.
İş kazası gerek öğretide, gerek 506 sayılı yasada, gerekse 1.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasında ve Yargıtay kararlarında tanımlanmıştır. Öğretide iş kazası, işçinin işvereninin hakimiyeti altında bulunduğu bir sırada, onun için ifa ettiği bir işten veya iş dolayısıyla dış bir sebeple aniden meydana gelen bir olay nedeniyle uğradığı zarardır. Doktrindeki bu tanımlamanın önemi iş kazasının aniden meydana gelen bir olay olarak nitelendirilmesidir. Bu yönüyle iş kazası nedeniyle bedensel zarar, meslek hastalığı nedeniyle bedensel zarardan ayrılır. Zira meslek hastalığında aniden ortaya çıkan bir zarar söz konusu olmayıp zararın zaman içerisinde meydana gelmesi söz konusudur. Ani kavramı ise kısa bir zaman dilimini ifade etmekle birlikte hemen meydana gelen bir zarar olarak anlaşılmamalıdır.
506 sayılı yasada iş kazası; 5510 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 1.10.2008 tarihinden önceki olaylarda 506 sayılı yasa uygulanmalıdır. 506 sayılı yasadaki tanımlamaya göre; “iş kazası, yasada açıklanan hal ve durumlarda meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence ve ruhça arızaya uğratan olaydır”.
Bu yasaya göre bir olayın iş kazası sayılabilmesi için; 1-Sigortalının iş yerinde bulunduğu sırada, 2-İşveren tarafından yürütülen bir iş dolayısıyla, 3-Sigortalının, işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda. 4-Emzikli kadın sigortalının çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, 5-Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmeleri sırasında meydana gelmesi gerekir. 506 Sayılı Yasaya göre iş kazası sadece bu yasa kapsamında hizmet akti ile çalışan sigortalar bakımından söz konusudur. Bir iş yeri 506 sayılı yasa kapsamına alınabilecek nitelikte değilse bu iş yerinde çalışan işçinin maruz kaldığı kaza 506 sayılı yasa kapsamında iş kazası sayılmaz. Burada iş yerinin fiilen tescil edilip edilmediğinin bir önemi yoktur koşul bu nitelikte bir iş yerinin varlığıdır.
5510 Sayılı Yasaya göre iş kazası;Yasanın 13. maddesine göre iş kazası “yasada açıklanan hal ve durumlarda meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen yada ruhen özre uğratan olaydır.” Buna göre 5510 sayılı yasada 506 sayılı yasadan farklı olarak yalnızca “arıza” yerine aynı anlama gelen “özür” kelimesi kullanılmıştır.5510 sayılı yasada açıklanan hal ve durumlar ise; 1-Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, 2-İşveren tarafından yürütülmekte olan bir iş nedeniyle, 3-Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak başka bir yere gönderilmesi nedeniyle,asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, 5-Emziren kadın sigortalının, çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, 6-Sigortalının işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında meydana gelmesi gerekir.
Her iki yasada benzer şekilde yer aldığı gibi “sigortalının iş yerinde bulunduğu sırada meydana gelen ve sigortalıyı bedence veya ruhça özre uğratan her olay” iş kazasıdır. Olayın iş kazası sayılması için kazanın sadece iş yeri koşullarından veya işverenin iş güvenliği önlemlerini almamasından meydana gelmesi gerekmez. Kazanın iş yerinde ve dolayısıyla işçinin işverenin otoritesi altında bulunduğu sırada meydana gelmesi yeterlidir. İş yeri ile ilgisi bulunmayan 3. kişilerin kasti veya taksirli eylemi, yıldırım düşmesi, deprem gibi doğa olaylarının neden olduğu kaza da iş kazasıdır. 5510 sayılı yasada ve 4857 sayılı yasada “işyeri” kavramı tanımlanmıştır. 5510 sayılı yasanın 11. maddesine göre “iş yerinde üretilen mal veya verilen hizmet ile nitelik yönünden bağlı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen iş yerine bağlı yerler, dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitim yerleri, avlu, büro gibi diğer eklentiler ile araçlar iş yerinden sayılır. 4857 sayılı iş kanununun 2. maddesine göre “işveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime iş yeri denir”. İşverinin iş yerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlarda iş yerinden sayılır. İş yeri, iş yerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür. ” tanımına yer verilmiştir. Zararlandırıcı olay iş yeri dışında ise “işveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla ” meydana gelen kazalarda iş kazası sayılacaktır. Zira iş akdinin bağımlılık unsuru gereği işçi iş yeri dışında bulunsa da iş vereninin hakimiyeti altında sayılır. İşçi işvereni ile iş ilişkisi dolayısıyla iş yeri dışında bulunur ve bu sırada kazalanırsa o anda işçinin görevi olsun olmasın olay iş kazasıdır.
5510 sayılı yasanın 506 sayılı yasadan farklı olarak iş kazası uygulamasını genişlettiği tek hal ise işçilerin işe gidip gelmeleri sırasında kaza geçirmeleri halidir. 506 sayılı yasa ” Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmeleri sırasında” meydana gelen kazaları iş kazası saymaktadır. 5510 sayılı yasa ise “Sigortalının işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında meydana gelmesi gerekir.” tanımı yapmıştır. Buna göre 5510 sayılı yasaya göre sigortalı işvereninin sağladığı araçla tek başına işin yapıldığı yere giderken kazalanırsa bu iş kazası sayılacaktır.
5510 sayılı yasaya göre ise işverene ait aracalar da iş yeri sayıldığından işçinin bu araç içerisinde bulunduğu sırada meydana gelen kazalar da iş kazasıdır. Fakat iş vereninin temin ettiği araç ile izinli olduğu sırada pikniğe veya eğlenmeye giden sigortalının kaza sonucu yaralanması olayında yargıtay içtihatlarına göre işverenin hakimiyeti altında bulunma hali olmadığından olay iş kazası sayılmamaktadır.
Buraya kadar yapılan açıklamalar sonrasında somut olaya geldiğimizde davacı K.. A.. gerek kendi iddiası doğrultusunda davalı şirketler işçisi iken hizmet akdinin ifası kapsamında yaptığı bir iş sırasında kazanmış olsun, gerekse de davalılar savunmasına göre kendi nam ve hesabına çalıştığı esnada kazanmış olsun 21.11.2010 tarihli zararlandırıcı olayın iş kazası olduğu hususu tartışmasızdır. Kaldı ki Kurum(SGK)’da yargılama konusu olayı iş kazası kabul etmiş fakat davacı kazalının işvereninin dava dışı Gülümser Çoşkun’un sahibi olduğu ARCH Yapı Mimarlık ve Tasarım Şirketi olduğu tespitinde bulunulmuştur. Burada tartışmalı olan husus davacı ile davalı şirketler arasında kaza tarihi itibariyle hizmet akti ilişkisinin bulunup bulunmadığı, diğer bir ifade ile davacının davalı şirketlerce üstlenilen bir işin görülmesi esnasında yaralanıp yaralanmadığıdır.
Bu noktada öncelikle asıl işveren alt işveren, ödünç iş ilişkisi ve şirketler arası organik bağ kavramlarının açıklanmasında fayda vardır.
A) Asıl işveren-alt işveren ilişkisi: 4857 sayılı Kanun’un 2.maddesine göre bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.
İş Kanunu’nun 2.maddesinin 7.fıkrasına göre bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.
5510 sayılı Kanun’un 12/6.maddesi ile de asıl işveren, bu Kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumlu tutulmuştur.
4857 sayılı Kanun’un 2/7.maddesi ile işçilerin İş Kanunu’ndan, sözleşmeden ve toplu iş sözleşmesinden doğan hakları, 5510 sayılı Kanun’un 12/6.maddesi ile de Kurumun alacakları ve işçinin sosyal güvenlik hakkı daha geniş koruma-güvence altına alınmak istenmiştir. Aksi halde, 4857 veya 5510 sayılı Kanun’dan kaynaklanan yükümlülüklerinden kaçmak isteyen işverenlerin işin bölüm veya eklentilerini muvazaalı bir biçimde başka kişilere vermek suretiyle yükümlülüklerinden kaçması mümkün olurdu.
Asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu “müteselsil sorumluluktur”. Asıl işveren, doğrudan bir hizmet sözleşmesi bulunmamakla birlikte İş Kanunu’nun 2.maddesinin 6.fıkrası gereğince alt işverenin işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu nedenle meslek hastalığına veya iş kazasına uğrayan alt işverenin işçisi veya ölümü halinde mirasçıları tazminat davasını müteselsil sorumlu olan asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açabilecekleri gibi yalnızca asıl işverene veya alt işverene karşı da açabilirler.
Öte yandan asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşme ile iş kazası veya meslek hastalığına bağlı maddi ve manevi tazminat sorumluluğunun alt işverene ait olduğunun kararlaştırılması; bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi veya mirasçıları da bağlamaz.
Alt işverenden söz edebilmek ve asıl işvereni, aracının borçlarından sorumlu tutabilmek için bir takım zorunlu unsurlar bulunmaktadır.
a) İşyerinde işçi çalıştıran bir asıl işveren bulunmalıdır. Sigortalı çalıştırmayan “işveren” sıfatını kazanamayacağı için, bu durumdaki kişilerden iş alanlar da aracı sayılmayacak ve anılan madde kapsamında dayanışmalı sorumluluk doğmayacaktır.
b) Bir başka işveren, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde iş almalı ve sigortalı çalıştırmalıdır.
c) İşverenlik sıfatını, alınan işte ve o iş nedeniyle sigortalı çalıştırılması sonucunda kazanmış olması aranacaktır. Bu kişinin diğer bir takım işyerlerinde çalıştırdığı sigortalılar nedeniyle kazandığı işverenlik sıfatının sonuca etkisi bulunmamaktadır.
d) İşverenden alınan iş, işverenin sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir işyeri olarak değerlendirilebilecek nitelikte olmamalıdır, aksi halde iş alan kimse aracı değil, bağımsız işveren niteliğinde bulunacaktır.
e) İşin bütünü başka bir işverene bırakıldığında, iş anahtar teslimi verildiğinde veya işveren kendisi sigortalı çalıştırmaksızın işi bölerek ihale suretiyle farklı kişilere vermişse, iş sahibi (ihale makamı) Yasanın tanımladığı anlamda asıl işveren olmayacağından, bir alt-üst işveren ilişkisi bulunmayacaktır.
f) Alt işverenin aldığı iş, işverenin asıl işinin bölüm ve eklentilerindeki işin bir kesimi yada yardımcı işler kapsamında bulunmalıdır. Asıl işverenden alınan iş, onun sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir nitelik taşımaktaysa, işi alan kimse alt işveren değil, bağımsız işveren sayılacaktır. Bu noktada belirleyici yön; yapılan işin, diğerinin bütünleyici, yardımcı parçası olup olmadığıdır. İşyerindeki üretimle ilgili olmayan ve asıl işin tamamlayıcısı niteliğinde bulunmayan bir işin üstlenilmesi halinde, alt işverenden söz etme olanağı kalmayacak, ortada iki bağımsız işveren bulunacaktır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.1995 gün ve 1995/9-273-548 sayılı kararı da aynı yöndedir.)
Tüm bu açıklamalar sonrasında somut olaya geldiğimizde, davalı Can Enerji Entegre Elektrik Üretim A.Ş’nin kendi yüklenimindeki HES inşaatı yapımı işinin bir kısmı olan “su iletim tüneli imalatlarının uygulama projelerine göre yapılması” işini diğer davalı Fermanoğlu İnşaat Turizm. San. Tic. Ltd. Şti.’ne verdiğinin belli olmasına göre bu davalılar arasında asıl-alt işveren ilişkisinin doğduğu açıktır. Zira davalı Can Enerji Entegre Elektrik Üretim A.Ş’nin diğer davalıya yapımını devrettiği iş kendi işinin bir parçasıdır. Bu noktada taraflar(müteahhit firma ve alt işveren) arasındaki sözleşmede alt işverene(taşeron) devredilen işin anahtar teslimi bir iş olduğunun belirtilmesinin ya da alt işverene devredilen işin yapımı sırasındaki kazalarda tüm sorumluluğun alt işverende olduğunun kararlaştırılmasının kazalı alt işveren işçisi bakımından bir önemi yoktur. Burada önemli olan işi veren ve alan şirketler arasında asıl-alt işveren ilişkisinin kurulup kurulmadığıdır. Hal böyle olunca işbu dosyada davalı Can Enerji Entegre Elektrik Üretim A.Ş ile Fermanoğlu İnşaat Turizm. San. Tic. Ltd. Şti. arasında asıl işveren alt işveren ilişkisi olmadığı kabulüne göre değerlendirme yapılan kusur raporuna dayanarak neticeye varılması doğru olmamıştır. Kaldı ki yukarıda açıklandığı üzere davalılar arasında asıl işveren alt işveren ilişkisinin mevcudiyeti halinde asıl işveren kazanın oluşumunda tamamen kusursuz olsa dahi alt işverenin kusurundan dolayı onunla birlikte alt işveren işçisi kazalıya karşı sorumlu olur.
B)Ödünç İş İlişkisi:4857 sayılı İş Yasası’nın 7. maddesinde “İşverenin devir sırasında yazılı rızasını almak suretiyle bir işçiyi; holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir iş yerinde veya yapmakta olduğu işe benzer işlerde çalıştırılması koşuluyla başka bir işverene iş görme edimini yerine getirmek üzere geçici olarak devrettiğinde geçici iş ilişkisinin gerçekleşmiş olacağı, bu halde iş sözleşmesi devam etmekle beraber, işçi bu sözleşmeye göre üstlendiği işin görülmesini, iş sözleşmesine geçici iş ilişkisi kurulan işverene karşı yerine getirmekle yükümlü olacağı, geçici iş ilişkisi kurulan
işveren işçiye talimat verme hakkına sahip, işçiye sağlık ve güvenlik risklerine karşı gerekli eğitimi vermekle yükümlü olduğu, işçi, işyerine ve işe ilişkin olup kusuru ile sebep olduğu zarardan geçici iş ilişkisi kurulan işverene karşı sorumlu olacağı, işverenin ücret ödeme yükümlülüğünün devam edeceği, geçici iş ilişkisi kurulan işverenin işçinin kendisinde çalıştığı sürede ödenmeyen ücretinden, işçiyi gözetme borcundan ve Sosyal Sigorta primlerinden işveren ile birlikte sorumlu olduğu, işçinin diğer hak ve yükümlülüklerine ilişkin bu Kanundaki düzenlemelerin geçici iş ilişkisinde uygulanacağı bildirilmiştir. Geçici İş İlişkisi (Ödünç İş İlişkisi) 4857 sayılı İş Kanunu ile getirilen yeni bir sözleşme türüdür. Üçlü bir şekilde ortaya çıkar. Şirket topluluklarında veya holdinglerde vasıflı işgücü ihtiyacının karşılamasına yöneliktir. Buna göre, İşveren devir sırasında yazılı rızasını almak suretiyle bir işçiyi holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde veya yapmakta olduğu işe benzer işlerde çalıştırılması koşuluyla başka bir işverene iş görme edimini yerine getirmek üzere geçici olarak devrettiğinde geçici iş ilişkisi gerçekleşmiş olur.
4857 sayılı Yasa’nın 7/1. maddesinde geçen “Bu halde iş sözleşmesi devam etmekle beraber, işçi bu sözleşmeye göre üstlendiği işin görülmesini geçici iş ilişkisi kurulan işverene karşı yerine getirmekle yükümlü olur.” hükmünden de anlaşılacağı üzere ödünç iş ilişkisinin temeli, işveren (ödünç veren işveren) ile işçi arasında önceden kurulmuş bir iş sözleşmesi ilişkisidir. İşçinin, ödünç veren işvereni ile iş ilişkisi devam eder.
C) Organik Bağ: Kural olarak aynı guruba ya da holdinge bağlı farklı tüzel kişiliği haiz şirketlerin haksız fiil sorumlulukları, bünyesinde bulundukları holding yada guruptan bağımsızdır. Yani holding yada guruptaki diğer şirketler, kazalı işçinin hizmet akdi ile bağlı bulunduğu şirketin haksız fiilden ötürü kural olarak sorumlu tutulamaz. Ancak çalışma hayatında işçinin asıl işverenin dışında başka işverenlere de hizmet verdiği, yine işçinin bilgisi dışında olmakla beraber esasında birbiri ile bağlantısı olan işverenlerin işlerini gördükleri de bir hakikattir. Bu gibi durumlar için Dairemizin önceki içtihatlarında da değinildiği üzere “şirketler arasında organik bağ” dan söz etmek gerekir ki bu durum esasında bir önceki başlıkta açıklanan “ödünç iş ilişkisi” ile bağlantılı bir konudur.
Yukarıdaki tespit ve açıklamalar sonrasında olayımıza gelecek olursak; öncesinde değinildiği üzere dosyadaki esaslı ihtilaf, 21.11.2010 tarihli zararlandırıcı olay anında davacı kazalının kimin işçisi olduğu ve giderek davalı şirketlerin bu zararlandırıcı olaydan ötürü işçisine karşı sorumluğunun doğup doğmadığı hususlarında toplanmaktadır.
Davacı,21.11.2010 tarihli iş kazası tarihine kadar davalı şirketlerden MCM İnş.San.Tic.A.Ş. işçisidir. Davacının iş kazası bildirimi de yine davalı davalı şirketlerden MCM İnş.San.Tic.A.Ş.’ce yapılmıştır. Bu bildirim sonrasında Kurum müfettişlerince düzenlenen iş kazası inceleme raporunda ise davacının dava dışı ARCH Yapı Mimarlık ve Tasarım Şirketi(Gülümser Çoşkun)’un işçisi olduğu kabulüne göre işlem yapılmıştır. Yani Kurum yaptığı iş kazası incelemesi sonunda davacı kazalıyı dava dışı Gülümser Çoşkun’un sahibi bulunduğu ARCH Yapı Mimarlık ve Tasarım Şirketi işçisi olarak olarak kabul etmiş ve Kurum kayıtlarını buna göre oluşturmuştur. Ancak dosya kapsamı ve özellikle Kurumun iş kazası inceleme raporundaki tereddütler gözetildiğinde davacının kaza anındaki işvereninin kim olduğu konusu tam olarak aydınlatılmış değildir. Şöyle ki; davalı MCM İnş.San.Tic.A.Ş.’nin aşamalardaki istikrarlı “davacı kazalının bayram tatilinde ek gelir elde etmek için kendi nam ve hesabına iş görürken yaralandığı savunması karşısında “davacının iş kazası bildiriminin” bu şirketçe yapılması aydınlatılmaya muhtaç bir husustur. Zira bir işverenin kendisine ait olmayan bir işin görümü sırasındaki kazayı Kuruma bildirmesi olağan bir durum değildir. Yine Kurum müfettişlerince ortaya konulmakla birlikte davalılarca inkar edilmeyen ARCH Yapı Mimarlık ve Tasarım Şirketi sahibi Gülümser Çoşkun ile davalı MCM İnş.San.Tic.A.Ş. ortakları arasında akrabalık ilişkisi ve giderek bu şirketler arasında organik bir bağ veya ödünç işçi ilişkisi olup olmadığı da mevcut ihtilafın çözümü için araştırılması gereken diğer bir husus olup dosyada buna dair de yeterli araştırma yapılmamıştır.
Hal böyle olunca Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Yapılacak iş, davacı ve davalı şirketler arasındaki ilişkinin net olarak ortaya konulması noktasında yukarıda değinilen doğrultuda araştırma yapmak, yine yargılama konusu iş kazasına dair ceza soruşturması var ise bunu araştırmak (
dosyadaki kayıtlardan iş kazasının Tuzlada gerçekleşmesine rağmen ceza soruşturmasının Gebze C.B.S.’den sorulduğunun anlaşılmasına göre), böylelikle taraflar arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koyup neticesine göre karar vermekten ibarettir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Mahkemenin kabul ve uygulaması bakımında ise; yargılama konusu iş kazasıyla ilgili olarak davacı ile davalılar arasında işçi-işvenen ilişki bulunmadığı kabulü var ise “davanın husumetten reddi” gerekirken yazılı gerekçe ile reddi de hatalı görülmüştür.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine
14.12.2015 gününde oy birliğiyle karar verildi.